Kâzım Yurdakul: “Cumhurbaşkanımızın, Mustafa Kemal Paşa’ya dair işaretleri iyi okunmalı!”

Samîmi olarak Devletimizin, bayrağımızın, milletimizin ülküsünün derdinde olan vatanseverlerin kafa karışıklıklarının giderilmesi ile vesâyetlerin ve yaptıklarının deşifresidir asıl bu kitabın temel amacı! Ama özellikle, yıllardır yaptığı müspet ve satır araları çok şey anlatan konuşmalarına ek olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2019 yılı içerisinde, “Biz Gazi ile birebir aynı şeyleri yaşadık. Gazi ile Kemalizm’i ayıracağız. Gazi konusunu müspet biçimde kapatacağız! Arşivleri topluyorum. Milletime anlatacağım” şeklinde birkaç kez tekrar ettiği sözler ve benim konjonktürel gözlemim, zamanın geldiğini gösteriyor.

ETRAFIMDA öyle çok ismini gördüğümü ve bu yüzden “Asil Kan” adlı kitabın sahip olduğu derdi anlamak üzere yazarı, araştırmacı ve aynı zamanda uzman psikolog olan Kâzım Yurdakul ile kıymetli bir söyleşi yapma gereği düşüncesi hâsıl olduğunu, söyleşimizin ilk bölümüne dair düştüğüm notta ifade etmiştim.

Üç bölümde yayınlayacağımız söyleyişinin bugün ikinci bölümüyle sizi baş başa bırakacağım ama geçtiğimiz hafta sorduğum soruyu size tekrar hatırlatayım: Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllarda özellikle üzerinde durduğu ve hattâ âdeta dert edindiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Gazi Mustafa Kemal’i ne kadar tanıyor, doğumu ve gerçek ailesinden başlayarak ölümüne dek onu ne kadar biliyoruz?

Söyleşimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız…


“Biz Gazi ile birebir aynı şeyleri yaşadık”

·       Kitabın anlatmak istediği dert sadece Mustafa Kemal Atatürk mü?

Bu kitapta sadece bir kişinin hayatını anlatmıyorum. Aslında bir kişinin hayatı, söyledikleri, yaptıkları ve yapmadıkları üzerinden, genelde bütün insanlığın, özelde ise milletimizin 500 yıldır içinde olduğu kıskacı ve bu kıskacın binlerce yıllık kaynağını, kollarını ve işleyişini anlatıyorum.

Samîmi olarak Devletimizin, bayrağımızın, milletimizin ülküsünün derdinde olan vatanseverlerin kafa karışıklıklarının giderilmesi ile vesâyetlerin ve yaptıklarının deşifresidir asıl bu kitabın temel amacı!

Ama özellikle, yıllardır yaptığı müspet ve satır araları çok şey anlatan konuşmalarına ek olarak Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2019 yılı içerisinde, “Biz Gazi ile birebir aynı şeyleri yaşadık. Gazi ile Kemalizm’i ayıracağız. Gazi konusunu müspet biçimde kapatacağız! Arşivleri topluyorum. Milletime anlatacağım” şeklinde birkaç kez tekrar ettiği sözler ve benim konjonktürel gözlemim, zamanın geldiğini gösteriyor.

Atatürk’ün doğru anlatılmasının önünden engellerin kalktığının ve bir daha Genç Osman’ın katli misâli işlerin olamayacağının, 500 yıllık kıskacın sonunun geldiğinin öngörüsü bu kitaptır!

2019 Kasım’da tümüyle hazırlanıp biten bu kitabın içinde iki buçuk bölüm ve iki teori var.

·       “İki buçuk bölüm” söylemi kulağa enteresan geliyor…

Teşekkür ederim…

İlk teori, Atatürk’ün ve Türk Devleti’nin misyonu, vizyonu, tutum ve davranışları üzerine… Dünyanın son 500 yıllık dönemindeki tüm gelişmeleri de temel alarak oluşturduğum bir teoridir bu… Bu teorim, gençlerin benimle yaptığı ve anlatacaklarımı çok iyi toparladığını düşündüğüm için bir nevi kitap hâline getirdiğim bir mülakat ile sunuldu. Gençler bu mülâkatı, sosyal medya sayfalarımdan okuduklarını bir kayıtta toplamak ve gruplar içinde birbirleriyle paylaşarak, öğrenmek ve üzerinde tartışmak, gerekirse bana yeni sorularla gelmek için yaptılar.

İkinci teori ise, Sayın Serhan Aslantaş ile yine aynı grubun yaptığı bir diğer mülâkatta sunuluyor. Bu teori, Serhan Aslantaş’ın bir iddiası, ama benim ve birçok uzmanın, hattâ devlet insanlarının doğru kabul ettiği bir iddia… İddia dememdeki sebep ise, sadece henüz resmî olarak Devletimizin onaylamamış olması. Yoksa göreceksiniz ki, aslında Devletimizin henüz onaylamamış olması bile iddiayı güçlendiren bir durum.

Çakıroğlu Ailesinin başına gelen enteresan olaylar silsilesi

·       Nasıl bir iddia bu?

Okuyunca siz de hak vereceksiniz. Bu iddiayı sizlere özellikle birinci ağız anlatacak: Rahmetli Mustafa Kemal Atatürk’ün yani Çakıroğlu Mustafa’nın öz ağabeyi Çakıroğlu Ömer’in üç torunundan birinin çocuğu olan Serhan Aslantaş…

·       Yani Serhan Aslantaş, bizzat ailenin bir üyesi olarak bu kitaba katkıda bulundu…

İddiayı benim aklımda doğru bir iddia hâline getiren unsurları ikinci bölümde Serhan Aslantaş anlatıyor. Ancak ben burada birkaç maddeyle değinmek istiyorum…

Aile, 1988’de istihbarat bilgisi içeren nüfus kaydını görüyor. Kayıtta, Atatürk’ün öz kardeşi Ömer’in istihbarat teşkilâtı üyesi olduğu ve sanılanın aksine harp meydanında, Hicrî 1331’de şehit düştüğü gösteriliyor.

Aile bu evrakın bir örneğini istiyor ama verilmiyor. Sonrasında o kaydı düzenleyip aleni hâle getiren nüfus müdürü ise açığa alınıyor!  

Bunun üzerine bir sonraki yıl Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay gelip, tapu, vergi, banka, nüfus gibi kayıt ve belgeleri toplayıp götürüyor. Yani Atatürk’ün “Çakıroğlu Mustafa” olarak kaydedildiği Akçadağ’daki nüfus kayıtları bir şekilde yok ediliyor.

Aile o yıllarda nüfusta “Çakır” soyadı ile kayıtlı olmasına rağmen, Komutan, “Çakıroğlu, sen rahat ol. Ben bir hafta içinde size gereken evrakı yollayacağım” diyor. Akabinde kaymakamlıktan bir görevli, “Sabah erken gel. Evrakın geldi. Kaymakamda!” diye gayr-ı resmî bilgi veriyor. Fakat sonucunda aileye bir belge verilmediği gibi, kaymakam tarafından tüm çalışanlar da sürgün ediliyor.

Yine sonrasında Genelkurmay Başkanlığı’na giden aile, bir albay tarafından bütün gün bekletiliyor ve hiçbir evrak alamadan dönüyor.

Atatürk’ün öz kardeşi Çakıroğlu Ömer’in torunu olan Ömer, Akçadağ’da dedesinden ve Atatürk’ten kalma malvarlığı ve soybağının tespit ve tesisi için dâvâ açıyor. Genelkurmay’a Atatürk’ün nüfus kaydı için yollanan evrak sonucu, Atatürk’ün soy kayıtlarının Ankara’da bulunduğu söyleniyor.

Ankara ise, konuyu bir bilirkişiye yönlendiriyor. Bu bilirkişi raporu istendikten sonra, Çakıroğlu Ömer’in oğlu Mehmet’ten kalma Adana’daki mal varlığı hakkında mahkeme ile keşfe gitmek için yola çıkan Ömer Çakır, trafik kazasında hayatını kaybediyor…  

Ancak Torumtay’ın tüm belgeleri ve kayıtları toplayıp götürmesine rağmen, sonrasında yazılan bu bilirkişi raporu, iddia mâkâmının hiç vâkıf olmadığı kimi bilgileri de ilân ve ifşa ediyor.

Sadece Çakıroğlu Ömer’in değil, çocukken öldüğü zannedilen diğer öz ağabey Ahmet’in ve öz abla Fatma’nın da varsayılan tarihlerde vefat etmediği, üstelik Ahmet’in 1924’te bizzat Mustafa Kemal’in talimatıyla (bekârken) yurtdışında bir göreve gönderildiği belirtiliyor.

Yani bilirkişi, bu kayıtları o vakitler bir şekilde bir yerlerden görerek resmîleştiriyor. Fakat Fatma ve Ahmet’in nerede, ne şekilde vefat ettiğine dair herhangi bir bilgi verilmiyor.

Raporun tesis ettiği soybağına rağmen, Akçadağ Mahkemesi, verâseti sadece Çakıroğlu Ömer’in alt soyu için tesis ediyor. Ama işin daha da tuhafı, mahkemenin bu kararı yıllarca bulunamaması!

Çünkü aileye de hiç ulaştırılmıyor.

Aile, 1988’de istihbarat bilgisi içeren nüfus kaydını görüyor. Kayıtta, Atatürk’ün öz kardeşi Ömer’in istihbarat teşkilâtı üyesi olduğu ve sanılanın aksine harp meydanında, Hicrî 1331’de şehit düştüğü gösteriliyor. 

Ailenin fertlerinden Resul Çakır, Ömer Çakır’ın vefatının ardından, söz konusu verâset dâvâsını netîcelendiren evrakı elde edebilmek için nüfus kayıtlarına dair başvurularından bir sonuç alamayıp, Atatürk’ün hüviyetinin üzerindeki gizliliğin kaldırılması talebiyle bir dâvâ açıyor. Ancak mahkeme, söz konusu veraset iddiasının zaten bahsedilen mahkeme kararıyla sonuca bağlanmış olduğu gerekçesiyle dâvâyı reddediyor ve böyle bir kararın zaten var olduğu da ancak o zaman anlaşılıyor. Bu konuda dosyayı Yargıtay’a temyiz ediyorlar, fakat Yargıtay’da böyle bir dosyanın geldiğine ya da işleme alındığına dair kayıt bulunamıyor!

Temyizden yanıt alınamayınca, Resul Çakır, 1993’te Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Merkezi’ne bir mektup yazıyor. Ama ilgili evrakın Fransızca, İspanyolca ya da İngilizceye tercümesi istenerek dosya bekletiliyor. Gelgelelim (dosyanın içeriği sebebiyle) hiçbir tercüman bu dosyayı tercüme etme sorumluluğunu almak istemediği için aile herhangi bir çevirmen bulamıyor ve konu yine kesintiye uğruyor.

Ailenin fertlerinden Serhan Aslantaş, tam 20 yıl aranın ardından, Akçadağ Mahkemesi’ndeki verâset dâvâsının kararına, tesadüfen mahkemenin arşivindeki başka bir dosyada denk geliyor. Yani karar bir şekilde o dönemde başka bir dosyanın içine konuluyor yani dosyalar karıştırılıyor her ne hikmetse ve aile bu kararın hukukî netîcelerinden senelerce faydalanamıyor.

Serhan Aslantaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bir şikâyet başvurusu yapıyor ama mahkeme, başvuru formu doldurulmaksızın başvurunun yapıldığı iddiasıyla dosyayı işleme almıyor. Aslında her şeyin usûlüne uygun yapıldığı belgeleriyle ortada.

İlk başvurusundaki usûl eksikliği yüzünden dosyasının derhâl imha edileceği bilgisini AİHM’den alan Aslantaş, ikinci başvurusunda ise (aksi belgelenmiş olmasına karşın) bu ek başvurunun zamanında yapılmadığı ve 1 yıl mahkemede bekletileceği yanıtını alıyor. Dâvâ yine sonuçsuz kalıyor.

·       Peki, bütün bunlar bizi nasıl bir Mustafa Kemal’e götürecek?

Akçadağ Ziya Gökalp İlköğretim Okulundaki Atatürk köşesinde, Atatürk’ün Çakıroğullarından olduğu yazıyor. 1960’da bina yıkılıp yeniden yapıldığında bu ibare de kaldırılıyor.

Zaten, Akçadağ’ın 1960 öncesi ismi, Türkiye’de bu isme sahip tek yer olmak üzere, “Atatürk Bucağı”…

İş Bankası, ailenin resmî tüm sorgulamalarına tuhaf ve tutarsız cevaplar veriyor. Açılan tüm dâvâlar herhangi bir sonuca bağlanamadan akim ya da hükümsüz kalıyor, karara bağlananlar ise uygulatılmıyor.

Atatürk’ün 1931’de AOÇ (Atatürk Orman Çiftliği) için Devlete verdiği arazilerin içinde “Çakıroğlu Çiftliği” de var. 1935’te Atatürk, yeğeni Mehmet Çakır adına hesap açıp İş Bankası ve Ziraat Bankasındaki hesaplardan buraya aktarım yapıyor. “1” numaralı tapu da bu sırada çıkartılıyor. Zaten tapuda, mâliyede, nüfusta, banka hesaplarında, aile hep “1, 2, 3, 4” numarasıyla kayıtlı. Ancak örneğin mâliyede 1 ve 2 no’lu dosyalar yok!

Ziraat Bankası, aileye otomobil kredisini, bankada çok büyük bir hesapları olduğu için veremediğini söylüyor ama aynı zamanda, hesabı da ailenin kullanımına açmıyor.

Yunan Genelkurmay Başkanı, kitabında, “Mustafa Kemal Malatyalıdır. Zübeyde Hanım, onun teyzesidir” diyor.

·       Bu kadar engellenmiş bir konuyu deşmek tehlikeli mi?

Bu konuyu yayınlamak isteyenler hep engellenmiş, vazgeçmiş. Ama neden olduğu belirsiz bir biçimde...

Görülen ama edinilemeyen nüfus kayıtları ile beynelmilel ansiklopedilerin belli bir yıla kadarki ifadeleri, Fevzi Çakmak’ın bu konuda söyledikleri, Mustafa Kemal’in okula başlama şekli ve Rüştiye’ye üçüncü sınıftan başlaması, aslında onun 1878-1879 doğumlu oluşunu teyit ediyor.

Babası bir devlet çalışanı… Devletin oğlu Mamo… Yani Çakıroğlu Mehmet Bey… Onun şehit olması ve ailenin eşkıyanın sürekli saldırı altında olması dolayısıyla Mamo’nun oğullarının bölgeden kaçırılması ile ilgili anlatılanlar, yine Ayşe Hanım’ın oğullarını Adana, Rumeli gibi farklı yörelere kaçırması, kendisinin Manastır’a gidip Mustafa’yı oradan sonra teyzesinin yanına, Selânik’e göndermesi birçok gizemi barındırıyor.

Kamuoyunda gündeme gelen ve Mustafa’nın Ali Rıza Bey’in oğlu olmayıp kendisi 5 yaşındayken, annesinin Ali Rıza Bey ile ikinci evliliğini yaptığı söylentisi ile kısmen tutarlı...

Serhan Aslantaş’ın anlattıkları çok ama çok önemli!

Göreceksiniz ki, Kadim Devletimizin rejim değişikliği ile yola devam edişine liderlik eden Çakıroğlu Mustafa, hem anne, hem baba tarafından Horasan kökenli, bin yıldır Devletimizin bizzat hizmetinde olan iki aileden gelmekte. Tabiî daha neler neler…


Asil Kan’da, muhtaç olduğumuz kudret mi mevcût?

·       Anladığım kadarıyla Serhan Aslantaş, bizzat ailenin bugünkü temsilcisi âdeta…

Serhan Aslantaş ve Çakıroğlu Sülâlesinin iddiası, benim de yaptığım analiz, araştırma ve istişâreler sonucunda inandığım bir iddiadır. Bu iddia resmî olarak doğrulanmayabilir, ancak ilk bölümde bizzat anlattıklarıma bir etkisi yok bunun.

·       Biraz karmaşık bir durum gibi sezinlenebilir ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun öz kimliğinin yanında daha çok Devletin felsefesinin ne olduğunun ortaya çıkması açısından özel bilgiler…

Bu kitabın ikinci bölümünü oluşturan sır dışında, Atatürk konusu karmaşık filan değildir. Çok açık ve nettir. Karmaşıklık, sadece kaos erbabının yönetim aracıdır. Gerçeği, önce bütünü daha basit sorgulamalar, akıl yürütmeler, modellemeler, kıyaslamalar ile çözüp, daha sonra ihtiyaca binaen detay irdelemek, olay ve olguların mantığını kavratacaktır. Değilse, bütünü ve büyük resmi kavrayamamışken detaylar, kaos erbâbının istediği yöne yönlendirmesiyle bölüp çatıştırma amacına hizmet eder.

·       Peki, Asil Kan’dan kasıt, Çakıroğlu Ailesinin kanı mı; açıklığa kavuşturalım dilerseniz…

Asil Kan, her bir insandır. Türklük, sadece bir milletin adı değil, bütün adamların, Âdemlerin birliğidir. O yüzden de başta da dedik, Gençliğe Hitabe’de “Ne mutlu Türk’üm diyene” tanımı vardır, “olana” değil. Amaç genetik, ırksal bir ortak kabul zorlaması değil, “insan olmak” bilgisine dair bir ortak noktaya gelme vurgusu yapmak. “Kendini Âdemlerin birliğine dâhil hissediyorsan, ne mutlu sana!” diyor. Yani bizim “kut”u, “tebliğ”i koruyan ve taşıyan ırk olma durumumuz ve Asil Kan ile anlattığımız, Musevilerin, sonra da Almanların seçilmişlik ve saf ırk bahislerinden farklı, hattâ tam tersi!

(Final bölümü haftaya…)