Covid-19’dan gölge oyunu: Güneş tepeden doğdu

Sağlık Bakanlığı çok iyi çalışmıştı ama kurumların tamamında koordinasyonu sağlayan bir Başkan var artık sistemde. Anlık karar alıp uygulama yetkisiyle, Meclis’ten geçmesi haftalar alabilecek kararları almaya müsaade etti bu sistem. Eksikleri olsa da gerek sınır ötesi operasyonlarda, gerekse bu tür kriz ve kaos ortamlarında hızlı hareket etmenin avantajlarını test etmiş olduk hep birlikte.

BİLİRSİNİZ, güneş ışınlarının yeryüzüyle olan dar açısı küçüldükçe güneşi gören yerdeki maddenin gölgesi büyür, ışınlar dik açıya yaklaştıkça gölge küçülür.

Tüm dünyaya korku salan yeni tip Koronavirüs, Türkiye’de de enfekte olanların ve ölümlerin sayılarıyla konuşulmaya başlandı sonunda. Bireysel seyahatin bu kadar yoğun olduğu yeni dünya düzeninde Türkiye’nin de bir şekilde etkilenmemesi imkânsıza yakın bir ihtimâldi zaten. İşte bu yüzden Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, virüsün henüz tespit edilmediği günlerde bile neredeyse her konuşmasında “Bize de gelecek!” vurgusunu yaptı.

Tüm önlemler, virüsle biraz daha geç tanışmamız üzerine yoğunlaşmıştı. Süre baştan kestirilememiş olsa da bu tanışmamızın, sınır komşularımızdan ve bugün virüsle boğuşan dünyanın neredeyse tüm ülkelerinden sonra olması büyük bir avantaj olarak değerlendirilmeli. Virüsün Türkiye’ye girişinin geciktirilmesindeki en büyük etken de elbette Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu’nun, olayı Ocak başından beri son derece ciddiye alması oldu.

Hatırlarsınız, Ocak 2020, Çin’deki yayılmanın kâbusa dönüştüğü dönem… Henüz Uzak Doğu dışında kimsenin önemsemediği bu salgın için daha o zaman Bilim Kurulu oluşturarak ciddiyetini göstermişti Bakanlık.

Ancak tedbirler 11 Mart’a kadar korudu ülkemizi. Bu tarihte açıklanan ilk vakanın ardından, toplumun neredeyse her kesiminden övgüler aldı Bakan Koca ve ekibi. Aslında ilk olarak 7 Mart’ta muhalif bir televizyon kanalına konuk olan Meral Akşener ile başladı tebrik furyası.

Akşener, “En küçük bir şey oluyor. Çıkıyor, fotoğraf veriyor. Bu iyi bir şey. Bu hakkı teslim etmemiz lâzım. Bu konuda enfeksiyon hastalıklarında uzman hocaları topladı, onlarla ilgili ekip kurdu. Bu iyi bir tutum, dolayısıyla bu hakkı Sağlık Bakanlığı’na teslim etmek lâzım” diyor, Bakan da kendisine sosyal medyadan teşekkür cevabı veriyordu.

Bunu, ayın 11’inde Temel Karamollaoğu ve Fatih Portakal’ın, ertesi gün CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın teşekkürleri izledi ve biz siyaset kültürü adına mutlu olduk.  Mutlu olduk, çünkü CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay’ın, “Bu Hükûmet dünyanın en doğru işini bile yapsa, bizim bu Hükûmet’i alkışlayacak hâlimiz yok. Milletin bize verdiği görev bu kardeşim!” dediği günleri de hatırlıyoruz biz.

Fakat itiraf etmeliyim ki, beni en çok şaşırtan, Eren Erdem’in sosyal medya üzerinden yaptığı, “Okulların tatil edilmesi, doğru. Pilot hastanelerin seçimi, doğru. Bilim Kurulu’nun oluşumu, doğru. Bazı etkinliklerin iptali, doğru. Kamu spotları ve bilgilendirmeler, doğru. Anlık bilgilendirmeler, doğru. Bir muhalif olarak Sağlık Bakanlığı’nı kutluyorum. Hiç fena değiller...” açıklaması oldu.  

Ancak herkesin atladığı ya da itiraf etmekten imtina ettiği bir gerçek vardı bu süreçte: “Başkanlık Sistemi”…

Evet, Sağlık Bakanlığı çok iyi çalışmıştı ama kurumların tamamında koordinasyonu sağlayan bir Başkan var artık sistemde. Anlık karar alıp uygulama yetkisiyle, Meclis’ten geçmesi haftalar alabilecek kararları almaya müsaade etti bu sistem. Eksikleri olsa da gerek sınır ötesi operasyonlarda, gerekse bu tür kriz ve kaos ortamlarında hızlı hareket etmenin avantajlarını test etmiş olduk hep birlikte.

Siyasetin tepesindeki bu olumlu rüzgârın aksine, sosyal medya kaos beklentilerini fütursuzca yayanlarla dolu. Gerek gerçek dışı haberler servis ederek, gerekse büyüyen rakamlar üzerinden Hükûmet’i yıpratma operasyonu devam ediyor.

Virüs Türkiye’ye gelmeden önce neredeyse, “Bizim İtalya’dan ne eksiğimiz var? Bizim niye virüsümüz yok?” dercesine virüs beklentisi içinde olanlar, şimdi de Bakanlığın açıkladığı rakamların gerçeği yansıtmadığı, tablonun çok daha kötü olduğu iddialarıyla gündem oluşturma çabasındalar. 11 Mart’taki ilk açıklamanın da Dünya Bankası ve IMF’nin yardım imkânlarından faydalanmak adına yapıldığını iddia edecek kadar küçülenler olmuştu hatırlarsanız.

***

Dedik ya, güneş tepeden doğdu. Ve güneş batıncaya kadar gölge büyümeye devam edecek. Sıfırdan başlayıp bir haftada yaklaşık 200 pozitif sonuca ulaştık. Maalesef ben bu satırları yazdığım sırada da ikinci ölüm haberini verdi Bakan Koca.

Virüsün yayılma hızını azaltmak adına vatandaşın alacağı önlemler sınırlı ancak önemli. Israrla bu önlemler konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor. Korku boyutunda yeteri kadar bilinçlendiğimiz, sokakların boşalmasından belli; ama tedbirlere ne kadar riayet ettiğimiz konusunda şüphelerim var.

Umre’den dönüşünün bir hafta sonrasında bir partiliyi, henüz 14 günlük kritik süre dolmadan ve de ilk vakanın ilânından iki gün sonra, Bakanlığın yalvarırcasına uyarılarına rağmen ziyaret eden AK Partililerin de iyi örnek olmadığını not düşmek zorundayım buraya.

***

Geçen bir hafta içinde vatandaşı direkt etkileyen bir dizi önlem açıklandıktan sonra, geçtiğimiz Çarşamba günü de ekonomik önlemleri sıraladı Erdoğan.

“Paramız kalmadı” diyenlere inat, 100 milyar liralık bir destek paketini tek tek anlattı Başkan.

Birçok sektörün krizden minimum düzeyde etkilenmesine yardımcı olacak bu pakette birkaç eksik gözüme çarptı benim.

Öncelikle çalışanlar çok tatmin olmadı bu açıklamalardan. Zira üzerinde çalışıldığı söylenen tedbir konusunda herhangi bir ön vaat yok ortada. Kahvehanede, kafeteryada yevmiye ile çalışan, dolayısıyla sürekli bir iş akdi olmayanların durumu üç günde içler acısı, sonrası meçhul!

Dükkân kapatmak zorunda kalan küçük esnafın, işinden olan işçinin ödeyemeyeceği ve aynı sebeple mülk sahibinin alamayacağı kiralar kâbus…

Çocuğunu okula, kreşe gönderip işine giden ailelerin çocuklarını şimdi nerede tutacaklarına dair bir öneri de yok maalesef. Yaşadığımız bu olağanüstü durumun en az can kaybı ile atlatılmasına yönelik alınan önlemlerde bir sakınca yok. Hattâ gerekirse çok daha sert önlemlere bile başvurmak gerekebilir.

Ancak kişisel zararları bertaraf ederken kredi borcu olana verip borcu olmayana desteği unutmak, sanayiciyi düşünüp esnafı yok saymak, memuru düşünüp garsonu akıl etmemek olmaz. Devlet, altından kalkabileceği kadar yükü sırtlanmalı, ancak herkese eşit destek sağlamalıdır.

Umuyorum ki, bir musibet bin nasihatten evlâ olur ve hem devlet, hem de vatandaş, üzerine düşeni yerine getirir bundan sonra.