Çöldeki Gül

Uçsuz bucaksız çöllerde kumullar niçin bir o yana, bir bu yana savrulur? Kimi arıyorlar acaba? Çöle bak! “Çölde gül olur mu?” deme! Görebilirsen, Güllerin En Güzeli orada…

BİR seher vakti… Öyle bir rüzgâr esiyor ki, tarif edilemez. Burcu burcu koku geliyor insanın burnuna. İçin ferahlıyor, sanki büyük bir umman oluyor kalbin. Nazlı yârden haber mi getiriyor, ona hâlimizi mi bildiriyor? Seherin bu kutlu vaktinde telâşı neden acep?

Anlatılamaz bir yel bu ama atalar güzel bir ad bulmuşlar bu rüzgâra: “Rahmet yeli”… Gerçekten de rahmet yeli esiyor seherde. Bin bir şifâyla dolu otlar uyanıyor; börtü böcek doğan günün telâşında, ağaç dalları sallanıyor aşkla. Kâinatı süsleyen rengârenk güller uyanıyor bu vakitte. Anlaşılan rahmet yeli, gülün kokusunu cihana duyurma derdinde…

Gül naziktir. Örselenmeye gelmez. En ufak bir darbe koparır onu dalından. Onun için gülü sevenler nazik insanlardır. Hafifçe dokunurlar ona. Müsaade isterler koklamak için. Yanına yaklaşırken bir edebe bürünürler. Bilirler ki onlar, Güller Gülünün haberiyle gelir.

Büyüklerimiz gülü koklarken dudaklarından salâvat-ı şerîfeyi eksik etmezlerdi. Bizim kültürümüzde gül, O’nun remziydi çünkü. Bütün güller bize O Güzeller Güzelinin kokusunu getirirdi. Bir rivâyete göre gül, kokusunu O’nun terinden almıştı. Miraç yolculuğunun sıkletinden düşen damlalar vermişti güle kokusunu. Bu sebepten olacak ki, Gül’ün Torunları bile birer “Reyhan çiçeği” idi. Refîk-i A’lâ’ya kanatlandığında kabri gül bahçesi olmuştu İki Cihan Güneşinin.

Bahçeye inip gülleri seyrettiniz mi hiç? Lâlenin hatırını sordunuz mu neden boynun bükük diye? Nergisin yorgunluğunu, gülün sararan benzini, “En güzeliniz benim” dercesine salınan çiğdemi seyrettiniz mi? Bu muhteşem renklerin, bu muazzam tablonun Mimarını hatırladınız mı? En güzel isimleriyle andınız mı O’nu? Toprak aynı toprak, su aynı su, nasıl oluyor da bu topraktan farklı renklerde güller yetişiyor? Hattâ aynı dalda ayrı renkler nasıl buluşuyor?

Topraktan pamuğu, bezi, bizi yaratan Allah’ım, Sen ne Büyüksün ve her şeye Kadirsin. İbret nazarıyla baktığımız her yerde, her şeyde Sen varsın!

Nasıl da çeşit çeşit güller… Güzelliğin, zarafetin sembolü olan güllerin de bükülüyor boyunları. Onların da benizleri sararıyor. Şairin dediği gibi, arının zahmetini çekmeyen balın, seherde suyunu dökmeyen gülün kıymetini bilemezmiş. Güzel olmak, güzel kalmak, zor iş anlaşılan!

Bülbülün sesi neden bu kadar güzel, bu kadar yanıktır? Gül olmasa çıkar mıydı sesi bülbülün? O bülbül ki, gülle konuşmak için dikene sarılır. “Siyah güller, ak güller” içini kanatır şairin.

Toprağa bak! Damar damar yarılmış. Bağrı gözeneklerle dolu… Verimliliğine göre “killi, kumlu, humuslu” demişiz adına. Bereket fışkıran şefkatli bir anne gibidir toprak. Anadolu eşmeleri, höllük yapıp elediğimiz toprakların, vazîfesini yapmanın şuuruyla ağarmış kireçli tepelerin hepsi Gülün peşinde…

Uçsuz bucaksız çöllerde kumullar niçin bir o yana, bir bu yana savrulur? Kimi arıyorlar acaba? Çöle bak! “Çölde gül olur mu?” deme! Görebilirsen, Güllerin En Güzeli orada…