TÜRK siyâseti, 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından,
onlarca yıldır özlenen bir ittifak sürecine girdi. Yenikapı’da yapılan Demokrasi ve Şehitler Mitingi, TBMM’de muhalefet görevi
yapan CHP ve MHP’yi İktidarla aynı kürsüye taşımış, Türk bayrakları ile
kırmızıya boyanan Yenikapı, düşmanın karşısına örülen güçlü bir sur olmuştu.
Daha sonraları “Yenikapı ruhu” olarak adlandırılacak o
günkü atmosferde, “15 Temmuz bir uzlaşma kapısı araladı bize. 15 Temmuz’da
artık yeni bir Türkiye vardır. Eğer biz bu gücü, bu uzlaşma kültürünü daha da
ileriye taşıyabilirsek, çocuklarımıza güzel bir ülkeyi bırakmış olacağız” diyen
Kılıçdaroğlu ve CHP’si, kısa süre sonra “kontrollü darbe” söylemlerinin ardına
takılıp darbecilere karşı devleti savunmak yerine devlete karşı darbecileri
savunma pozisyonuna geçti.
Tabiî ki bir AK Parti-CHP ittifakı değildi o günlerde
de akıldan geçen. Beklenen, sadece ve sadece devletin bekası ve darbelerle kesilmeyecek
bir demokrasinin inşâsına ana muhalefetin de harç taşımasıydı hayâl edilen;
olmadı, olamazdı…
Ancak MHP, o tarihten daha iki sene önce ortak aday
çıkararak ittifak yaptığı CHP ile aynı çapsızlığı göstermedi. Aslında bunu tam
olarak MHP’nin politikası olarak okumak çok doğru olmayacaktır. Asıl kahraman,
Yenikapı ruhuna sadık kalmak konusundaki kararlılığını, “Birliğimizi
kıskançlıkla, kararlılıkla korumalıyız. Kutuplaşma ve cepheleşmeleri bıçak gibi
kesmeliyiz” sözüyle mühürleyen Devlet Bahçeli’dir. Parti içindeki tüm karşı
görüşlere, parçalanma ve küçülme riskini de göze alarak direnmiş ve bugün
Cumhur İttifakı olarak hâlâ karşımızda dimdik duran cepheyi “bekâ”
mücadelesinin olmazsa olmazı kabul etmiştir.
Birbirlerine siyâsî zeminde çok ağır lâflar etmiş iki
liderin bugün aynı hedefte buluşmuş olması, vatanseverlik konusunda dünyaya verilmiş
bir ders niteliğindedir. Yenikapı Mitingi üzerinden yaklaşık beş, resmî ittifak
kurulmasının üzerinden ise üç yıl geçmiş olmasına rağmen siyâsî rakipleri, bu
ikili arasındaki geçmiş diyalogları sık sık manşete taşıyarak ortalığı
kızıştırmaktan geri durmamaktadır. Bu ittifakın kurulması ve hâlen devam
edebilmesi üzerinden suçlanan tek kişi ise Bahçeli.
Muhalefet cephesi, Bahçeli’nin bir şantaj karşılığı
ittifak yapmaya mecbur bırakıldığı konusunda neredeyse hemfikir. Bu konuda
bizim fikrimiz ise çok net: Ahlâksız senaryolar üzerinden MHP’yi Cumhur
İttifakı dışına çıkarmak mümkün değildir. Zira bu senaryoların aslı astarı
yoktur. Bahçeli ve partisinin AK Parti ve Erdoğan ile olan birlikteliğinin
amacı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış mihraklara karşı korumak,
devleti ve vatan toprağını terörden temizlemektir.
Görüldüğü üzere, MHP’nin bu ittifakın varlığı için koyduğu
tek şart, devletin varlığının güvence altında olmasıdır. Bu ortaklığı, başka
hiçbir ön şarta ve mâkâm beklentisine bağlamak mümkün değildir. 2018 Seçimleri
öncesinde AK Partililerin bile Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacağı yönündeki beklentisini
elinin tersiyle iten Devlet Bahçeli, devletçi duruşunu tescillemişti. Şundan
eminim ki, sistem oturana, güven sağlanana ya da taraflardan biri hedeften
ayrılana kadar bu ittifak devam edecektir.
MHP ve AK Parti, farklı ideolojileri savunan partiler
elbette. Nihaî hedefleri aynı olsa da bazı konularda farklı düşünmeleri kadar normal
bir durum olamaz. Medya önünde çok konuşulmasa da Erdoğan ve Bahçeli’nin de
anlaşamadığı konular var. MHP’nin 2018 seçim beyannamesine giren EYT’lilere
destek vaadi gibi sonradan ikna olunup değişen politikaları hatırlıyoruz. Fakat
hâlen farklı söylemlerle ittifakın geleceği konusunda tedirginliğe sebep olan
konulardan da bahsetmek mümkün. Bunlardan en önemlileri Öğrenci Andı ve son
olarak Montrö hakkındaki fikir ayrılıkları.
Cumhur İttifakı ortakları, kendilerini “milliyetçi
muhafazakâr” olarak tanımlayan partiler. Hiçbirinin Cumhuriyet ile ilgili bir
derdi olmadığı gibi, tarihî mirasımıza ve özellikle Osmanlı tarihine de sıkı
sıkıya bağlılar. Ancak özellikle MHP, Atatürk milliyetçiliği ekseninde bir
görüş benimseyip Mustafa Kemal’i tartışılmaz bulurken, AK Parti ise aynı ismi
Cumhuriyet’in kurucusu olan bir lider, fakat kuruluştan sonraki dönem için bir siyâsî
figür olarak kabul ediyor. Siyâsetçilerin tartışılmasının önünde de bir engel
olmaması gerektiği fikri hâkim partide. Yani AK Parti’de ve tabanındaki genel
kabul, İsmet Paşa nasıl siyâseten tartışılabiliyorsa Kemal Paşa’nın da
tartışılabilir bir konumda olması yönündedir. İşte iki parti arasındaki bu
bakış farkı, geçenlerde Öğrenci Andı konusunda net bir şekilde çıkmıştı
karşımıza. AK Parti, bence “Atatürk’e tapınma” metni olarak algılanan andın
kaldırılması konusunda Danıştay’dan istediğini almışken, MHP bu metni -sadece-
içinde Atatürk ismi geçiyor diye neredeyse kırmızı çizgisi olarak ilân etmişti.
Öğrenci Andı ve Montrö anlaşmazlığı bir çatlak oluşturur mu?
Ve geçtiğimiz hafta 104 gâfil emeklinin sözde
bildirisi çıktı karşımıza. Muhtıra kıvamındaki bildiriyi yazanlar, Montrö’yü
Cumhuriyet’in en büyük kazanımlarından biri olarak kabul ederek Montrö’nün
tartışmaya açılması üzerinden Hükûmet’i tehdit etme densizliğini
göstermişlerdi.
Devlet Bahçeli, bu hâdsiz emekli tayfasına hâdlerini
bildirmekte gecikmedi ve en ağır ifadelerle telin etti. Ancak hemen ardından
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni yere göğe sığdıramayan, tartışılmasını mümkün
görmediğini anlatan ifadeler sarf etti. Montrö, Cumhuriyet’in en büyük
kazanımlarından ve Bahçeli’nin kırmızı çizgisi olarak çıktı karşımıza bir anda.
Salı günü yayınlanan makalemi kaleme aldığımda,
Erdoğan henüz konuyla ilgili açıklaması yapmamıştı, dolayısıyla bildiriyle
ilgili konuda bu topa girip girmeyeceğini bilmiyordum. Bu ortamda yazdığım
fikirlerimin, Başkan Erdoğan tarafından da benzer cümlelerle ifade edilmiş olmasından
dolayı gurur duydum hâliyle. Ancak önemli bir endişeye de sevk etti beni bu
açıklamalar. Zira Bahçeli’nin (bence) sadece Mustafa Kemal imzaladı diye
savunmaya çalıştığı sözleşme, Erdoğan’a göre elimizi kolumuzu bağlayan,
Türkiye’nin lehine maddeler içermeyen ve zamanı geldiğinde tartışılması gereken
bir sözleşmeydi.
Aslına bakarsanız, her iki lider için de bir bekâ
sorunuydu Montrö; biri için varlığı, biri için yokluğu…
Endişem o ki, farklı açılardan bekâ sorunu olan bu
mesele, devletin bekâsı için bir araya gelmiş iki lideri birbirinden
uzaklaştırmasın! Bugün için böyle bir ayrılığa dair şartlar uygun değil. Zira
devletin gücü şu anda Erdoğan’ın varlığına bağlı. Olası Erdoğan’sız bir
denklemde, devletin başına geçecek kişi kesinlikle Bahçeli’nin onay vereceği
bir isim olamaz. Tâ ki üçüncü bir sağ ittifak kurulana kadar…
Üçüncü ittifak mümkün mü?
“Bu mümkün müdür?” diye bakalım o hâlde…
Her ne kadar konuşulmaya başlanmış olsa da bugünkü
şartlarda üçüncü ittifak çok akılcı görünmüyor.
Velev ki birileri bir çözüm yolu olarak gördü ve yeni
bir sağ ittifak kurmaya gayret etti diyelim, mümkün olan en büyük ortaklık, MHP
ve İyi Parti’nin bir araya gelmesi ile sağlanabilir. Yanlarına Saadet’i,
DEVA’yı, Gelecek’i, DP’yi ve hatta BBP’yi alabildiklerini de varsayalım, ne
olur? Yüzde 30’u zorlayabilecek bir blok çıkar ortaya.
Bu blok da diğer muhalefet blokları gibi ilk turda
cumhurbaşkanı seçtirmeye yetmeyeceği için ikinci turda birileri ile ortak
hareket etmek zorunda kalırlar.
Erdoğan’a karşı kurulan bir ittifakın Erdoğan ile
ortaklık etmesi düşünülemeyeceğine göre, ikinci tur için CHP ve hatta HDP ile
anlaşma zorunluluğu doğar. İyi Parti ile ortak olmasını bile içine
sindiremeyeceğini zannettiğim, tanıdığımız Bahçeli’nin, bu son seçeneği aklına
bile getirmeyeceğine kalıbımı basarım.
Hiç arzu etmem ama Cumhur İttifakı’ndaki muhtemel bir
ayrılığın sonunda, bence olası tek alternatif MHP’nin tek başına hareket etmesi
yani seçim ikinci tura kalırsa hiç kimse lehine kampanya yürütmemesidir.
Evet, 2018’e göre oylar değişmiş, iktidar partisi
kendi içinden çok küçük de olsa iki parti doğurmuş ve seçim tarihinde 20 yıllık
bir yıpranmaya maruz kalmış olacaktır. Ama o seçimde MHP’nin 5 buçuk milyon oy
aldığını ve toplam geçerli oyun 50 milyon olduğunu düşünürsek, Erdoğan’ın
devrilmesi için kalan 44 buçuk milyon oyun yarıdan bir fazlasının bir tek
adayda toplanması gerekir ki bu da ancak memlekette AK Parti dışındaki bütün
milliyetçi muhafazakâr seçmenin Erdoğan’ın karşısındaki adaya oy vermesiyle
mümkün olur.
Biliyorum, bu hesaplar, hele ki seçime daha iki yıldan
fazla süre varken doğru sonuçlara götürmeyebilir bizi. Ancak biliyoruz ki,
mevcut siyâsî aritmetiği değiştirmenin tek yolu, sağ-sol-bölücü ayrımı yapmadan
Erdoğan’ın karşısına tek blok olarak çıkmaktan geçer. Devlet Bahçeli ise
kırmızı çizgilerini üst üste koyar ve hangi taraf o çizgiyi daha çok aşıyor,
hangisi kendi millî hedeflerine daha çok hizmet ediyor görür ve ona göre karar
verir.
“Daha önce çark etti ve AK Parti’ye yanaştı, yine yapabilir” diye düşünenler çok da heveslenmesinler. Milliyetçi Hareket’in lideri, Türkmen Beyi Bahçeli, millî irade aleyhine çark etmez!