Çoklu baro ihtiyaç mı?

Devlete kafa tutanlar, bu defa da kanunun görüşülmesi esnasında komisyona girmek konusunda isyankâr oldular. Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun araya girip üç baro başkanının komisyona girmesine izin çıkarmasına rağmen, bununla yetinmeyip hep birlikte girme talebinden vazgeçmediler. Amaçlarının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu bir kez daha gösterdiler.

BARO bir meslek birliği olmasına rağmen klâsik bir sivil toplum kuruluşu (STK) değil. Diğer meslek birlikleri gibi o da Türkiye Cumhuriyeti kanunları ile belirlenmiş seçim ve yönetim şekilleri ile işlevini yerine getirmekle yükümlü.

Barolar, kuruluş amaçları ve kanunun kendilerine verdiği yetkiler dışında faaliyette bulunamazlar. “Avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek düzenini, ahlâkını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını korumak ve savunmak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak”, baroların kuruluş amacıdır.

Bugün yaşadığımız sıkıntının ana sebebi ise baroların bu amaçların dışında hareket etme ve siyaseten kendilerini muhalefet statüsüne kilitlemiş olmalarıdır. Savcıların içinde olduğu dâvâlarda Devlete karşı olmayı alışkanlık hâline getiren avukatların, bu alışkanlıklarını hayatın her alanına taşımaya kalkmalarıdır.

Prensip olarak, bütün meslek kuruluşları gibi baroların da özerk yapılarını savunup, kendi içlerinde yaptıkları seçimler sonucu oluşan yönetimlerin temsil gücünü kabul etmeliyiz aslında. Nasıl Türkiye’deki seçim sistemi yüzde 35’le bir partinin tek başına iktidarına imkân tanıyor ve o iktidar kalan yüzde 65 adına da karar alma yetkisini kullanabiliyorsa, meslek kuruluşları da bu yetkiyi kullanma hakkına sahip olmalı. Ancak bu kural kötü niyetle kullanılırsa, soruna çözüm bulmak da bir üst merciin görevi olmalıdır.

Hükûmetin icraatını sorgulayan ve gerektiğinde verdiği kararlarla ona “Dur!” diyen Danıştay ve Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar olduğu gibi, meslek kuruluşlarını da durduracak bir hükûmet var elbette.

Hükûmet kanunların dışına çıkamayacağına göre, olsa olsa kanunları değiştirerek önüne geçebilir bazı yanlışlıkların.

Çoklu baro sisteminin Meclis’e geliş sebebi de işte bu tür yanlışlıklar. Son günlerde ağızlarından düşürmedikleri “savunma” değil de Hükûmet’e yön verme gayreti içine girdiklerinden beri avukatların ayarları kaçtı. Aslında aslî görevleri olan savunma konusunda hiç de sorunları yoktu. Her avukat, istediği herkesi savunmakta özgürdü. Bir teröristi savunmalarında bile hiçbir hukukî zorlukla karşılaşmıyorlardı. Kazançlarıyla ilgili bir sıkıntı dile getirmediler asla. “Hâkimler bize kötü davranıyor”, “Özlük haklarımızdaki sorunlar giderilmeli”, “Devlet bize savunma konusunda baskı yapıyor” gibi şikâyetleri de olmadı.

Onların derdi, bir vatandaş olarak karşı çıkmaya hakları olan iktidar uygulamalarına, kurumsal olarak tepki verme hakkına sahip olabilmekti. Ve bunu yaparken aynı görüşü paylaşmadıkları avukatların da sözcüsü gibi davrandılar.

Diyanet İşleri Başkanı’nın Cuma hutbesinde anlattığı İslâmî değerleri reddeden Lût kavmi çocuklarına da birilerinin karşı çıkması kadar tabiî bir durum olamazdı. Şimdi o karşı çıkanların da kendilerini ifade etme hakkı olabilsin diye bir düzenleme yapılıyor.

Bu düzenleme hiçbir avukatın avukatlık yapma hakkını değiştirmeyecek. Anadolu’daki küçük baroların Barolar Birliği’ndeki temsil oranının yükselmesi ile aidiyet problemi olan avukatların kendilerini daha rahat hissedecekleri yeni baroların kurulmasının önü açılıyor. Böylece vatandaş da kendi sosyal ve siyâsî duruşuna yakın avukata ulaşma imkânı bulacağı için kendini daha fazla güvende hissedebilir.

Bu düzenleme, şu âna kadar karşı çıktığımız, “barolarda siyasallaşma” eğilimini daha da tetikleyebilir diye düşünüyorum. Teklif ne kadar mağdur avukatı koruma amacı gütmüş olsa da bu tehlike göz ardı edilemez. Mevcût hâliyle baroların siyasallaşması önlenemediğine göre çoklu baroda çoklu siyasallık olması da kaçınılmaz.

Peki, siyasallaşmak kötü müdür?

Biz STK’ların siyasallaşmasına çok yabancı değiliz zaten. Özellikle 2002’den sonra, milliyetçi muhafazakâr iktidarın karşısında durmayı bir medeniyet ölçüsü gibi gören onlarca kurum, birlik, oda, vakıf ve dernek, bizi siyasallaşmanın doruklarında gezdirdi bugüne kadar. Ama hiçbir mâlî müşavir veya ekonomist, bütçe görüşmelerinde Meclis’in kapısına dayanıp “Komisyona gireceğiz” diye tepinmedi. Ya da hiçbir şehir plâncısı, kentsel dönüşümün eksiklerini anlatmak için kanunsuz yollar denemeye kalkışmadı. Hükûmet’in ekonomi politikalarına karşı çıkan ve bizim de yöntemlerinden rahatsız olduğumuz TOBB ya da TÜSİAD gibi kuruluşlar da hâdlerini aşarken hukukun dışına çıkmayı düşünmediler. 

Elbette herkes gibi avukatların da siyâsî fikirleri olacak. Bu fikirleri doğrultusunda idarî talepleri olması da çok normal. Normal olmayan, aslî görevi savunma olanların kendilerini yürütme göreviyle donatmaya çalışmaları

Normal olmayan; toplumun sadece kendileri gibi düşünen kesiminin hakları söz konusu olunca devlete isyan edip, onlar gibi olmayanların haklarına sırtlarını dönmeleri…

Cumhurbaşkanı’na küfreden Canan Kaftancıoğlu’na sesleri çıkmayan avukatların, Demirtaş’ın eşine îmâlı sözler edeni linç edecek duruma gelmeleri normal değil!

Bugüne kadar, hakları olmadığı hâlde hukuk nüfûzunu kullanan barolar, bu riyakâr tavırlarını Meclis kapısında da gösterdiler. Daha önce Ankara girişinde Emniyet’in ulaşım desteğini reddedip yürümek konusunda ısrar ederek Devlete kafa tutanlar, bu defa da kanunun görüşülmesi esnasında komisyona girmek konusunda isyankâr oldular.

Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun araya girip üç baro başkanının komisyona girmesine izin çıkarmasına rağmen, bununla yetinmeyip hep birlikte girme talebinden vazgeçmediler.

Amaçlarının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu bir kez daha gösterdiler.

Buradaki beklenti, üzerlerindeki cübbeyi Demokles’in kılıcı gibi iktidarın üzerinde sallandırmak. Kimse kusura bakmasın ama iktidar da buna müsaade etmeyecek!