Çok bilmez

Aradan kaç yıl geçti, ama o sesin yankısı ve o anki içimi titretişi, idrakimi paramparça edişi aynı ürpertiyle devam ediyor. Gece, yalnızlık, güzel niyetli bir kalp, Hakk’tan dileyen için kâinatı içine alabilecek büyüklükte bir sandık… İçine at ne atabilirsen! Uzayı, ilmi, düşleri, dünü, bugünü, heyecanı, korkuyu, ibadeti, muhabbeti ve sonsuzluğu…

“AKLIMA geldiği gibi yazacağım” dedim, aklım geldi aklıma, gerisini bilemedim! Yıllardır içimde olan ve içinde olduğum o büyük yalnızlığı paylaşmak istedim. O kadar çok şey biliyorum ki, bu konuda hiçbir şey bilmediğimi anlatmak istedim.

Birçok insanın yapmaktan ya da başına gelmesinden hoşlandığı şeyler var. Resim yapmak, işlerinin yolunda gitmesi, hediye almak gibi… Benim en çok sevdiğim şeyse saatlerce düşünceleri izlemek, sorular sormak ve düşüncelerin bana neler getireceğini merakla beklemek.

Sessizliği ve karanlığı çok seviyorum. Karanlık ve sessizlik, düşüncelerin iletimi için süper iletkenlik görevi görüyor. Bunu içimde hissettiğim andan sonra geceler en iyi arkadaşım oldu. Kapılar içinde kapılar, yollar içinde yollar açılıyor. Bildiklerim kadar kendimi bilemeyişime ağlıyorum. Masa, kâğıt, makas, oyuncak, halı kelimelerini ve anlamını ne kadar iyi biliyorum, Ya akıl, ruh, nefs, irade, iskelet sistemi, kan dolaşımı, sinir sistemi, düşünce sistemi, var olmak, yokluk? Günümüzde sayısı bilinemeyecek kadar kitaptan hangisi bu kelimeleri tarif edip net olarak bir resmini çizebilir?

Kendi hakkımda en ufak bir fikrim yok. Buraya biraz sonra yerleşecek kelime sıralaması ve nasıl oluştuğu hakkında kesinlikle hiçbir şey bilmiyorum. Bir başlık koydum ve öylece akışa, yağmura bıraktım kendimi. Bazen saniyenin altında bir hızla zihnime yerleşmekte olan kelimeleri aktarmaktan başka bir işe yaramıyorum. Bazen de iş bana düşüyor ve niyetimi canlandırmam ve düşüncelerimin daha rahat işleyişi için andaki farkındalığımı dik tutmaya çalışmam gerekiyor. Kendi hakkımda ve yazdığım yazının nasıl oluştuğunu, nasıl konuştuğumu, yürüdüğümü, sevdiğimi, nefret ettiğimi bilememek, bir yandan bana dayanılmaz ıstıraplar verirken, diğer yandan tarifi olmayan bir merak ve tutku veriyor. 

Kâinat, heyecanın ve hayranlığın en güzel renginde hayat buluyor. Birçok insan kendinde ve etrafında her an cereyan etmekte olan mucizeleri göremeyecek kadar meşgul ve yorgun; hisleri körelmiş durumda… Doğru, şükredeceğim o kadar çok şey var ki… Yine de tesellî bulamıyorum. Sonu gelmez sorular ve tarifsiz merak, beni tutsak ediyor gecenin girdaplarında. Söyleyin Allah aşkına, sonsuz bir yaratılış ve sonsuz bir ilmin ortasında ne yapmaktayım, ne kadarım, neyim, etrafımda ne olup bitmekte?

Gün içerisinde yaşadığım gerçeklik o kadar bilindik ki, yapageldiklerim o kadar sıradan ve günler o kadar birbirine benzer ki, bilincimin boğazı düğüm düğüm, inanın! Ben ilmi seven tembel, sonsuzluğa âşık garip, sanata düşkün yeteneksiz, mucizeleri gören bedbaht, ibadet katili, gece gündüz duâ eden boşluk, vatanına ve milletine hizmete sevdâlı işe yaramaz, çok şeyler yapmak isteyen ama boş boş dolaşan gafil… Ne desem boş! Sonumuz Allah’a emanet!

Bazen günlerim uykuda ne rahat geçiyor. Zaman alıp başını gidiyor benli bensiz. Sonra kitabın birinde, beynime çivi çakan cümlelerle karşılaşıyor ve uykusuz gecelere yelken açıyorum: “Saniyede 300 bin kilometre hıza sahip olan ışık, Dünya ile Ay arasındaki mesafeyi saniyeden biraz fazla, Güneş’ten Dünya’ya sekiz dakikada, uzaya en yakın komşumuz olan yıldızdan (Proxima Centauri) Dünya’ya dört buçuk yıllık bir sürede yolculuk yapar. Bizim galaksimize en yakın olan Andromeda galaksisinin ışığı, bize 2,4 milyon yılda ulaşır. Boşluğun büyüklüğü inanılmazdır.”

Allah’ın yaratışından, ilminden sadece bir damla, lâkin ne damla! Gel de çık işin içinden! Gel de heyecanlanma! Bunun üstüne bu heyecanı paylaşacak bir dost bulamamak ne acı! İşte yazabilmek, burada imdadınıza yetişiyor! Yoksa mümkün mü dayanabilmek?

Etrafıma yalvaran gözlerle bakıyorum; varlığımız, dinimiz ve içimizdeki hayat, üzerimize her an yağan nimetler, etrafımızdaki sayısız varlık ve oluş, kısaca içimizdeki ve dışımızdaki sonsuzluk hiç mi kıvrandırıp heyecanlandırmıyor sizi? Sadece büyük bir başarı, sürpriz ya da hediye mi heyecanlandırıyor?

Din hakkında konuşacak en son kişi benim. Şunu söylemek zorundayım lâkin: Din, koluna girip seni yükselten şey değilse, yaşadığın şey ya eksik, ya yanlış, ya ruhunu kaybetmiş, ya alışkanlık olmuş ya da otomatik beyin tarafından yapılıyor ve bilinç çok fazla farkındalık yaşamıyor.

Bunu şunun için söylüyorum: Dinimiz ve içindeki hayat, var olma sebebimiz, öncemiz ve sonramız; ahiretimiz ve akıbetimiz… Allah ile bağımız ve muhabbetimiz… Dinî yaşantımız biraz olsun sarsmıyor, heyecanlandırmıyorsa, günlerimize biraz olsun fark katmıyorsa, bizi Rabbimize yakınlaştırmıyor, insanî ve ilmî gelişimimizi sağlamıyorsa, yaşanan din değil, kavramlardır, farzlardır, gerekliliklerdir. Lütfen, bunu kendimize yapmayalım! Geceleri uyanıp kendimize çekidüzen verelim. Oturup kendi filmimizi izleyelim ve doğru eleştirelim bu filmden ne kadar zevk aldığımızı. Kendi hayat filmim için söyleyeyim ki, hiç içime sinmiyor! Daha fazla okumanın, gayretin, farkındalığın ve niyetin sahibi olmalıyım. Allah’tan daha fazla yardım istemeli, her an nokta konulabilir dünya filmiyle daha fazla oyalanmamalıyım.

Yaşam ve insan

Bir hayata, bir bedene, bir kimliğe ve ruha sahip olmak, mucizelerin, sırların, heyecanın en büyük nedeni olması gerekirken, unuttuklarımızın en başında gelmesi ne hüzünlü! “Yaşam başlı başına kıyametken, ben neden hâlâ sakinim” sözünü içimde duyduğum günden beri sakin değilim. Evet, yalnızlığı, geceyi ve ilmi çok seviyorum, ama bir de ilme sevdâlı dostlar çoğalsa etrafımda, ne güzel olurdu!

Gece ve yalnızlık, ışıklar ve sesler aradan çekildiğinde kalbindekilerine göre arka arkaya gelecek düşünce ve ilham kervanlarına açılan kapının adı. Gündüz ve içinde bitmeyen meşgaleler, insanın aslında kendi içine, ilme, gelişmeye yaptığı yolculuğa ara verdiği bir zaman dilimi. Bazıları gündüz de eğitim alındığını söyleyebilir ama gündüzleri beyin o kadar çok sinyalle (ışık, ses, düşünce, çevre, zaman, beden fonksiyonları, acıkma, rahatlılık, sıkıntı) meşgûl ki o sinyaller arasında aldığı eğitimin kalitesi tartışmalı.

İlim isteyene gözün gördüğü, kulağın duyduğu her şey ilim. İstemeyene, elindeki cep telefonuna iki satır yazı yazmak eziyet.

Bir an ve düşünce yöntemi

Servisle işten eve doğru ilerliyorum. Yanımızdan etrafı toz bağlamış bir araba geçti hızla. Muhakkak işi çok acil ve böyle hızlı… Vakti yok ki arabası kirli… Kim bilir, belki de çok dertli… Onlarca yorum yapılabilir. Bizi hiç ilgilendirmez de… Peki, her şeyin ötesinde bu olaya ilim ve kalp gözü ile nasıl bakılabilir?

Düşüncelerinizle dünyanın biraz yukarısına, atmosfer tabakasını geçip daha yukarı yol alın. Sonra yönü olmayan o büyük karanlıkta istediğiniz tarafa istediğiniz kadar gidin. Etrafınızı çevreleyen yıldızlara baka baka, etrafınızda döne döne, hattâ yıllarca baka baka arayın: Camı toz içinde bir araba, o içinde havasız kaldığınız, bunaldığınız dolmuş yolculuğunda uzayın tam ortasında yolsuz, mekânsız bir ortamda, hafif yokuşa doğru yol alıyor… Düşünün… Dolmuşta camdan dışarı bakıyorsunuz ve sadece uzaklarda yanıp sönen yıldız ışıkları var, başka hiçbir şey yok! Bir de o muhteşem karanlık boşluğun, uzak uzak yıldızların orta yerine bir avuç toprak parçası koyun. O üstüne bastığınız ama şükrünü unuttuğunuz toprak parçası, o boşluğun içinde o kadar güzel parlar ki inanamazsınız!

O boşlukta yaşayan ama bizim algılayamayacağımız bir canlı olsa, o toprak parçası ya da bir anda boşlukta belirip hızla önümüzden geçerek kaybolan tozlu araba, sanırım çok değerli ve çok ilginç bir deneyim olurdu…

Gecenin dipsiz kuyusunda yol alırken, o uzay boşluğunda nesneleri hayâl ederdim. Bir gece uzayın o büyük yalnızlığının tam ortasında, çok eski, üstü yamalı bir Anadol marka hurda toplama aracını gördüm. Hoparlöründen şu ses yankılanıyordu: “Hurdacı!”

Aradan kaç yıl geçti, ama o sesin yankısı ve o anki içimi titretişi, idrakimi paramparça edişi aynı ürpertiyle devam ediyor. Gece, yalnızlık, güzel niyetli bir kalp, Hakk’tan dileyen için kâinatı içine alabilecek büyüklükte bir sandık… İçine at ne atabilirsen! Uzayı, ilmi, düşleri, dünü, bugünü, heyecanı, korkuyu, ibadeti, muhabbeti ve sonsuzluğu…

Lütfen, kendinize ve kalbinize biraz zaman ayırın. Kendinize yatırım yapın. Kitabınızı, kalem ve defterinizi, düşlerinizi, niyetlerinizi yanınıza alıp en azından ayda bir gece zihninizde yolculuğa çıkın. Dininizi, işinizi, okulunuzu, aile yaşamınızı, beden ülkenizi, arkadaşlığınızı bilmelerinizin ötesinde dışarıdan, biraz yukarıdan kalp gözü ile tarayın ve yaşadığınızı, bildiğinizi farklı bir noktadan okumaya çalışın. Fark etmediğinizi fark edin! İsteyince bir şeyin içinde çok şeyi göreceksiniz. “Bildim” dediğiniz şeyde binlerce bilmediğiniz çıkacak, heyecanlanacak, meraklanacak ve “Nasıl?” diyerek şaşıracaksınız.

Öğretmeni kendiniz olduğunuz okuldan daha verimli bir okul ne olabilir? Öğretmen siz, öğrenci siz… Kendinize daha fazla değer ve imkân verin!