Çocukluk: Masumiyetle dolu kısa bir film

Mesleğim gereği her gün o masumiyet sahnesinde başaktör olamasam da bazen izleyici, bazen figüran oluyorum. Bu kısa filmin senaryosu, senaristi, rol sahipleri veya ticarî bir kaygısı yok. Gerçek, samimî, içten karakterleri var…

HEPİMİZİN içinde gizlenen, kalbimizin odacıklarında sakladığımız bir çocuk vardır. Kimininki ışıksız, dar bir odacığa sıkışmış, iki büklüm oturur ağlar.

Kimininki ışıltılı, aydınlık, ucu bucağı olmayan bir odada güler oynar. Yaşımız kaç olursa olsun, yüreğimizin dehlizlerinde sakladığımız ve asla aşikâr etmediğimiz bu çocuklar ne ölür, ne de büyür; geçmişimizin geçmeyen izlerini pompalar ruhumuza, içimizin aks-i sedasını fısıldar kulağımıza.

Kimimiz hayrandır o çocuğa, bırakmaz ellerini, kışlarını bahar eder; kimimiz bedenimize ve zihnimize yazılmış hikâyenin kapak sayfasına dokunmaya dahi imtina eder. Hayatının en safiyane döneminde olumsuz duygu ve davranışlara maruz kalmış bireyler, hayata bambaşka bir perspektiften bakarlar. Hüzne giriftar olmuş gözleri, ebeveynlerinin yazdığı hikâyeyi edite etmenin sancılı sürecinden geçer.

Erken çocukluk dönemi, çocukların istikbâlini biçimlendiren en ehemmiyetli evredir. Her bireyin sevgi ihtiyacı anne karnında başlar ve ömrü vefa edene kadar devam eder. Yaşamımızın ilk altı yılında bilinçaltımızda oluşan devasa sarnıçta sevgi, güven ve merhamet duygularını depolar, ömrümüzün zorlu dönemlerinde oradan besleniriz. Ruhsal gelişimin yapıtaşlarını oluşturan bu duygular sadece ebeveynler tarafından oluşturulabilir; olmazsa olmaz bu hissi depolamayan bireylerde boşluklar oluşur.

Sadece sevgisizlik mi bu boşluğu oluşturan etken? Ne yazık ki hayır! Tek odak noktası çocuk olan anne ve babaların, gerçekleştiremedikleri hayâllerini gerçekleştirmesini bekledikleri çocuklarında, yaşayamadıkları çocukluklarını “Ben yaşayamadım, çocuğum yaşasın, hiçbir şeyden eksik kalmasın” düşüncesi ile yansıtmaları üzerinden -her ne kadar masum görünse de- çocuğun maneviyatında ciddî deformasyon ve boşluklar oluşuyor.

Gözümüzden sakındığımız yavrularımızın her isteğini yerine getirerek mutsuz ve doyumsuz bireyler yetiştirdiğimizin farkında olmaksızın, ısrarlarla maddî tuğlalardan gökdelenler inşâ ediyoruz çocuklarımızın ruhunda. Nitekim o gökdelenden kendi ellerimizle boşluğa bırakıyoruz evlatlarımızı.

Gelişimimizin en kritik döneminde öğrenilmişliklerimiz ve hissedilişlerimiz yetişkinliğimizde duygu, düşünce ve davranışlarımızı yönlendiren, kimimizin alt benliğine sıkışmış, kimimizin ısrarla sosyal yaşantısına aksettiği, içimizdeki çocuğun komutlarıdır. Sevgi, güven ve ilgiye temas etmiş kişilerde sabır, saygı, merhamet ve adalet; sevgide kaliteli doyuma ulaşamamış ya da dozu aşmış ilgiye maruz kalmış bireylerde ise tahammülsüzlük, korku, öfke ve kıskançlık gibi yönergelerle varlığını hissettirir. Manevî ihtiyaçları karşılanmamış çocuğun gizil çığlıkları davranışlarında yankı olarak vuku bulur. İsyan olur, kin olur, nefret olur ve yansır gündelik yaşantısına.

Bazılarında ise o ses yakarış olur ve “Yaratan’ın karşına çıkardığı güzelliklerin hatırına tut ellerimden, yaralarımı sar!” diye seslenir çocukluğu yetişkinliğine.

Hepimizin çocukluğuna dair anımsadığı anılar, hikâyeler vardır. Bu anı defterini kimi okumaya doyamaz, kimi yapraklarını koparıp atmak, hiç yaşanmamışa saymak ister. Ancak bu mümkün olmayabilir. Çünkü çocuklukta tutulan kayıtlar unutulmaz; şartlar ne olursa olsun, olmadık zamanlarda çıkar karşımıza, görünmezdir, bilinmezdir. Onun varlığı sadece kendi yetişkinine aşikârdır.

Zaman zaman içimizde bir boşluk, bir hüzün, yeri doldurulamayan ya da adlandırılamayan bir his oluşur; milyonlarca güvercin rihlet eder içimizden, yerini heyula akbabalara zerk eder. Geçmişin ruhumuzda estirdiği fırtına, alabora eder yarınlarımızı. Her aynaya baktığımızda, defaatle geçmiş geçer gözbebeklerimizin içinden. Böyle duygular bazen aniden ortaya çıkabilir, bazen de başka bir duyguyla, biz fark etmeden tetiklenebilir. Bu hissiyat genellikle içimizdeki çocuk ile şimdiki benin birbirinden kopmasıyla vuku bulur.

Çocukluk bu ya, haylazdır, kırılgandır, duygusaldır. Durum ne olursa olsun, en belirgin özelliği ise savunmasızlığı ve masumiyetidir. İçimizdeki dehlizlerdeki çocuğun masumiyetine sığınıp onun gözleriyle dünyaya baktığımız vakit, çocukluğumuzun yetişkinliğimize galip geleceği fırsatlar yarattığımızda, dünyanın daha yaşanılası ve renkli bir yer olacağına inanıyorum.

Bu fırsatları nasıl yaratmalıyız?

Hayâl kurmak: Çocukların dünyasındaki hayâl kurma eylemi yetişkinlerin dünyasında dua ile eş değerdir. Hâl böyle olunca umutsuzluk libası yakışmaz ruhumuza.

Sahtelikten uzak durmak: Çocuklar sahtelik nedir bilmez, diledikleri gibi konuşur, diledikleri gibi hareket ederler. Söylem ve eylem noktasında onlar kadar sahici olmamız elbette mümkün değil, fakat yüzümüze hissetmediğimiz duyguların maskesini takmadan, kalıplara girmeden çocuklar gibi yalın ve net olduğumuzda, onlar kadar samimî ve içten olmak kaçınılmaz olacaktır. Sahte gülücüklere katlanmadan, sahte gülücükler saçmadan, bize ait olmayan kimliklerin yükünden azade kuşlar kadar özgür ve hafif bir benliğe sahip oluruz.

Güven duymak: Çocuklarımıza ve çocukluğumuza baktığımızda, koşulsuz ve yargısız arkadaşlıklara hepimiz şahit olmuşuzdur; bu durumun çocukların sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimine etkisi ise yadsınamaz. Ne zaman ki erişkin olduk, etrafımıza ördüğümüz duvarları kalınlaştırdık, ıssızlaşan mekânlarımızda kendimizi izole ettik, olumsuz duygular ve düşünceler de benliğimizi işgal etti. Bu işgale “Dur!” demek adına aile, akraba ve eş dost ile iletişimi diri tutma, kaliteli zaman geçirme gibi adımları hayata entegre ederek negatif duyguların etkisini en asgarî düzeye indirebilmemiz mümkün olacaktır.

Keşfetmek: Küçük kâşifler her daim merak içindedirler. Bitmeyen sorular silsilesi, sınır tanımayan karıştırma ve dokunma dürtüsü ile heyecanlarına karşı koyamaz, yerlerinde duramazlar. Hem zihinleri, hem bedenleri her daim hareket hâlinde, yeni bir şeyler öğrenmenin peşindedir. “Öğrenmek eşittir yenilenmek” formülü ile zihnimizdeki her yenilik bizi dinamik tutacaktır.

Korkusuz olmak: Korku kavramını bilmeyen çocuklar, sıcak bir kâse çorbanın içine ellerini daldırabilir, kesici bir alet ile oynamak ister, akıllarından geçen bir düşünceyi hemen söyler, “Düşer miyim? Yanar mıyım? Kanar mıyım? Beni azarlayan, bana kırılan olur mu?” kaygısı gütmeden yaşarlar. Erişkinliğimizdeki kaygılarımız, sonradan edinilmiş duygusal tutumlarımızdır. Yetişkin dünyamızdaki korkularımıza baktığımızda ise bu duygusal tutumların hiçbirinin çocuklarda iktisap etmediğini görürüz. Eleştirilme, başkaları tarafından yargılanma, reddedilme, gelecek ve bilinmezlik korkusu gibi yersiz kaygılar zihinsel sağlığımızı olumsuz yönde etkiler, yaşam kalitemizi düşürür. Ateşe yürümeyelim fakat korkularımızı korkutmak adına çocuklara öykünelim.

İnsan olmak bir yolculuktur. Bu yolculukta pusulamız içimizdeki çocuk olursa, kendimizin kendisiyle samimî bir umut üzere ellerimizi birleştirirsek, o çocuktan ilham alarak yola koyulursak, çıktığımız tüm yolların sonu iyiliğe ve güzelliğe çıkacaktır.

Bulanlar, arayanlardır! Derinlerde, kuytu köşe bir yerlerde saklanan kendimizin kendisinden öğreneceği çok şey var. Doğuştan edinilmiş, sonradan kaybedilmiş öz benliğimizi bulduğumuzda, ona sıkıca sarılıp yarım kalmış veya karşılanmamış ihtiyaçların şimdiki benin bir parçası olduğunun farkındalığı ile yaşadığımız olumsuz ve güzel hatıraları harmanlayarak Yaratan’ın bize bahşettiği öz güzelliğimizin ilham veren ışığını ayarlayalım. Böylece deklanşöre basmadan evvel bakışlarımızı geçmişe değil, geleceğe yönlendirdiğimizde yaşamayı kalbî sanata çevirebiliriz.

Başlığımız, “Çocukluk: Masumiyetle Dolu Kısa Bir Film”… Mesleğim gereği her gün o masumiyet sahnesinde başaktör olamasam da bazen izleyici, bazen figüran oluyorum. Bu kısa filmin senaryosu, senaristi, rol sahipleri veya ticarî bir kaygısı yok. Gerçek, samimî, içten karakterleri var. Zaman zaman onların düşsel sofralarına konuk olur, kahve olmayan fincanlarından kahve içer, boş bir tabaktan ikram ettikleri yemeklerin tadına bakarım. Karnım doymasa da ruhum doyar onlardan devşirdiğim gerçeklik ve güzelliklerle.

“Mmm… Ellerine sağ­lık canım, harika olmuş!” diye misafirini hem canlandırıp hem seslendiren, sonrasında ise “Ne demek! Afiyet bal olsun şe­kerim” şeklinde yanıt veren bir masumiyetin gözleri dünyaya nasıl bakıyorsa, biz de onların nazarından bakarak hem ömrümüzü, hem dünyayı katbekat güzelleştirebiliriz.