Coronavirüs temelinde “güven” kavramına yönelik komplo teorileri

Güven meselesi bir tercih değil, hepimizin ortak mecburiyetidir! Eminim hatırlarsınız; hani sürüye kurt saldırdığını söyleyip köylüyü kandıran, sonra da kurt gerçekten saldırınca köylüyü inandıramayıp sürüsünden olan “Yalancı Çoban” hikâyesi vardı... Buna benzer hikâyelerin kahramanları ve olayları değişse de özü hep aynı. Ve kural, işlemeye devam ediyor…

CORONAVİRÜS türünden salgın hastalıklar, deprem ve çığ düşmesi gibi toplumsal olaylar göstermiş olmalı ki; güven, olmazsa olmaz bir duygudur. Güvenin tesisi zor, muhafazası zahmetli ve mevcûdiyeti ise bereketlidir.

Gerek bütün dünyayı ilgilendiren, gerek bölgesel seviyede, gerekse iki kişinin arasındaki yaşantılarda, hâdise veya durumlarda, güvenin olmadığı şartlarda komplo teorileri kaçınılmaz olur.

Parasal anlamda bu durumu tasvir eden şu olayı hiç unutmuyorum: A kişi bir mal alacak ve karşılığında vadeli çek verecek. Elinde başkasının çeki de var, kendi çeki de. Kendi çekinin vadesi elindeki diğer çekten daha kısa. Çek karşılığı mal almak istediği satıcıya, “Elimde A kişinin çeki var ve vadesi 3 ay… Benim kendi çekim de var ama onun vadesi 6 ay… Ödemeyi hangisiyle yapayım?” diye sorar. Satıcı tereddütsüz der ki, “Abi, senin çekin olsun, istersen 6 ay olsun”. Böylece alıcı 3 ay fazladan ve ilâve para ödemeden kredi kullanmış oluyor.

***

Güven duygusu belki elle tutulup gözle görülmez, fakat sonuçları öyle somuttur ki, yokluğunda felâketi fark ediliverir hemen.

Beni her fırsat buldukça kandıran biri, “O tarafa gitme, çığ tehlikesi var” dese ne kadar güvenebilirim?

Deprem sonrası ısıtıcı dağıtan ve kayırmacılığıyla tanıdığım bir devlet memuru, “Isıtıcı kalmadı” dese güvenebilir miyim sizce? Bir belediye yönetimi seçim öncesi ulaşımda fiyatları indirir ve seçimin üzerinden 1 sene geçmeden aradaki fiyat artışlarının kat kat üstünde zam yaparsa, gözümde kredibilitesi kalmış mıdır? Böyle kendi kredibilitesini, kendine olan güveni yok edenler var da, birçok yolla başkasına olan güveni dinamitleyenler yok mu acaba?

***

MİT yöneticilerinden rahmetli Mahir Kaynak, “Bir olayın arkasındakileri bulmak için kimin ondan faydalandığına bakmak lâzım” derdi. Şu an birçok analist, sadece bu ihtimâli göz önünde tutup komplo teorileri üretiyor.

Coronavirüs salgını sebebiyle Çin ekonomisi ciddî bir sarsıntı geçiriyor. Bundan en çok kim fayda görüyorsa, biyolojik silah üretimi kapsamında onların bunu yaptığı kanaatini paylaşıyorlar. Sonra biyolojik silahı yaptığı iddia edilen ülkeler de zarar görünce, hem söylediklerine güven kalmıyor, hem de kastettiklerine karşı gerçeğin dışında farklı bir kanaat oluşmasına yol açıyorlar.

İmam-ı Buharî’nin bir kişide bir hadîs olduğunu duyduğu ve ondan bu hadîsi öğrenmek için 2 aylık yol gittiği söylenir. O kişinin yanına vardığında onun bir davranışına şâhit olur (atını çağırırken elini sanki yem verecekmiş gibi yapmaktadır); İmam-ı Buharî’ye göre o kişi atı kandırmaktadır. Bu kişinin yeteri kadar güvenilir olmadığını düşünür ve o hadîsi almaktan vazgeçer.

(Belki aktaracağı hadîs doğruydu. Fakat kendi kendinin kredibilitesini yok edince, doğru olan hadîse karşı güveni de yok etti.)

Bizler de konuşurken üslûbumuzla, anlattıklarımızla, yazıp çizdiklerimizle başka kişiler veya kurumlar hakkında bu şekilde güveni yok ediyor muyuz acaba?

***

Şu anda, “Şu kadar Coronavirüslü kişi varmış ama panik olmasın diye Sağlık Bakanlığı açıklamıyormuş” gibi şeyler çok fazla söyleniyor.

Ya Rabbi, ne kadar lüzumsuz bir durumdur bu!

Yahu kardeşim, Coronavirüsten 10 bin kişi ölse, bu yapılandan daha fazla ne yapılır? Şüpheli 100 bin kişi olsa, bu alınanlardan daha fazlası mı marketlerden alınacak?

Diyelim ki öyle, bunu bilmenin veya gizlemenin kime ne kazandıracağı sanılıyor? Sadece konuşacağımız magazin malzemesi artmış olacak, o kadar!

Buna da gerek yok; biz konuşmak, sosyal medyaya yazmak istedikten sonra dünya kadar malzemeyi zaten buluyoruz...

***

Sağlık Bakanlığı’mızın “güven” duygusu tesisi için harcadığı çabaya hepimiz şâhit olduk. Bu son derece ihtiyacımız olan bir şeydi. Bunu ekonomide de, eğitimde de, adalette de, gıdada da, hâsılı her yerde hassasiyetle yapmalıyız.

Hem kendimize karşı güveni tesis etme ve sürdürme konusunda, hem de sevelim veya sevmeyelim, başka kişi ve kuruluşlar için hassas olmak zorundayız.

Güven meselesi bir tercih değil, hepimizin ortak mecburiyetidir!

Eminim hatırlarsınız; hani sürüye kurt saldırdığını söyleyip köylüyü kandıran, sonra da kurt gerçekten saldırınca köylüyü inandıramayıp sürüsünden olan “Yalancı Çoban” hikâyesi vardı... Buna benzer hikâyelerin kahramanları ve olayları değişse de özü hep aynı.

Ve kural, işlemeye devam ediyor…

Naylon bebeği kucağına alıp, “Çocuğum aç, bana yardım edin” diyen kadın da, Coronavirüs konusunda yalan haber yazan gazeteci de, kendi tarihini yalanlarla dolduran rejim de, yalan söyleyen siyasetçi de, üç kuruş için yolcuyu dolaştıran taksici de bilmeli ki, bizler de farkında olmalıyız ki, hepimizin soluduğu toplumsal atmosferi zehirliyorlar.

Güvenilir olmaya ve güven duymaya, toplumun her bireyi çâresiz biçimde mecburdur!