KÜÇÜK bahçeli bir evde oturuyorum. Her mevsim çiçeklerimin, sarmaşığımın,
güllerin değişip uyanışına şâhit oluyorum. Tüm bu değişimi her defasında şaşırarak,
merak ve hayranlıkla izliyorum. Fırsat buldukça çıkıp oturuyor, konuşuyor,
tefekkür ediyorum. Bu yazıyı kaleme aldığımda, Mayıs ayı sonlarındayız ve de rüzgârlı,
sıcak esintilerle mutluyuz. Doğa kendine verilen emir doğrultusunda hiç
aksatmadan çalışmaya devam ediyor. Kusursuz bir nizâma sahip olan dünya, yaratılan
tüm varlıklar içinde bir tek canlının eziyetine maruz kalmış: İnsan!
Tüm evren ve dahi dünya, Yaratıcı’nın emri doğrultusunda
mâhiyeti hiçbir zaman (tam olarak) kavranamayacak bir sistemler bütününe sahip.
Hiçbir canlı, diğer bir canlı üzerindeki hayat hakkını sorgulamıyor. Her
birinin hayatı diğerlerine bağlı. Bizim varlığımızın da diğer canlılara bağlı olduğu
gibi… Avını pençelerinin arasında tutan aslan, kollarında çırpınmadan bekleyen ceylanı
yadırgamıyor. Ceylan, feryat figan etmeden bekliyor. Çünkü biliyor!
Tüm varlık âlemi yaşamak üzerine programlanmış. Önce yaşamak,
var olmak… Sonra hayatta kalmak… Her bir canlı, genlerine işlenmiş olan program
doğrultusunda ne yapacağını biliyor ve kusursuz bir şekilde itaat ediyor.
Nerede yaşayacaklarını, nesillerini nasıl devam ettireceklerini, yumurtadan
çıkar çıkmaz denize doğru nasıl koşacağını ya da doğduktan on dakika sonra
annesinin onu otların arasında yalnız bırakıp gideceğini, sessizce beklemesi gerektiğini,
bazen kendine ait olmadığını bildiği hâlde yuvasında bulduğu yavruyu büyütmesi gerektiğini,
“Çölün ortasında aç kalır mıyım?” diye korkmadan yiyecek aramasını, hangi çiçeğe
ne zaman konması gerektiğini ve daha niceleri… Gezegenler, Güneş, sürekli
hareket eden galaksiler, mevsimler…
***
Tüm bu düzen ve intizam devam ederken, dünyanın, bütün
memleketlerin kendi kabuğuna çekildiği bir zamanda yaşıyoruz. Olayın sıcaklığı içinde
henüz fark etmediğimiz çok şey var. Bildiklerimiz de var. Hastalık, virüs,
hijyen, ekonomi, okullar, yaşlılar, gençler, mesafeler, bilip bilmeden kullandığımız
tıbbî terimler… Takip edilen uzun istatistikler, sayılar, ölüler... Sessiz, büyük
kıyımlar…
Hollanda özelinde şöyle bir değerlendirme yapılabilir:
Genel olarak Kuzey Avrupa ülkelerinde de durum aynı... Bu Corona günlerinde birçok
insan evde, malûmunuz. Kimisi evden çalışıyor, kimisi de işsiz, bekliyor.
Kendini dış dünyadan mümkün olduğu kadar soyutlayan, evine kapanan, benim sorularım
gibi onlarca sorusu olan, ekonomik daralma sebebiyle biraz karamsar, yarınını görememe
ve plân yapamama yüzünden boşluğa düşen çok insan var.
Yapılan açıklama ve verilerde şöyle bir bilgi dikkatimi
çekti: Özellikle yapı-marketlerde malzeme sıkıntısı çekiliyor ve talebe
yetişmekte zorlanıldığı aktarılıyor. Ev ve bahçe malzemelerindeki talepte çok
ciddî bir artış gözlenmiş. Zaman bulunamayıp ertelenen temizlik, boya, değişiklik,
yenileme, tamir vesaire için insanlar sessizce sözleşmiş gibi görünüyor.
İnsanlar tüm bu korku ve belirsizlik içinde hayata tutunmaya mı çalışıyorlar?
Ya da ahiret inancı olmayan materyalist insanlar, hiç ölmeyecek gibi bu dünyada
kalmayı isteyip, buna göre mi davranıyorlar? Dünyayı tamamen bitirinceye kadar
sömürmeye ant içmiş insanoğlu ne zaman duracak? Yeraltı ve yerüstü
zenginliklerini doymaz iştahıyla parselleyen büyük şirketler, bu kadar talep
varken masum sayılabilirler mi? Normalleşme ne demek? Corona aşısı için tüm dünyada
gizli servisler tarafından yürütülen büyük operasyonlar, adı gecen birkaç büyük
ilâç firmasının alenî savaş ilânı(!)…
Nasıl yani? Yine mi?
***
Demek istiyorum ki, kusursuz bir düzenin içinde, kusurlu
olan (!) insanoğlu çırpınmaya devam ediyor. Tüketmeye, keyif ve hazza, tanımının
son yüzyılda yeniden yapıldığı “mutluluğun’ peşinden koşmaya ve bu yolda her
şeyi gözden çıkarmaya râzı olan insanoğlu… Bizler... Konuşurken “onlar”,
“diğerleri”, “birileri” diye uzağımıza attığımız o insanlar, aslında
“bizleriz”! Ben, sen, bizim çocuklarımız…
İnsan gerçekten kendine zulmediyor. O son âna kadar
durmayacağız. Ne bir salgın, ne savaş, ne de ölüm bizi durduracak. İnsan, ne
kadar insan olduğuyla imtihan olmaya devam edecek.
Korku ve ümit arasında, başımı ellerimiz arasına aldım.
Bekliyorum…