Çok seçenek kaosu

İlişkiler her ne kadar doğası gereği kısıtlayıcı ve bağlayıcı olsalar da insanın en çok insana ihtiyacı var. Birlikte yaşamak, paylaşmak, güzel dostluklar ve yoldaşlıkların yeri başka şeylerle doldurulamaz. Ne zaman insanları seçeneklerimizin arasından çıkarırsak daha iyiye ulaşmak için, ulaştığımız yerde bizi daha iyi bir yalnızlık bekliyor olacaktır.

“Daha iyi, iyinin düşmanıdır.” (William Shakespeare)

***

BULANIK zamanlarda net olma çabası, insanı kendi doğasından kopuk bir yalnızlığa sürüklüyor. İnsan bu zamanda, seçeneklerin çokluğuna bakınca bir hayli kalabalık görünse de aslında çok yalnız.

Birçok seçenek, insanların birbirlerine olan ihtiyaçlarını makinelerle de karşılayabilecek hâle getirirken duygusal bağların zarar görmesine neden oluyor. Daha pratik, daha güvenli, daha az sorun oluşturacak tercihler ne yazık ki çoğunlukla içinde insan barındırmıyor.

Söz gelimi, birinden borç istemek yerine kredi kartı kullanmak daha cazip görünebiliyor. Bir arkadaşın evinde kalmaktansa uygun bir otele gitmek tercih edilebiliyor.

Hemen her konuda artık seçenek çok fazla. Basit bir meyve bıçağından kıyafet seçimine, gidilecek okuldan edinilecek mesleğe kadar birçok şeyde artık çok fazla seçenek var.      

Seçenek çokluğu her ne kadar rahatlatıcı ve özerkleştirici görünse de yarattığı kaosun içinde felç etkisi yaratıyor. İki şık arasında seçim yapmak, beş şık arasında seçim yapmaktan daha kolaydır elbette; tabiî doğru bir taneyse… Çoğu zaman yaptığımız şeyse, birçok doğrunun içinden bir doğruyu seçmek. Bunun sonucunda seçmediğimiz doğruların pişmanlığı ile seçtiğimiz doğrunun güzelliklerini göremez hâle geliyoruz. Bu da iki sonuç ortaya çıkarıyor: Ya daha çok seçeneği bir arada hayatımıza dâhil etmeye çalışmak ya da seçimlerimizin gereklerini tatminsiz bir şekilde yerine getirmek…

İlki çok yorucu olmakla birlikte, aynı anda pek çok işle uğraşmak, genellikle verim düştüğü için niteliksiz sonuçlar doğuruyor. İkincisi de ne yaparsa yapsın asla mutlu olamayan insanlar…

Geçmiş yıllara dönük “Eskiden şöyleydi, ne de güzeldi!” söylemleri, bir yerinden çatlamış ve su sızdıran bir su bidonuna bakıp suyun ne kadar güzel bir nimet olduğunu söylemeye benziyor. Eksiksiz bir güzellik, tam mânâsıyla bir mükemmellik hiçbir dönemin özelliği değildir. Su bugün de var ve biz bugün de çatlak bidonu önemsemeden su için şükredebiliriz. Bu sebeple herhangi bir şeye farkındalıkla yaklaşmak, olumlu ve olumsuz yönlerini hesaba katarak değerlendirmeyi gerektiriyor. Seçeneklerin çokluğu da en yaygın ifadesiyle “rahat batması” olarak görülse de ve aslında gelişmekte olan ya da gelişmiş toplumlara özel bir semptom olarak karşımıza çıksa da hayatı olumsuz yönde etkileyen önemli bir sorun.

Dan Gilbert, seçimlerle ilgili olarak, “Değerlendirilecek birçok alternatif varsa, geri çevirdiğiniz alternatiflerin çekici taraflarını hayâl etmek, kendi seçtiğinizle daha az tatmin olmak çok kolaydır” diyor. Peki, bu durumda ne yapmalıyız? İçtenlikle memnun olacağımız bir alternatif yok mu?

Bunların tek bir cevabı var: “Düşük beklenti”... Ancak bunu mevcut koşullarda, sınırsız olmanın ya da sınırları göremeyeceğimiz kadar geniş tutmanın talep edildiği bir durumda beklemek çok zor. Aslında bu, “Kafesimden kurtulayım” derken ucunu bucağını göremediği daha komplike bir kafese hapsolan insanlığın dramı. Çünkü her ne kadar kulağa hoş gelmese de biraz kısıtlanmış bir hayat ve daha az seçenek, düşük beklenti için muhteşem bir ortam yaratır.

Yazın ailem ve kardeşlerimle birlikte, yakınlarında market olmayan bir yere tatil için gittik. Kız kardeşim ve ben, yanımıza yedek eşarp iğnesi almayı unutmuşuz. Elimizdeki iğnelerin de bir kısmını kaybedince birkaç gün zorluk yaşadık. Sonra yeğenim bizim durumdan habersiz, çantasından bir iğnelik çıkardı. Kardeşim ve ben, herhâlde başka bir şey olsa o kadar çok sevinmezdik. Normal yaşantımıza göre kısıtlı imkânlarımızın ve daha az seçeneğimizin olduğu birkaç gün, bize küçük şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu ve günlük hayattaki beklentilerimizin, üzüntülerimizin, sevinçlerimizin yaşam standartlarıyla ne kadar ilgili olduğunu gösterdi.

Seçenek fazlalığının yarattığı bir diğer sorunsa ilişkilerle ilgili. İsteyerek veya istemeyerek içinde bulunduğumuz, birkaç parçaya bölünerek yaşamayı gerektiren koşullar, ilişkileri yıpratıyor. Yüksek kaygıyı da beraberinde getiren, oradan oraya sürekli koşturduğumuz koşullar içerisinde yakınlara ya da yeni kurulacak dostluklara vakit ayırmak zorlaşıyor. Başka bir işin yanında, bir nevi aradan çıkarmak niyetiyle yapılan görüşmeler, kısıtlı süreli ziyaretler ve yakınlık düzeyine göre pek çok olumsuzluğu sorunsuz taşıyabileceğine inanılan ilişkilerin önem sırasında sonlara atılması sonucunda menfaat ilişkisi dışında kalan ilişkiler zarar görüyor.

Hepimizin sahip olmak istedikleri, hayâlleri, hedefleri ve bunun yanında kendine göre bir düzeni var. İlişkiler her ne kadar doğası gereği kısıtlayıcı ve bağlayıcı olsalar da insanın en çok insana ihtiyacı var. Birlikte yaşamak, paylaşmak, güzel dostluklar ve yoldaşlıkların yeri başka şeylerle doldurulamaz. Ne zaman insanları seçeneklerimizin arasından çıkarırsak daha iyiye ulaşmak için, ulaştığımız yerde bizi daha iyi bir yalnızlık bekliyor olacaktır. Bu yüzden her ne istiyor ve yapıyorsak, bu tek kişilik olmamalı. Dünya tek kişilik değil ve tek başımıza yaşamak için fazla büyük.

Hayatın bir yönüyle kolaylaşırken bir yönüyle zorlaştığına tanıklık ediyoruz. Suçu kolaylıklara atmak ya da tamamen kendimizi suçlamak haksızlık olur. Bu durumda suçlu aramak yerine çözüm üretmek daha anlamlı olacaktır. Bir durumun sebeplerinde boğulurken o durumun sonuçlarına katlanmak kimsenin hoşuna gitmez. İyi sonuçlar elde etmek için elbette sebepleri masaya yatırmalıyız. Ancak sınırlı zamanımız var ve ne kadar vaktimiz kaldığını bilmiyoruz. Sorumluluklarımızla, sorunlarımızı boca etmeden, sakin ve sağlıklı değerlendirmeler yapmaya gayret etmeliyiz.

“Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı”nda (Stephen R. Covey) bir etkinlik vardı. Kendi cenaze töreninizi hayâl edin ve insanların arkanızdan neler söylediğini tahmin edin. Bunu yaptığımızda önem sıramızı yeniden düzenleme ihtiyacı hissedebiliriz. Pek çok seçenek arasında gidip gelen zihnimizin berraklaştığını ve ne yapmamız gerektiği konusunda netleştiğimizi görebiliriz.

Halil Cibran’ın söylediği gibi “Bırakalım şu ânı, geçmişi anılarla, geleceği de özlemle kucaklasın”. Ve biz de buna tanıklık ederken üzerimize düşeni yapalım. Her ânın kendine has olduğunun farkındalığı ve her şeyin, pek çok küçük şeyin birleşimi olduğu idraki içerisinde seçimler yapmak, hayatımıza yön vermek duası ile…