Cumhuriyet vesayet düzenidir

Karabekir ve Rauf Orbay gibi isimler çok partili bir cumhuriyet idaresi, tarafsız bir devlet başkanı ve liberal bir idare isterken, Kemal Paşa taraflı bir devlet başkanı, tek adamlı/tek partili ve totaliter bir idareyi tercih etmiştir. Böylece eski arkadaşları ile önemli görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.

BİRLEŞMİŞ Milletler’e üye olan devletlerin sayısı 193’tür. Bu devletlerin 159 tanesinde cumhuriyet idaresi vardır. Türkiye, Kuzey Kore, Suriye, Filipinler, Fransa, Uganda, İrlanda gibi ülkelerin hepsi cumhuriyet ile idare edilmektedir. Bu ülkelerin hepsinde cumhuriyet idaresinin kurulmasında ayrı bir hikâye olmakla birlikte, yönetici seçkinlerin kendileri için ayrıcalıklı bir yer edinme çabaları sonunda cumhuriyet idaresi kurulmuştur.

Cumhuriyet idaresi büyük propagandalara konu olmuştur. Adalet ve eşitliğin onunla sağlanacağı, ülkenin onunla ileriye gidebileceği gibi pek çok iddia olmuştur. Ancak cumhuriyetli ülkelere bakıldığında bu iddiaların hiçbirinin gerçekleşmediği teslim edilecektir. Başka bir ifadeyle, İngiltere ve İsveç gibi krallıkla idare edilen ülkelerden, cumhuriyet ile idare edilen hiçbir ülkenin üstün tarafı yoktur. Ne daha çok hak ve özgürlüklere sahiptirler, ne de halkın refah seviyesi daha iyi durumdadır.

Türkiye’de cumhuriyetin ilân edilmesi de Birinci Dünya Savaşı sonuçlarının devamıdır. Çünkü savaşın galibi olan İngiltere ve müttefikleri, savaşın mağlûbu olan Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan’da da savaşın sonunda krallık/padişahlık idareleri kurulmuş ve savaşın galibi olan ülkelerle barış anlaşmalarını yeni kurulan idareler yapmışlardır. Bu ülkelerdeki yönetim değişikliğini savaşın sonuçlarından ya da İngiltere ve müttefiklerinden ayrı düşünmek inandırıcı değildir.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti yenilerek kaybetmiştir. Topraklarının önemli bir bölümü işgal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin akıbeti konusunda galip devletlerin arasında önemli görüş ayrılıkları olmuştur. Osmanlı Hanedanlığının (tıpkı Almanya-Avusturya-Bulgaristan ve Macaristan’da olduğu gibi) tasfiye edilmesinde galip devletler anlaşmıştır. Ancak Anadolu’nun ne kadarının Türklerde olacağı, özellikle Boğazların denetiminin kimler eliyle nasıl yapılacağı hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

Osmanlı Devleti’nin akıbeti hakkında Sovyet Rusya’nın tutumu da etkili olmuştur. Çünkü Sovyet Rusya, Anadolu’nun İtilaf Devletleri tarafından bütünüyle işgal edilmesi hâlinde kendisinin güneyden kuşatılacağından hareketle böyle bir işgale muhalefet etmiştir. Sovyet Rusya’nın kendini koruması ve muhtemel kuşatmayı engelleme çabası Anadolu’da ortaya çıkan Millî Mücadele’yi kolaylaştırmıştır.

Millî Mücadele, düzenli ordu ile doğu bölgesinde Ermenistan’a, batı bölgesinde ise Yunanistan’a karşı savaşılmışken güney bölgesinde düzenli ordu olmaksızın milislerin işgalci Fransızlara karşı savaşmaları ile sonuçlanmıştır. Savaşın hemen ardından 1 Kasım 1922’de Saltanatın Kaldırılması Kanunu ile Osmanlı Devleti TBMM kararıyla yıkılmıştır. Böylece Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere ve müttefiklerinin ilk isteği yerine gelmiştir.

Lozan’da başlayan barış görüşmelerinde Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin korunmadığından hareketle TBMM’de Kemal Paşa ve hükümet şiddetle eleştirilmiştir. Muhalefetin öncülerinden Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, 28 Mart 1923’te şehit edilmiştir. Ağustos 1923’te yapılan seçimlere muhalif olarak bilinenlerin katılımları ise Kemal Paşa tarafından engellenmiştir.

İkinci Meşrutiyet ile birlikte Türkiye’de özgür bir hava esmiştir. Çok partili seçimler yapılmıştır. Basın özgürleşmiş, her görüşün yayın organı serbestçe yayınlanmıştır. Sendikalar kurulmuştur. Ancak bu özgür iklimi Enver Paşa’nın 23 Ocak 1913’teki Bab-ı Âli Baskını ile ortadan kalkmış, tek partili/tek adamlı bir idare kurulmuştur. Basın, savaş şartları bahane edilerek susturulmuştur. Savaş şartları göz önüne alınarak bu durumun geçici olduğu, savaşın bitmesi ile yeniden basın özgürlüğünün ve siyâsî hakların kullanılabileceği beklentisi güçlenmiştir.

Millî Mücadele ile birlikte savaş süresi uzamıştır. Anadolu’da muhalif bir gazete yayınlanamamıştır. TBMM’deki muhalefet ise Enver Paşa döneminin tekrarlanacağı kaygısı ile Kemal Paşa’ya Başkomutanlık unvanı ile birlikte Meclis’in yetkilerinin bir şahsa devredilmesine itiraz etmiştir. Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi bazı şahısların kefaleti ile muhalefet yatıştırılmış, Başkomutanlık Yasası çıkmıştır.

Buna rağmen 1923’te muhalefet tasfiye edilmiş, seçimlere katılması engellenmiştir. Temmuz 1922’de üç aylığına çıkarılan Başkomutanlık unvan ve yetkisini Kemal Paşa 1927’ye kadar kullanmıştır.

Millî Mücadele döneminde Kemal Paşa ve diğer komutanlar arasında Amasya Tamimi günlerinden (22 Haziran 1919) başlayarak bir çeşit örtülü ittifak olmuştur. Ancak Kemal Paşa, kendisini Batı Cephesinde “Başkomutan” seçtirip Meclis’in yetkilerini de üzerine alarak eski müttefiki olan komutanlara olan ihtiyacı savaşla birlikte ortadan kaldırmıştır.

Önce Lozan Anlaşması (23 Temmuz 1923), ardından Ağustos 1923’te muhalefetin tasfiye edildiği Meclis seçimleri ile birlikte Kemal Paşa, tek adamlı/tek partili idareyi tamamlamaya çalışmıştır. Eskişehir’den Emin Sazak ile Gümüşhane’den Kadirbeyoğlu Zeki Bey dışında bütün milletvekillerini doğrudan kendisi tayin ettiği hâlde TBMM’de Karabekir ve arkadaşlarının varlığını bir tehdit olarak görmüştür. Onların Ankara’da olmadığı bir günde, Kemal Paşa tarafından milletvekili tayin edilenlerin yalnızca 137’sinin hazır olduğu bir zamanda cumhuriyet ilân ettirmiştir. Cumhuriyet’in ilânı bir oldubittiye getirilmiştir.

Millî Mücadele öncülerinin Ankara dışında olduğu bir zaman bunun için özellikle seçilmiştir. Böylece Karabekir ve arkadaşlarının da tasfiyesinin yolu açılmıştır. Çünkü Karabekir ve arkadaşları Kemal Paşa’dan parti kurmamasını, tarafsız bir cumhurbaşkanı olmasını istemişlerdir. Karabekir ve Rauf Orbay’ın anıları bu doğrultudadır. Oysa Kemal Paşa, 9 Eylül 1923’te Halk Fırkası’nı kurarak eski arkadaşlarının isteğini reddetmiştir. Böylece eski arkadaşları ile nasıl bir cumhuriyet idaresi olacağı hakkında görüş ayrılığı içinde olduğunu göstermiştir.

Görüş ayrılıkları ve sonuç

Karabekir ve Rauf Orbay gibi isimler çok partili bir cumhuriyet idaresi, tarafsız bir devlet başkanı ve liberal bir idare isterken, Kemal Paşa taraflı bir devlet başkanı, tek adamlı/tek partili ve totaliter bir idareyi tercih etmiştir. Böylece eski arkadaşları ile önemli görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.

Tıpkı Almanya ve Avusturya gibi savaş mağlûbu ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de cumhuriyetin ilân edilmesi, doğrudan Birinci Dünya Savaşı’nın sonucuna bağlı olarak, savaşın galibi İngiltere ve müttefiklerinin öngörüsüne göre olmuştur. Halkın bir talebi sonunda cumhuriyet gelmiş değildir. Üstelik Kemal Paşa, TBMM Başkanı olduğu dönemde cumhuriyet idarelerini, özellikle kuvvetler ayrılığına dayalı idareyi defalarca ve şiddetle eleştirmiştir. Gerçi onun idaresinde hiçbir zaman kuvvetler ayrılığı olmamıştır. Muhtemelen siyâsî rakiplerini etkisiz hâle getirmek için cumhuriyet idaresini de zaman zaman eleştirmiştir.

Her ülkede cumhuriyet idaresinin kurulmasının farklı hikâyesi kadar uygulanma şekilleri arasında da farklılıklar vardır. Bu yüzden Türkiye’de cumhuriyet idaresini 29 Ekim 1923’ten itibaren yapılanlarla birlikte ele almak kaçınılmazdır. Kemal Paşa, kendisini tek otorite ve tek kurtarıcı sayan bir anlayışa göre davranmıştır. Otoritesine ne Meclis, ne de hükümeti ortak etmiştir. Her işe tek başına karar vermiştir. Kemal Paşa’nın kararları asla tartışılamamış ve iptal etmek bir yana, değiştirilememiştir. Dolayısı ile Türkiye tek adamlı/tek partili ve seçimlerin olmadığı bir cumhuriyet idaresine kavuşmuştur.

Kemal Paşa’nın katıldığı ve kazandığı hiçbir seçim yoktur. Böyle bir idare tarzının halka bir lütuf gibi sunulması rasyonel değildir. Çünkü tek adamlı/tek partili cumhuriyet idaresi ile halkın kazandığı hiçbir şey yoktur. 1925’te Takrir-i Sükûn Kanunu ile muhalif basın susturulmuştur. Bütün gazeteler tek partinin (CHP’nin) ve tek adamın yapıp ettiklerini överek çıkmaya, basım yapmaya hak kazanmıştır. Cumhuriyet idaresinin en önemli yeniliklerinden biri İstiklâl Mahkemeleridir. Bu mahkemeler aracılığı ile muhalefetin kökü kazınmaya çalışılmıştır. Gazetedeki yazıları ya da kitapları nedeniyle çok sayıda insan bu dönemde idam edilmiştir.

Osmanlı döneminde kurulan sendikaların tamamı 1925’te kapatılmıştır. Basın özgürlüğü yok edilmiştir. 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı bahanesiyle Nisan 1925’te kapatılmış, parti kurucuları bir yıl sonra İzmir Suikastı bahanesiyle yargılanmış, 10’nu idam edilmiş, geri kalanların önemli bir kısmı ise ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır.

Cumhuriyet idaresinin en çok övündüğü işlerin başında demiryolları yapımı gelmiştir. 1923’ten 2002’ye kadar Türkiye’deki demiryolu uzunluğu 10 bin kilometredir. Bunun yarısı da İkinci Abdülhamid Han döneminden kalmıştır. Demek ki 80 yıllık Cumhuriyet idaresi boyunca yapılan toplam demiryolu uzunluğu 5 bin kilometredir.

Aynı dönemde halk büyük bir yoksulluğa mahkûm edilmiştir. Yalnız İstanbul’da, Kasım 1929’da 3 bin 359 çocuğun açlıktan ölmesi haber olmuştur (24 Kasım 1929, Cumhuriyet Gazetesi).

Alfabe değişimi ile Türk’ün bütün kazançları ve tarihi çöpe atılmıştır. İslâmiyet’in Türkleri geri bıraktığı ve Arap kültürünün etkisine zorladığı iddiası tekrarlanmış, yoksulluk içindeki halkın vergileri ile Sümerler ve Hititlerin kazıları yapılmış, hemen hemen her il ve ilçeye Kemal Paşa’nın heykellerinin dikilmesine yönelik yarış yüzyıldan beri süregelmiştir. Alfabe değişimini takip eden Türkçenin sadeleştirilmesi çabası ile Türkçe aslî yapısından uzaklaşmış, eski hâlinden eser kalmamıştır.

Cumhuriyet ile birlikte Türkiye bir parti devleti, “CHP devleti” hâline gelmiştir. CHP ve onun genel başkanı Kemal Paşa, Türkiye’nin sahibi sayılmıştır. Devletin bütün kurumları bunun için seferber edilmiştir. Okul, ordu ve kışla CHP’nin arka bahçesi gibi kullanılmıştır. Bunu için bütün muhalifler susturulmuştur. Böylece Türkiye’de bir vesayet düzeni kurulmuştur. Bu vesayet düzeninden çıkış çabaları ise askerî darbelerle engellenmiştir.

Türkiye’de cumhuriyetin ilânı İngiltere’nin zorlaması ile olduğu gibi, sınırlı da olsa demokrasinin gelmesi de ABD’nin zorlaması ile olmuştur. Çünkü 1945’te SSCB’nin Türkiye’den toprak istemesi ve Türkiye’yi bunun için tehdit etmesi, Türkiye’yi ABD ile ittifaka zorlamıştır. ABD ise basının ve seçimlerin serbest olması şartı ile ittifak etmiştir. Böylece başlayan demokrasi çabaları 1950’de ilk defa özgür seçimlerin yapılması sınırlı da olsa basının özgürleşmesi mümkün olmuştur.

Türkiye’de Kemal Paşa ve onun partisi CHP ile Cumhuriyet’in kurulması neticesinde Türk halkı herhangi bir şey kazanmış değildir. Aksine, özgür seçimlerden, özgür basından ve nihayet özgür yaşamaktan yoksun kalmıştır. Halk bunu bildiği için olmalıdır ki, 1950’den itibaren yapılan hiçbir özgür seçimi CHP kazanamamıştır. Kemal Paşa eleştirisini suç sayan 5816 sayılı yasa ile birlikte düşünce özgürlüğünün bastırılması yeni bir merhaleye ulaşmıştır. Böylece bu yasa ile birlikte Türkiye’deki Kemalist vesayet düzeni sayesinde düşünce özgürlüğü ağır bir tehdit altına alınmıştır.