
AZİZ okuyucu, dünya bir kabuk değiştirmenin arefesinde. Bu değişimin kendine özgü sancıları, dünyanın her kıtasında kendisini hissettirmeye başladı. Bu durumun eski dünya düzeninden yeni dünya düzenine doğru bir değişime işaret ettiğini belirtmek gerekir. Eski dünya düzeninden kastımız, bir tarafta Atlantik ittifakı, öbür tarafta SSCB arasında soğuk savaş zemininde yürüyen iki kutuplu bir dünya düzenidir.
SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte bu düzen Atlantik ittifakı lehine bozuldu ve ABD, dünyanın yegâne süper gücü olarak dünya siyaset arenasında hoyratça baş göstermeye başladı. Ancak bu düzen, Rusya’nın Putin önderliğinde kendisini yeniden toparlaması ve eski Sovyetler Birliği’ne dair yeni plân ve projeleri devreye sokması ile birlikte bozulmaya başladı.
Bu durum böyle olmakla birlikte, gözden kaçırılan bir şey daha vardı; ABD, hedefe koyduğu Rusya ile yeniden uğraşırken, ABD’yi dünyanın süper gücü yapan akıl ve sermaye ise kendi içerisinde ikiye ayrıldı. Bu sermaye ve aklın bir kısmı, beraberindeki yüksek teknolojik birikimle küresel erk için Çin’e yöneldi.
ABD’den Çin’e taşınan bu akıl ve sermaye, ABD’nin bu teşebbüse engel olmaması için 11 Eylül gibi düzmece bir olayı devreye sokarak ABD’yi Irak ve Afganistan’a yönlendirdi ve onu bu ülkelerde yirmi yıl boyunca oyaladı. ABD eskiden kendine çalışan El-Kaide üyelerini bu süreçte terörist diye Tora Bora dağlarında avlarken, Çin bu zaman zarfında palazlanıp büyüdü ve ABD’nin karşısında yeni bir kutup olacak yetkinliğe ulaştı.
Yeni düzende kim nerede cephe alıyor?
ABD Çin’i fark ettiğinde artık iş işten geçmişti. Apar topar Afganistan’ı terk ederek Çin’e karşı Pasifik’te yeni bir yapılanmaya gitmeye çalışan ABD için kaybedilen yılların telâfisi imkânsızdı. Artık karşısında en az Rusya kadar büyük ve tehlikeli yeni bir askerî güç vardı. Üstelik Çin, askerî güç olmanın yanı sıra ABD’yi ekonomik yönden tehdit edecek bir kapasiteye de ulaşmış bulunuyordu.
ABD bu yeni durum ile yüzleşince iki seçenekli bir politika izlemeye başladı Bu seçeneklerden ilki Rusya’nın eski Sovyetler Birliği görkemine ulaşarak Batı ittifakını tehdit etmesinin önüne geçmek idi. Bu amaçla Rusya, Ukrayna’nın işgali konusunda bilinçli olarak tahrik ve teşvik edildi. Hesaplarıyla ihtirasları arasında orantısız hırsları olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD’nin sunduğu bu yemin üzerine büyük bir iştah ile atıldı.
2022 Şubat’ında Ukrayna’yı bir yılda fethetmek üzere işgale başlayan Rusya, işin aslına bakılırsa askerî ve iktisadî gücüyle birlikte Ukrayna’nın rehinidir. Rusya, savaşın seyri içinde biraz palazlanıp Ukrayna’ya karşı üstünlük kurduğunda Batı ittifakı hemen silah dengelerini değiştirerek onu orada tutmaya ve çürümeye mahkûm bir şekilde bırakıyor. Bu işin sonunda Rusya’nın Afganistan işgalindeki gibi bir daha çözülüp küçüleceği beklenmektedir. Ki bu ihtimâl çok uzakta değildir. Çünkü Batı’nın zamanı, parası ve silahı bu iş için yeterlidir.
ABD, Rusya’yı bu şekilde bertaraf ettikten sonra okları Çin’e çevirdi. Çin’in denizlerdeki ekonomik güzergâhlarını muhataralı hâle getirecek birtakım organizasyonlara giriştikten sonra bu kez Çin’in kara çıkış yolları üzerinde birtakım maraz noktaları oluşturmaya çalıştı. Öncelikle Rusya-Ukrayna üzerinden geçen kuzey hattı, Rusya-Ukrayna Savaşı münasebetiyle çöktü. İkinci olarak Orta Asya’dan gelerek Türkiye üzerinden geçecek Zengezor Koridoru üzerinde de Ermenistan engelini devreye sokmaya çalıştı. Fakat ABD’nin bu orta yolda Ermenistan üzerinden plânladığı engel çok da işe yaramayacak gibi görünüyor. Zira burada Çin, Avrupa ve Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğu için Türkiye’nin Azerbaycan’la beraber bu bölgede operasyonlar çekmesine karşı Batı her ne kadar ey vay dese de örtülü bir destek vermek zorunda kaldı. Çünkü enerji konusunda Rusya’ya göbeğinden bağlı olan Avrupa, bu koridorun açılması hâlinde alternatif bir enerji hattına kavuşmuş olacaktır.
Bu arada gerek Çin, gerekse Türkiye, Zengezor Koridoru’nun gecikmesini ve orada birtakım aksaklıklar çıkmasını hesaba katarak alternatif bir güzergâh daha geliştirdiler. Bu güzergâh, Irak’ın Fav Limanı’ndan kalkarak Şırnak’a ulaşan Kalkınma Yolu’dur.
ABD bu yolun önünü, kendi denetimindeki PKK ile kesmek gibi bir teşebbüse girişti. Bu amaçla elinin altındaki Suriye’deki kukla yapı ile Irak’taki Talabani unsurlarını birleştirerek bu yolu işlevsiz bırakmak istedi. Lâkin ABD’nin bu teşebbüsü, Türkiye’nin bölgede Irak’la beraber hareket etmesi neticesinde akim kaldı. Türkiye Irak’la ortak hareket merkezi kurma anlaşması yaparak bu hat üzerindeki terör unsurlarına ve destekçilerine karşı operasyon yapacağını bütün dünyaya ilân etti. Artık bu noktadan sonra ABD’nin bu yolun önüne geçmesi pek mümkün görünmemektedir.
Reisi’nin ölümünün ardındaki sır
ABD aslında kendi başına bırakılsa Ortadoğu’dan da Afganistan’dan çekildiği gibi hızla çekilecektir ancak hiçbir zaman hakikî bir devlet olmayan İsrail, ABD’yi kontrol ettiği için bu mühim gücü daima bu bölgede kendisine müzahir bir jandarma karakolu gibi kullanmaktadır. Bu kurmaca devlet, gerçekçi olmayan rüya, hülya ve projelerle Ortadoğu’da boyundan büyük işlere girişmekte ve peşinden de ABD’yi sürüklemektedir. İsrail’in bu politikası Soğuk Savaş döneminde işe yarıyordu ancak eski düzenin sarsılmasıyla birlikte bu pozisyonundan yavaş yavaş kopmaya başladı. ABD güç ve itibar kaybettikçe İsrail de güç ve itibar kaybetmeye başladı. Çünkü bunlar birer Siyam ikizidir.
İsrail, Arap dünyası ile İbrahim ittifakı yaparak vaat edilmiş topraklara doğru yürümeye başladı. Aslında Ortadoğu’da DEAŞ’ın tesisi ve PKK’nın Suriye kolunun “YPG” adıyla yeniden dizayn edilmesi, İsrail’in vaat edilmiş toprakların sınırlarına dayanmasıyla eş anlam ifade ediyordu. Bu meyanda da ABD ile şöyle bir politika geliştirdiler: İran ile Arap ülkelerini hasım hâline getirerek “Arap ülkelerini İran’dan koruma” adı altında İsrail’e itibar kazandırmak…
ABD’nin bu oyununu fark eden Çin ve Türkiye gibi aktörlerse buna karşı şöyle bir hamle yaptılar: İran’la Arabistan’ı barıştırmak… Vahhabilerle Şiiler barışınca ABD’nin Ortadoğu politikası çökecek ve bu bölgedeki varlık nedeni ortadan kalkacaktı. Bu yapıldı ve Suudi Kralı ile İran Devlet Başkanı Reisi anlaşmaya imza attılar. ABD ve İsrail’e rağmen bu anlaşmayı yapan ekiplerin tasfiyesi, ABD ve İsrail’in ortak amaçları olmak durumundaydı. Nitekim Reisi kaza süsüyle öldürüldü ve Arabistan Kralı da ölüm döşeğinde.
Demek ki bu netameli işlerin arkasında örtülü olarak onlar bulunuyor. Ancak bu noktadan sonra ABD’nin tekrar Vahhabiler ile Şiileri birbirine düşürmesi çok zor bir ihtimâldir. İmkânsız değildir ama zordur da. İran’daki Devrim Muhafızları içerisinde bizdeki FETÖ’ye benzer bazı kripto unsurlar mevcuttur ve bunlar devlette etkindirler. Bu yüzden İran’ın politikalarında tek bir yönden bahsetmemiz oldukça güçtür. İran halkının Türkiye ile bir sorunu olmamasına karşın bu ekip şiddetli bir Türk düşmanlığına sahiptir. Bunlar sadece Türkiye’nin değil, Azerbaycan’ın da hasm-ı bîamanıdırlar.
ABD bunları yaparken karşısındaki ittifak da boş durmadı. Nitekim en son Rusya ile Çin’in bir araya gelerek çok kutupluluk üzerine bir dünya tasavvuru, ABD’nin dünya üzerinde etkisini yitirmesine yönelik bir hamledir. Rusya ile Çin’in seslendirdikleri çok kutupluluk lafı, kulağa hoş gelmekle beraber, kutup kapasitesi taşıyan ülkelerin sayıları ise bellidir. Çok kutupluluk perspektifinden dünyaya bakıldığında ABD, AB, Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye ve Brezilya’nın potansiyel liderler oldukları görülmektedir.
Elbette böyle bir dünya, yeni bir Birleşmiş Milletler yapısı ve yeni bir dünya iktisadî yapılanması gerektirir. ABD, elindeki güç ve nüfuzu kaybetmek istemese de önünde sonunda bu iş başına gelecek ve çok kutupluluk ortaya çıkacaktır. Dünya bu hâlin sancılarını çekmektedir. Ortadoğu’daki 75 yıllık denklem bozulmak üzeredir. Hatta bozulmuştur. Ve bunun önünü almak artık çok zor görünmektedir.
Siz Yeni Kaledonya’da Fransa’ya karşı gerçekleştirilen ayaklanmanın kendi başına olduğunu mu zannediyorsunuz? Türkiye Hint Okyanusu’ndaki Maldivlerden Hindistan’ı ve Yeni Kaledonya’dan da Fransa’yı kovarak çok kutuplu dünyadaki nüfuz alanlarını bir dantel gibi işlemektedir.
Beklenen sona doğru
ABD, Körfez’de oyununu bozan anlaşmayı yapanları tasfiye etmiştir. ABD, ayrıca Slovakya Başbakanı Fico’nun ABD’nin Ukrayna’daki politikalarını eleştirmesine de iyi gözle bakmamıştır. Nitekim Başbakan Fico’ya düzenlenen suikast, bu politikanın önündeki engelin bertaraf edilmesine yönelik bir hamle gibi görünmektedir. Slovakya ve İran hâdiselerine yakından bakınca, ardındaki şer ittifakının potansiyel olarak Macaristan, Azerbaycan ve Türkiye’yi de hedefe koyacağını tahmin için kâhin olmaya gerek yoktur.
Ancak ABD ne yaparsa yapsın, artık tarih, geriye dönülmez olarak kendi hükmünü icra etmeye başlamıştır. Lahey Adalet Divanı’nda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yaav Golant hakkında tutuklama kararı çıkartılması, ABD ve İsrail politikalarının iflâsı anlamına gelmektedir. ABD Senatosu her ne kadar bu mahkemeye yaptırım uygulayacağını söylemiş olsa da artık bu tehdidin hava cıva kabilinden olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hüküm ilâm edilmiş ve şu ana kadar ABD’nin çıkarlarına göre işleyen hukuk yalpalasa da ara sıra o çıkarları bozan hükümler vermeye başlamıştır. Bu, çok önemli bir göstergedir.
ABD ve İsrail, dünya kamuoyunda giderek yalnızlaşmakta ve dünya çok kutupluluğa doğru her zamankinden daha çok yaklaşmaktadır. Elbette bunun sancıları, sorunları, çatışmaları ve belki de mevzi ve bölgesel savaşları da olacaktır. Bu yüzden dünya her zamankinden daha büyük bir iştiyakla bir silahlanma yarışına girmiştir. Silahlanma her ülkede ve her bölgededir. Özellikle yeni dünya düzeninde kutup olmaya yönelen ülkelerin silah konusunda bağımsız bir savunma sanayii oluşturmaya başladıkları görülmektedir. Bağımsız silah sanayiini oluşturamayan ve yüksek teknolojiye ulaşamayan hiçbir ülkenin kutup olmak gibi bir iddiası söz konusu olamaz.
Aziz okuyucu, bu açıdan bakıldığında Vahhabi ve Şiiler hariç, Türkiye’nin Türk ve İslâm dünyasında öncü bir kutup olacağı çok aşikâr olarak görünmektedir. Nitekim bu olgunun ilk hamlesi Azerbaycan’la yapılan kritik Şuşa Beyannamesi müstakbel Türk birliği, Irak’la yapılan ortak savunma işbirliği ise İslâm dünyası açısından öncü bir göstergedir.
Peki, bu durumda ne olacak? Olacağı şudur: Türkiye kendisiyle çalışacak olan Türk ve İslâm ülkelerini toparlayarak Selçuklu ve Osmanlı’dan daha kudretli bir dünya devleti hâline gelecektir. Böyle bir Türkiye’nin gücü Afrika, Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar ve (daha ilginç bir şey söyleyeyim) Hint Okyanusu ve Pasifik’te de kendisini gösterecektir.
Aziz okurlar, siz Yeni Kaledonya’da Fransa’ya karşı gerçekleştirilen ayaklanmanın kendi başına olduğunu mu zannediyorsunuz? Türkiye Hint Okyanusu’ndaki Maldivlerden Hindistan’ı ve Yeni Kaledonya’dan da Fransa’yı kovarak çok kutuplu dünyadaki nüfuz alanlarını bir dantel gibi işlemektedir.
Selâm olsun bu ülkenin güzel yarınlarına!