“1 Şubat 2020 itibarıyla 26 ülkede yaklaşık 15 bin
kişide görülen virüs, resmî kayıtlara göre 306 kişinin hayatını kaybetmesine
sebep oldu. Yani ölüm oranı yüzde 2 civarında…
Eski tiplerinin
ulaştığı istatistikler hiç iç açıcı olmasa da 2019-nCoV olarak adlandırılan bu
Yeni Tip Coronavirüsün dünyanın yaşadığı birçok salgından daha düşük bir ölüm
oranı var şimdilik.
(…)
Hâl böyle olunca,
insan ‘Yeni Corona neden bu kadar büyütülüyor?’ diye sormadan edemiyor.
Bu korkunun birkaç
sebebi var.
Birincisi, Çin’in
genel olarak kaygı veren bilgilendirme sistemi ile ilgili. Komünist Çin, birçok
konuda tam bir kapalı kutu. Millî menfaatlerini ilgilendiren konularda hiçbir
uluslararası kurumla yeterli bilgi paylaşımı yapılmıyor. Dolayısıyla, bu
salgınla ilgili veriler de doğru mu paylaşılıyor, bilemiyoruz.
Menşei çok net
olmasa da bazı sosyal medya hesaplarından paylaşılan videolar, virüse maruz
kalan insan sayısını milyonlarla, ölümleri de yüz binlerle ifade ediyor.
Bu konuda en makul
ve bölgeye yakınlığı sebebiyle en inandırıcı olanı ise Hong Kong Üniversitesi’nin,
sadece Wuhan’da 75 bin kişinin virüse maruz kaldığı yönündeki iddiası. Eğer
iddia edildiği kadar yüksek sayıda insanın etkilendiği doğru ise, dünyanın bu
konudaki korkusu da haksız değil demektir.
(…)
Mart ayından
itibaren daha yüksek oranda yayılması ihtimâli üzerinde durulan virüsün,
özellikle Çin tarafından atılacak doğru adımlarla daha fazla büyümeden
etkisinin azalacağını ve yazdığımız bütün senaryoların boşa çıkacağını
umuyorum.” (Haber
Ajanda NET, 4 Şubat 2020)
***
Yukarıda,
Covid-19 ile ilgili kaleme aldığım ilk makaleden birkaç paragrafı paylaştım
sizlerle.
Ne
güzel sayılar varmış meğer salgının ilk günlerinde… Gün geçtikçe tablo
kötüleşti maalesef… Ne var ki, bugün milyonlarca kişiyi etkileyen bu virüs,
biraz da dünyanın vurdumduymazlığı ile kartopu misâli büyüdü iki ay içerisinde.
Ne
demişiz 70 gün önce?
“Yeni Tip Coronavirüsün
dünyanın yaşadığı birçok salgından daha düşük bir ölüm oranı var şimdilik…”
Evet,
hâlâ son on yıl içinde dünyanın bazı kesimlerinde yaşanan benzer salgınlardaki
ölüm oranlarına ulaşmamış olsa da pandemi yani dünya geneline yayılan salgın
özelliğinden dolayı daha vahim sonuçlara sebep olduğu kesin.
Şubat
başında yazdığım satırlarda, Çin’in gerçek sayılarla karşımıza çıkıp çıkmadığı
konusundaki tereddütlerden de bahsetmiştim. Bugün Çin’i suçlamaya devam edenler,
bu iddiayı güçlü tutma gayretini de sürdürüyorlar.
Bence
de Çin, Dünya Sağlık Örgütü’nü (WHO) yeteri kadar doğru bilgilendirmedi
Covid-19 konusunda. Çin’in kendi dahli olmasa bile, araştırmalar için gerekli
altyapının oluşmasına katkı sağlamadığı gerçeği ile karşı karşıyayız bugün.
Virüs örneklerinin paylaşılmasını bile elinden geldiğince ertelemesi ile
suçlanıyor meselâ.
Ancak
hiç kimse kendi hatâlarının üstünü örtemeyeceği gerçeğini kabul etmek istemiyor
şimdilik.
İtalya’nın
salgını görmezden geldiği ilk 15 gün, Avrupa’nın salgının merkezi olmasına
sebep olduğunda İtalya’ya kimse hesap sormadı.
ABD’nin,
virüs kendisini vurmayacakmış rahatlığı ile neredeyse iki ay hiç önlem
almamasından sonra dünyadaki en yüksek vaka ve ölüm sayılarına ulaşmasının
sorumluluğunu sadece kendi vatandaşları sorguluyor şimdilik.
İngiltere’nin,
“sürü bağışıklığı” garabetiyle ülkeyi Avrupa’da en yüksek ölüm sayısına
taşıması da Çin’in suçu olamaz herhâlde…
70
gün önce, virüsün Çin tarafından atılacak
doğru adımlarla daha fazla büyümeden etkisinin azalacağını umduğumu
yazarken ne Avrupa devlerinin akıl tutulmasını, ne de ABD’nin virüsten korunmak
yerine Çin’le savaşmayı tercih edeceğini öngörememişim meğer.
Hâlbuki
tüm dünya, Türkiye ile benzer tepkiler verebilse, Türkiye ile benzer
periyotlarda tedbir alabilse, tedavi sürecinde Türkiye kadar mâhir
davranabilse, sağlık sistemleri Türkiye’nin en az yarısı kadar güçlü olabilse,
sonuçlar bu kadar vahim olmayabilirdi belki.
Buradan
çıkan sonuç, ekonomimizin her zaman olduğundan daha güçlü, sağlık sistemimizin
dünyaya örnek olduğu ve dolayısıyla ülkemizin iyi yönetildiği gerçeğidir,
unutmayalım!
***
Şimdi
bütün dünya normalleşme çabasında…
Vaka
ve ölüm sayıları bizden yüksek seyretmeye devam eden ülkeler bile bizden önce
kısıtlamaları azaltmaya başladılar. Hâlâ ikinci dalga ihtimâlini konuştuğumuz
bir dönemde bu normalleşme dünya için ne kadar doğru bir karar acaba?
Türkiye
olarak, Avrupa ve ABD örneklerinde olduğundan daha dikkatli bir program izliyor
gibi görünüyoruz. Kabul edilebilir ölüm ve vaka sayılarımıza rağmen “yeni normal”
için çok da acele etmiyoruz sanki.
Covid-19’un
ekonomilere vurduğu darbeden bir an önce kurtulma gayreti, diğer ülkeleri
ikinci dalga ihtimâli ile dalga geçme noktasına getirmişken bizim hâlâ daha
tedbirli davranıyor olmamızı takdirle karşılıyorum şahsen.
Bu
virüsten bir gün tam olarak kurtulursak (ki Allâh’ın izniyle kurtulacağımızı
düşünüyorum), ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşlarının alevleneceği kesin
gibi görünüyor. Çin’i virüs üzerinden cezalandırmanın yollarını arıyorlar
sürekli. Çin’in bu konuda büyük bir yara aldığı da kesin!
Dünya,
yeni bir üretici nüfus aramaya yönelebilir. Bu arayış için, her türlü lojistik
kolaylığı olan bir coğrafya olarak Türkiye, önemli bir adaydır bence. Türkiye,
Çin kadar ucuz bir işgücü sunmasa da bu açığı nakliyeden kaynaklı süre ve mâliyetler
ile kapatabilecek konumda olduğunu iyi anlatmalıdır dünyaya.
Dünyadaki
muhtemel ekonomik düzen değişikliği, gerek ABD’de, gerekse de Avrupa’da önemli
siyâsî depremler üretmeye gebe görünüyor. Bu siyâsî depremlerden belki en güçlü
çıkacak ülkenin de Türkiye olduğunu düşünüyorum.
Salgın
sürecinde, hem iç siyasette eli güçlenen bir iktidar, hem de dış siyasette
herkese umut olan Türkiye’nin bir adım önde olduğu gerçeği ile gurur duyalım.
Allâh’ın
dünyadaki şeytânî nefsleri vesîle kılarak insanoğlunun üzerine saldığı bu virüs
belâsını, yeni bir “Nûh Tufanı” gibi değerlendirip, iyilerin hâkim olduğu yeni
bir dünyaya hükmetme sebebine döndürmemiz umudu, takdir-i İlâhî inancıyla aklımızın
bir köşesinde dursun inşâallâh…