Covid-19 diyor ki

Neden bunca güzellik çekilip alınıverdi elimizden? Neden gözle görülemeyecek kadar minik bir virüs tüm dünya insanlarını renklerden, hayattan, güneşten, şehirlerden, dükkânlardan, parklardan mahrum kalmasını sağladı? Neden, dört duvar arası bir yaşamak düştü bahtımıza?

DOLU dolu yaşardık.

Biraz pervasız, hep bilindik adımlarla arşınlardık dünyayı…

Hem birbirimize pek tahammülümüz yoktu, hem birbirimizin kalabalığından beslenirdik…

Kavga etmelere teşneydik, asabımız tez bozulurdu. En çok da en sevdiklerimizin kalbine düşerdi sesimiz, sözümüz yanardağdan fışkıran lav gibi…

Sonra “keşke”lerden bir yumak ve pişmanlıktan bir tığ ile giyince hiç yakışmayacağını bildiğimiz bir hırka örerdik kendimize… 

Kafeler, AVM’ler, caddeler dolup taşardı bizimle. İki kişi bir araya geldik mi, yaşadığımız şehri terk edip dinlenmekten söz ederdik. Hani şöyle iki gün kaçabilseydik…

Öte yandan hıza sevdâlıydı bir yanımız, asfaltı inletirdik…

Telâş eteklerimizden sarkar, paçalarımıza bir zamansızlık bulaşırdı.

Kimimiz huşû ile kılardı namazını, kimimiz iki kaşın arasında…

Öyle eşle dostla telefonda pek konuşmazdık uzun uzadıya…

Bol gruplu WhatsApp vardı telefonlarımızda. Yazışırdık hâl diliyle değil, hâliyle…

Ve bir gün hiç tanımadığımız bir yabancı çaldı kapımızı. Üstelik birimizin değil, hepimizin, bütün insanlığın kapısını aynı anda çalacak kadar devâsa, gözle görülmeyecek kadar minikti gelen…

Tuhaftı yani!

Ve birden, âniden ezberimiz bozuluverdi…

***

Ülkemizde Coronavirüs’ten ilk can kaybını 11 Mart 2020 tarihinde verdiğimizden beridir, inanıyorum ki, pek çoğumuz bu tehdit hakkında çok şey okuduk, dinledik ve pek çok şey öğrendik.

 

Devlet yetkililerimizin tedbir çağrılarına riayet etmek, Hükûmetimizin geliştirdiği tedbir uygulamalarına sevinmek, sağlık ekiplerimizin gayretine şükretmek gibi güzelliklerle umudumuzu yeşerttik.

Öngörülen tedbir kuralarını dikkate almayanlara eseflendik, esefleneceğiz…

Çoğumuz, “Evde kal” tavsiyesini dikkate aldık ve çok da iyi yaptık. Kimimiz tüm uyarılara rağmen hâlâ pek cesur.

Sokağın gürültüsünden uzakta, sevdiklerimizle aynı çatı altında olmak bize iyi geldi. Hattâ Türk milletinin o muhteşem zekâsı harekete geçti ve Coronavirüs ile ilgili esprilere denk geldik, gülümsedik.  

***

“Yorgunum” nidâlarıyla hızla geçtiğimiz caddeleri ve sokakları şimdi balkonlarımızdan, pencerelerimizden izliyoruz.

Işıl ışıl caddeler tenha…

Sokaklarda çocuk sesi yok.

Zerzevatçılar geçmiyor, yaşlı bir amca namaza gitmiyor, berber dükkânının önünde askıda havlular salınmıyor.

Kahvelerden çay kaşığı sesi duyulmuyor.

Hızımızdan yorulan şehir sanki uyuyor.

Söylenerek yol aldığımız trafiğin yoğunluğundan da kurtulduk. “Oh ne güzel!” diye geçireniniz var mı içinden? 

Büyük AVM’lerin ışıkları da söndü. Ne olacak şimdi?

İnsanlar terk ederdi şehirleri benim bildiğim, şimdi şehirlerimiz bizi terk eder gibi…

Bitti mi? Hayır!

Cemreler düşeli çok oldu. Şimdi mevsim bahar olmalıydı, değil mi?

Öyle aslında... Ama biz mevsimin baharına kapılarımızı örtmek zorundayız şimdi?

Hattâ şimdi biz, bir mahpushane şarkısının içinden geçer gibiyiz: “Dışarda mevsim baharmış/ Gezip dolaşanlar varmış/ Günler su gibi akarmış/ Geçmiyor günler geçmiyor…”

Şeftali ağaçları pembe çiçekleriyle mahzun şimdi; seyredeni, fikredeni, şükredeni yok gibi…

Dalları beyaz çiçeklerle donanmış erik ağaçları hüzünlü bir baharın habercisi sanki…

Çingene kızlar, kucaklarında eflâtun sümbüller, sarı-beyaz nergisler, mor leylaklar satmıyor. Çünkü alanı yok, ne acı!

Küçük bir çocuk, avuçları arasına sığdırdığı limonlarla peşimiz sıra yürümüyor, tezgâhlarda sebzelerin ve meyvelerin lîsan-ı hâlleriyle Yaratıcının sanatını izhar eden renkleri ve şekilleri, yitik bir tablo gibi çekiliverdi hayatımızdan… Çünkü pazar kurulmuyor artık semtlerimizde.

Yine gökyüzüne ezanlar yükseliyor minarelerimizden ama bu defa bu çağrıda bir şerh, bir ruhsat var. Gidesimiz var; gidip, caminin avlusundan geçip, mihraba dönüp secde edesimiz var. Ama nafile! Camilerin kapılarına kilit vuruldu vurulalı her vakti camide kılasımız var gibi, değil mi?

Artık evlerimiz secdegâhımız… Yan yana saf tutamamanın “keşke”sini taşıyor omuzlarımız.

Gidemediği yolların yorgunu şimdi ayaklarımız.

Ah, en çok da Kâbe-i Muazzama’nın tenhalığı büküyor boynumuzu.

Maddenin etrafında tavaf eder olduğumuzdan mı yitirdik mânâya meftun tavaflarımızı…

Neden bunca güzellik çekilip alınıverdi elimizden?

Neden gözle görülemeyecek kadar minik bir virüs tüm dünya insanlarını renklerden, hayattan, güneşten, şehirlerden, dükkânlardan, parklardan mahrum kalmasını sağladı?

Neden, dört duvar arası bir yaşamak düştü bahtımıza?

Tüm bu isyandan uzak, anlama çabasından mülhem “Neden?” sorularımızın cevabını Covid-19’dan dinleyelim, bakalım ne söylüyor:

***

“Merhaba, benim adım Covid-19… Ama siz beni Coronavirüs olarak tanıyorsunuz.

Uyarmadan geldiğim için affedin. Ama ne zaman, hangi şekilde ve ne güçte geleceğim hakkında sizi bilgilendirmek benim elimde olan bir şey değil.

Neden mi buradayım? Buradayım, çünkü bıkmıştım.

Sizin, ‘sunulanla’ iyi şeyler yapmak yerine gelişiminizi nasıl da gerilettiğinizi izlemekten bıkmıştım.

Kendinizi kendi ellerinizle durmaksızın mahvedişinizi izlemekten bıkmıştım.

Bu gezegene yaptığınız muameleyi görmekten bıkmıştım.

Birbirinize nasıl davrandığınızı görmekten, şiddetiniz, savaşlarınız kişilerarası çatışmalarınız, önyargılarınız, ikiyüzlülüklerinizden yorulmuştum.

Sosyal kıskançlıklarınızdan, egoistliğinizden, kendinize ve ailenize ne kadar az zaman ayırdığınızı görmekten bıkmıştım.

Çocuklarınıza ne kadar az vakti armağan ettiğinizi görmekten, yüzeysel şeylere ne çok değer verdiğinizi görmekten bıkmıştım.

Ve önemli işlere ne kadar az ilgi gösterdiğinizi, kendinizi daha önemli hissetmek için sürekli en güzel elbise, en yeni telefon, en hızlı araba arayışlarınızdan bıkmıştım.

Birbirinize ettiğiniz ihanetleri ve birbirinize karşı ne kadar umursamaz olduğunuzu görmekten bıkmıştım.

Birbirinizle iletişim kurmak için ne kadar az zaman ayırdığınızı görmekten, devamlı yakınmalarınız, memnuniyetsizlikleriniz ve bunları değiştirmek için hiçbir şey yapmayışlarınızdan…

Biliyorum, size karşı acımasızım. Belki de çok acımasız… Ama kimsenin gözünün içine bakmıyorum. Çünkü ben bir virüsüm.

Size göstermek istediğim şey çok basit. Size, yaşadığınız sosyal sınırları göstermek istedim. Onları ilelebet ortadan kaldırabilmeniz için her şeyi bilerek durma noktasına getirdim. Çünkü artık tüm enerjinizi tek önemli olana harcamanızı istiyorum. Çok basit; yaşam, sizin yaşamınız… Ve çocuklarınızınki… Paylaşmak, okşamak ve korumak…

Sizi bilerek evlerinizde izole edilmiş, ebeveynlerinizden, dedeleriniz ve ninelerinizden, çocuklarınızdan, torunlarınızdan ayrı tutmak istedim. Bir sarılmanın, bir insan temasının, diyaloğun ne kadar değerli olduğunu nihâyet anlayın diye… Arkadaşlarla geçirilen bir akşamın ya da parkta, temiz havada bir yürüyüşün…

Yeni başlangıcın bu olması gerek.

Hepiniz eşitsiniz. Lütfen aranızda ayırım yapmayın!

Ben sadece geçiyorum. Ama birliktelik ve sevginin hissi, iş birliği… Ben bunlara kısacık sürede ulaştım. Bu sonsuza dek sürsün.

Hayatlarınızı mümkün olduğunca basit yaşayın. Nefes alın, iyi şeyler yapın. Doğanın tadını çıkarın. Hoşunuza giden ve sizi dolduran şeyleri yapın.

Siz tekrar yaşamaya ve kutlamalara başladığınızda, ben gitmiş olacağım. Ama sizler hiçbir zaman iyi insanlar olmayı unutmayın!”*

 

------------------------

*Bu metin, 3 dakika 27 saniyelik, Almanca seslendirilmiş bir videonun çözümlenmiş hâlidir.