Cumhur İttifakı ilânihaye devam eder mi?

MHP’nin bu ittifakın varlığı için koyduğu tek şart, devletin varlığının güvence altında olmasıdır. Bu ortaklığı, başka hiçbir ön şarta ve mâkâm beklentisine bağlamak mümkün değildir. 2018 Seçimleri öncesinde AK Partililerin bile Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı yönündeki beklentisini elinin tersiyle iten Devlet Bahçeli, devletçi duruşunu tescillemişti. Şundan eminim ki, sistem oturana, güven sağlanana ya da taraflardan biri hedeften ayrılana kadar bu ittifak devam edecektir.

TÜRK siyâseti, 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından, onlarca yıldır özlenen bir ittifak sürecine girdi. Yenikapı’da yapılan Demokrasi ve Şehitler Mitingi, TBMM’de muhalefet görevi yapan CHP ve MHP’yi İktidarla aynı kürsüye taşımış, Türk bayrakları ile kırmızıya boyanan Yenikapı, düşmanın karşısına örülen güçlü bir sur olmuştu.

Daha sonraları “Yenikapı ruhu” olarak adlandırılacak o günkü atmosferde, “15 Temmuz bir uzlaşma kapısı araladı bize. 15 Temmuz’da artık yeni bir Türkiye vardır. Eğer biz bu gücü, bu uzlaşma kültürünü daha da ileriye taşıyabilirsek, çocuklarımıza güzel bir ülkeyi bırakmış olacağız” diyen Kılıçdaroğlu ve CHP’si, kısa süre sonra “kontrollü darbe” söylemlerinin ardına takılıp darbecilere karşı devleti savunmak yerine devlete karşı darbecileri savunma pozisyonuna geçti.

Tabiî ki bir AK Parti-CHP ittifakı değildi o günlerde de akıldan geçen. Beklenen, sadece ve sadece devletin bekası ve darbelerle kesilmeyecek bir demokrasinin inşâsına ana muhalefetin de harç taşımasıydı hayâl edilen; olmadı, olamazdı…

Ancak MHP, o tarihten daha iki sene önce ortak aday çıkararak ittifak yaptığı CHP ile aynı çapsızlığı göstermedi. Aslında bunu tam olarak MHP’nin politikası olarak okumak çok doğru olmayacaktır. Asıl kahraman, Yenikapı ruhuna sadık kalmak konusundaki kararlılığını, “Birliğimizi kıskançlıkla, kararlılıkla korumalıyız. Kutuplaşma ve cepheleşmeleri bıçak gibi kesmeliyiz” sözüyle mühürleyen Devlet Bahçeli’dir. Parti içindeki tüm karşı görüşlere, parçalanma ve küçülme riskini de göze alarak direnmiş ve bugün Cumhur İttifakı olarak hâlâ karşımızda dimdik duran cepheyi “bekâ” mücadelesinin olmazsa olmazı kabul etmiştir.

Birbirlerine siyâsî zeminde çok ağır lâflar etmiş iki liderin bugün aynı hedefte buluşmuş olması, vatanseverlik konusunda dünyaya verilmiş bir ders niteliğindedir. Yenikapı Mitingi üzerinden yaklaşık beş, resmî ittifak kurulmasının üzerinden ise üç yıl geçmiş olmasına rağmen siyâsî rakipleri, bu ikili arasındaki geçmiş diyalogları sık sık manşete taşıyarak ortalığı kızıştırmaktan geri durmamaktadır. Bu ittifakın kurulması ve hâlen devam edebilmesi üzerinden suçlanan tek kişi ise Bahçeli.

Muhalefet cephesi, Bahçeli’nin bir şantaj karşılığı ittifak yapmaya mecbur bırakıldığı konusunda neredeyse hemfikir. Bu konuda bizim fikrimiz ise çok net: Ahlâksız senaryolar üzerinden MHP’yi Cumhur İttifakı dışına çıkarmak mümkün değildir. Zira bu senaryoların aslı astarı yoktur. Bahçeli ve partisinin AK Parti ve Erdoğan ile olan birlikteliğinin amacı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış mihraklara karşı korumak, devleti ve vatan toprağını terörden temizlemektir.

Görüldüğü üzere, MHP’nin bu ittifakın varlığı için koyduğu tek şart, devletin varlığının güvence altında olmasıdır. Bu ortaklığı, başka hiçbir ön şarta ve mâkâm beklentisine bağlamak mümkün değildir. 2018 Seçimleri öncesinde AK Partililerin bile Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı yönündeki beklentisini elinin tersiyle iten Devlet Bahçeli, devletçi duruşunu tescillemişti. Şundan eminim ki, sistem oturana, güven sağlanana ya da taraflardan biri hedeften ayrılana kadar bu ittifak devam edecektir.

MHP ve AK Parti, farklı ideolojileri savunan partiler elbette. Nihaî hedefleri aynı olsa da bazı konularda farklı düşünmeleri kadar normal bir durum olamaz. Medya önünde çok konuşulmasa da Erdoğan ve Bahçeli’nin de anlaşamadığı konular var. MHP’nin 2018 seçim beyannamesine giren EYT’lilere destek vaadi gibi sonradan ikna olunup değişen politikaları hatırlıyoruz. Fakat hâlen farklı söylemlerle ittifakın geleceği konusunda tedirginliğe sebep olan konulardan da bahsetmek mümkün. Bunlardan en önemlileri Öğrenci Andı ve son olarak Montrö hakkındaki fikir ayrılıkları.

Cumhur İttifakı ortakları, kendilerini “milliyetçi muhafazakâr” olarak tanımlayan partiler. Hiçbirinin Cumhuriyet ile ilgili bir derdi olmadığı gibi, tarihî mirasımıza ve özellikle Osmanlı tarihine de sıkı sıkıya bağlılar. Ancak özellikle MHP, Atatürk milliyetçiliği ekseninde bir görüş benimseyip Mustafa Kemal’i tartışılmaz bulurken, AK Parti ise aynı ismi Cumhuriyet’in kurucusu olan bir lider, fakat kuruluştan sonraki dönem için bir siyâsî figür olarak kabul ediyor. Siyâsetçilerin tartışılmasının önünde de bir engel olmaması gerektiği fikri hâkim partide. Yani AK Parti’de ve tabanındaki genel kabul, İsmet Paşa nasıl siyâseten tartışılabiliyorsa Kemal Paşa’nın da tartışılabilir bir konumda olması yönündedir. İşte iki parti arasındaki bu bakış farkı, geçenlerde Öğrenci Andı konusunda net bir şekilde çıkmıştı karşımıza. AK Parti, bence “Atatürk’e tapınma” metni olarak algılanan andın kaldırılması konusunda Danıştay’dan istediğini almışken, MHP bu metni -sadece- içinde Atatürk ismi geçiyor diye neredeyse kırmızı çizgisi olarak ilân etmişti.

Öğrenci Andı ve Montrö anlaşmazlığı bir çatlak oluşturur mu?

Ve geçtiğimiz hafta 104 gâfil emeklinin sözde bildirisi çıktı karşımıza. Muhtıra kıvamındaki bildiriyi yazanlar, Montrö’yü Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri olarak kabul ederek Montrö’nün tartışmaya açılması üzerinden Hükûmet’i tehdit etme densizliğini göstermişlerdi.

Devlet Bahçeli, bu hâdsiz emekli tayfasına hâdlerini bildirmekte gecikmedi ve en ağır ifadelerle telin etti. Ancak hemen ardından Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yere göğe sığdıramayan, tartışılmasını mümkün görmediğini anlatan ifadeler sarf etti. Montrö, Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından ve Bahçeli’nin kırmızı çizgisi olarak çıktı karşımıza bir anda.

Salı günü yayınlanan makalemi kaleme aldığımda, Erdoğan henüz konuyla ilgili açıklaması yapmamıştı, dolayısıyla bildiriyle ilgili konuda bu topa girip girmeyeceğini bilmiyordum. Bu ortamda yazdığım fikirlerimin, Başkan Erdoğan tarafından da benzer cümlelerle ifade edilmiş olmasından dolayı gurur duydum hâliyle. Ancak önemli bir endişeye de sevk etti beni bu açıklamalar. Zira Bahçeli’nin (bence) sadece Mustafa Kemal imzaladı diye savunmaya çalıştığı sözleşme, Erdoğan’a göre elimizi kolumuzu bağlayan, Türkiye’nin lehine maddeler içermeyen ve zamanı geldiğinde tartışılması gereken bir sözleşmeydi.

Aslına bakarsanız, her iki lider için de bir bekâ sorunuydu Montrö; biri için varlığı, biri için yokluğu…

Endişem o ki, farklı açılardan bekâ sorunu olan bu mesele, devletin bekâsı için bir araya gelmiş iki lideri birbirinden uzaklaştırmasın! Bugün için böyle bir ayrılığa dair şartlar uygun değil. Zira devletin gücü şu anda Erdoğan’ın varlığına bağlı. Olası Erdoğan’sız bir denklemde, devletin başına geçecek kişi kesinlikle Bahçeli’nin onay vereceği bir isim olamaz. Tâ ki üçüncü bir sağ ittifak kurulana kadar…

Üçüncü ittifak mümkün mü?

“Bu mümkün müdür?” diye bakalım o hâlde…

Her ne kadar konuşulmaya başlanmış olsa da bugünkü şartlarda üçüncü ittifak çok akılcı görünmüyor.

Velev ki birileri bir çözüm yolu olarak gördü ve yeni bir sağ ittifak kurmaya gayret etti diyelim, mümkün olan en büyük ortaklık, MHP ve İyi Parti’nin bir araya gelmesi ile sağlanabilir. Yanlarına Saadet’i, DEVA’yı, Gelecek’i, DP’yi ve hatta BBP’yi alabildiklerini de varsayalım, ne olur? Yüzde 30’u zorlayabilecek bir blok çıkar ortaya.

Bu blok da diğer muhalefet blokları gibi ilk turda cumhurbaşkanı seçtirmeye yetmeyeceği için ikinci turda birileri ile ortak hareket etmek zorunda kalırlar.

Erdoğan’a karşı kurulan bir ittifakın Erdoğan ile ortaklık etmesi düşünülemeyeceğine göre, ikinci tur için CHP ve hatta HDP ile anlaşma zorunluluğu doğar. İyi Parti ile ortak olmasını bile içine sindiremeyeceğini zannettiğim, tanıdığımız Bahçeli’nin, bu son seçeneği aklına bile getirmeyeceğine kalıbımı basarım.

Hiç arzu etmem ama Cumhur İttifakı’ndaki muhtemel bir ayrılığın sonunda, bence olası tek alternatif MHP’nin tek başına hareket etmesi yani seçim ikinci tura kalırsa hiç kimse lehine kampanya yürütmemesidir.

Evet, 2018’e göre oylar değişmiş, iktidar partisi kendi içinden çok küçük de olsa iki parti doğurmuş ve seçim tarihinde 20 yıllık bir yıpranmaya maruz kalmış olacaktır. Ama o seçimde MHP’nin 5 buçuk milyon oy aldığını ve toplam geçerli oyun 50 milyon olduğunu düşünürsek, Erdoğan’ın devrilmesi için kalan 44 buçuk milyon oyun yarıdan bir fazlasının bir tek adayda toplanması gerekir ki bu da ancak memlekette AK Parti dışındaki bütün milliyetçi muhafazakâr seçmenin Erdoğan’ın karşısındaki adaya oy vermesiyle mümkün olur.

Biliyorum, bu hesaplar, hele ki seçime daha iki yıldan fazla süre varken doğru sonuçlara götürmeyebilir bizi. Ancak biliyoruz ki, mevcut siyâsî aritmetiği değiştirmenin tek yolu, sağ-sol-bölücü ayrımı yapmadan Erdoğan’ın karşısına tek blok olarak çıkmaktan geçer. Devlet Bahçeli ise kırmızı çizgilerini üst üste koyar ve hangi taraf o çizgiyi daha çok aşıyor, hangisi kendi millî hedeflerine daha çok hizmet ediyor görür ve ona göre karar verir.

“Daha önce çark etti ve AK Parti’ye yanaştı, yine yapabilir” diye düşünenler çok da heveslenmesinler. Milliyetçi Hareket’in lideri, Türkmen Beyi Bahçeli, millî irade aleyhine çark etmez!