Cümleler açık, plânlar kesin

Terör hükümlüleri serbest bırakılmış, TSK sınır ötesi operasyonları durdurmuş, Suriye ve Irak’tan askerî olarak geri çekilmişiz, millî ve manevî değerler dinamitlenmiş ve ülke yönetiminde siyâsî ikbâlleri için birçok taviz vererek iktidara oturmuş birden çok fikrin kaos ortamına sunacağı katkıyı bir düşünün!

DEĞİŞİK bir meydan okumanın ekosu deliyor kulaklarımızı son dönemeçte. Hatta beynimizi zonklatacak türden söylenenler... Türkiye Cumhuriyeti’nin bekâsını tehdit edecek cümleler, inanıyorum ki tüm halkın bamteline basacak nitelikte.

Şöyle ki… PKK terör örgütünün siyâsî ayağı olan HDP (seçime Yeşil Sol Parti altında girme kararı aldı), 14 Mayıs Genel Seçimleri sonrasında umut ettiği iktidar değişiminin ardından sınır ötesi operasyonların kaldırılması, Suriye ve Irak’tan askerî anlamda geri çekilmek, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılarak yerine “İnanç Hizmetleri Başkanlığı”nın getirilmesi, zorunlu din derslerini kaldırmak, kayyum uygulamasına son vermek gibi uzayıp giden seçim beyannamesiyle yapacaklarının listesini açıkladı.

Bu listedeki maddelerin hepsi Devlet’in bölünmez bütünlüğünü ve milletin manevî değerlerini hedef alan hezeyanlardan başka bir şey değil. Meydanlarda terör örgütü lideri için sarf edilen “özgürlük” söylemleri ise bu maddelerin tuzu biberi niteliğinde. Burada aklımıza bir soru geliyor: HDP neye ya da kime güvenerek böyle üst perdeden açıklamalarda bulunuyor?

İşte bu sorunun cevabında, karşımıza birçok perspektiften çekilmiş bir fotoğraf düşüyor!

Kırk yıldır mücadele ettiğimiz, Suriye ve Irak topraklarında yuvalanan, ABD ve Avrupa tarafından fonlanan PKK terör örgütüne Türk Silahlı Kuvvetleri’miz tarafından son yıllarda yapılan sınır operasyonlarıyla oldukça etkili darbeler vuruldu. Güçlü bir dış politika izleyen ve terörle canhıraş mücadele veren iktidar, illegal örgütün sahasını iki kanallı yürüttüğü politikayla iyice daralttı.

Güney sınırımıza ise ABD’nin kurmayı plânladığı sözde Kürt devleti için Suriye, Irak, İran ve Türkiye topraklarını parçalayarak projelerini hayata geçirmek adına yıllarca bu coğrafyalara getirdikleri kavramlar (demokrasi) üzerinden kurmadıkları oyun kalmadı. Suriye ve Irak’ta amacına ulaşmış olsa da Türkiye, gelişen ve güçlenen ivmesiyle bu oyuna çomak sokuyor. ABD ise PKK ve uzantısı olan örgütlerle yıllardır bu gücü kırmaya çalışırken zorlandığı durumlarda sokak hareketleri organize edip, ilâveten ekonomi hamlelerini dolar üzerinden devreye sokmayı ihmâl etmiyor.

İç siyasette ise, iktidar hevesiyle bir araya gelmiş, hiçbir ortak paydalarının olmadığı, hatta olmayan paydalarından dolayı kurulan, devrilen ve sonra tekrar kurulan masanın etrafında toplanan altı liderin iktidar olma hırsları uğruna ortaya koydukları siyâsî savrulmaları hayretle seyrediyoruz. Peki, bu altı ortağın iktidar olma durumunda ülkenin aleyhine, emperyalist ABD’nin ise hedefine ulaşmasına nasıl bir etkisi olur?

İşte burada parçalar birleşiyor ve resmin bütününü oluşturuyor!

ABD, stratejik davranarak önce kendisine uygun ortamı sinsice oluşturup, arkasından “dünyanın jandarması” kimliğiyle hazırladığı düzenin üzerine plânlarını işletmek amacıyla yerleşen emperyalist bir ülkedir. Evvelâ bağışıklık sistemi zayıflamış, çatışmacı veya ayrışmış bir sistem lâzım ona. Güçlü liderler, istikrarlı hükûmetler bu yayılmacı devletin işleyişine mâni olan kuvvetlerden. Önümüzdeki seçimleri dünyanın dikkatle izliyor olmasının sebebi de bu istikrarlı yükselişin devamı mı, yoksa birden çok liderin yetki paylaşımıyla -başka bir ifadeyle “koalisyon” görüntüsü veren- mı yönetme iradesini ortaya koyacakları sonucu, bu yüzden takip ediliyor.

90’lı yıllarda, parlamenter sistemde kurulan koalisyon hükümetlerini yaşadık ve deneyimledik. Sürekliliği pamuk ipliğine bağlı, istikrarın yakalanamadığı, kırılgan ve kriz oluşumuna gebeliği bünyesinde barındırmasıyla bilinen bir sistem… Bir bakıma koalisyon hükümeti dokusunda olan, erkin bir masa etrafında paylaştırıldığı, karar alımlarında ortak fikir oluşturulamazsa ülkenin tekrar seçime gitmesi olasılığını tehdit kokan cümlelerle ifade eden bu çok sesli yapının olduğu “Millet İttifakı”, çatısı altındaki altı siyâsî parti lideri ve iki de belediye başkanının varlığıyla tam da koalisyon hükümetlerinin portresini çiziyor bize.

Millî ve manevî zeminde birbirlerinden tamamen farklı ideolojilere sahip bu ortaklığın çatlak sesleri ise dışarıya daha şimdiden sızıyor bile. Özerklik uygulaması, Ayasofya-i Kebîr Camiî’nin tekrar müze olması ve LGBT örgütlenmesinin meşru bir zemine oturtulması üzerine yapılan açıklamaları bunlardan sadece birkaçı. Henüz iktidar koltuğuna oturmadan toplumun hassas ayarları olan mevzulara dokunan ve aynı zamanda bu konularda birbirlerinden ayrışan, çok sesli ve çok paydalı bir yönetimde güvenden, istikrardan ve gelişmeden bahsetmek akılla çelişir bir düzlemde.

İşte böylesi kırılgan ve dahi krize meyilli bir ortam, tam da Türkiye Cumhuriyeti için tasarlanan plânlarını hayata geçirmek pususuna yatanlara gayet uygun bir fırsat sunacak türden. Terör hükümlüleri serbest bırakılmış, TSK sınır ötesi operasyonları durdurmuş, Suriye ve Irak’tan askerî olarak geri çekilmişiz, millî ve manevî değerler dinamitlenmiş ve ülke yönetiminde siyâsî ikbâlleri için birçok taviz vererek iktidara oturmuş birden çok fikrin kaos ortamına sunacağı katkıyı bir düşünün!

KHK ve FETÖ tutuklularına serbestlik, terör hükümlüsü Selahattin Demirtaş’a özgürlük teminatları açık açık verilmişken, bu düşünce hayâl değil, gerçeğin ta kendisi olacaktır.

Sınır komşularımız olan devletler parçalanmış, halkları sığınmacı konumuna düşmüş; biz ise bu trajediyi yıllardır seyrediyoruz. Aynı kurgunun bizler için de tasarlanıyor olduğunu bilme farkındalığı ile daha mukavemet sahibi bir duruş göstermek zorundayız. Yapmamız gereken, Devletimize var gücümüzle sahip çıkmak, aklî muhakeme kabiliyetimizle tüm eylem ve söylemleri süzgeçten geçirerek büyük resmi okuma gayretine düşmektir.