
HEPİMİZİN
içinde gizlenen, kalbimizin odacıklarında sakladığımız bir çocuk vardır. Kimininki
ışıksız, dar bir odacığa sıkışmış, iki büklüm oturur ağlar.
Kimininki ışıltılı, aydınlık, ucu bucağı olmayan bir odada
güler oynar. Yaşımız kaç olursa olsun, yüreğimizin dehlizlerinde sakladığımız
ve asla aşikâr etmediğimiz bu çocuklar ne ölür, ne de büyür; geçmişimizin
geçmeyen izlerini pompalar ruhumuza, içimizin aks-i sedasını fısıldar
kulağımıza.
Kimimiz hayrandır o çocuğa, bırakmaz ellerini, kışlarını
bahar eder; kimimiz bedenimize ve zihnimize yazılmış hikâyenin kapak sayfasına
dokunmaya dahi imtina eder. Hayatının en safiyane döneminde olumsuz duygu ve
davranışlara maruz kalmış bireyler, hayata bambaşka bir perspektiften bakarlar.
Hüzne giriftar olmuş gözleri, ebeveynlerinin yazdığı hikâyeyi edite etmenin
sancılı sürecinden geçer.
Erken çocukluk dönemi, çocukların istikbâlini biçimlendiren
en ehemmiyetli evredir. Her bireyin sevgi ihtiyacı anne karnında başlar ve ömrü
vefa edene kadar devam eder. Yaşamımızın ilk altı yılında bilinçaltımızda
oluşan devasa sarnıçta sevgi, güven ve merhamet duygularını depolar, ömrümüzün
zorlu dönemlerinde oradan besleniriz. Ruhsal gelişimin yapıtaşlarını oluşturan
bu duygular sadece ebeveynler tarafından oluşturulabilir; olmazsa olmaz bu
hissi depolamayan bireylerde boşluklar oluşur.
Sadece sevgisizlik mi bu boşluğu oluşturan etken? Ne yazık ki
hayır! Tek odak noktası çocuk olan anne ve babaların, gerçekleştiremedikleri
hayâllerini gerçekleştirmesini bekledikleri çocuklarında, yaşayamadıkları
çocukluklarını “Ben yaşayamadım, çocuğum yaşasın, hiçbir şeyden eksik kalmasın”
düşüncesi ile yansıtmaları üzerinden -her ne kadar masum görünse de- çocuğun
maneviyatında ciddî deformasyon ve boşluklar oluşuyor.
Gözümüzden sakındığımız yavrularımızın her isteğini yerine
getirerek mutsuz ve doyumsuz bireyler yetiştirdiğimizin farkında olmaksızın,
ısrarlarla maddî tuğlalardan gökdelenler inşâ ediyoruz çocuklarımızın ruhunda. Nitekim
o gökdelenden kendi ellerimizle boşluğa bırakıyoruz evlatlarımızı.
Gelişimimizin en kritik döneminde öğrenilmişliklerimiz ve
hissedilişlerimiz yetişkinliğimizde duygu, düşünce ve davranışlarımızı yönlendiren,
kimimizin alt benliğine sıkışmış, kimimizin ısrarla sosyal yaşantısına aksettiği,
içimizdeki çocuğun komutlarıdır. Sevgi, güven ve ilgiye temas etmiş kişilerde
sabır, saygı, merhamet ve adalet; sevgide kaliteli doyuma ulaşamamış ya da dozu
aşmış ilgiye maruz kalmış bireylerde ise tahammülsüzlük, korku, öfke ve
kıskançlık gibi yönergelerle varlığını hissettirir. Manevî ihtiyaçları
karşılanmamış çocuğun gizil çığlıkları davranışlarında yankı olarak vuku bulur.
İsyan olur, kin olur, nefret olur ve yansır gündelik yaşantısına.
Bazılarında ise o ses yakarış olur ve “Yaratan’ın karşına
çıkardığı güzelliklerin hatırına tut ellerimden, yaralarımı sar!” diye seslenir
çocukluğu yetişkinliğine.
Hepimizin çocukluğuna dair anımsadığı anılar, hikâyeler
vardır. Bu anı defterini kimi okumaya doyamaz, kimi yapraklarını koparıp atmak,
hiç yaşanmamışa saymak ister. Ancak bu mümkün olmayabilir. Çünkü çocuklukta
tutulan kayıtlar unutulmaz; şartlar ne olursa olsun, olmadık zamanlarda çıkar karşımıza,
görünmezdir, bilinmezdir. Onun varlığı sadece kendi yetişkinine aşikârdır.
Zaman zaman içimizde bir boşluk, bir hüzün, yeri doldurulamayan ya da
adlandırılamayan bir his oluşur; milyonlarca güvercin rihlet eder içimizden,
yerini heyula akbabalara zerk eder. Geçmişin ruhumuzda estirdiği fırtına,
alabora eder yarınlarımızı. Her aynaya baktığımızda, defaatle geçmiş geçer
gözbebeklerimizin içinden. Böyle duygular bazen aniden ortaya çıkabilir, bazen
de başka bir duyguyla, biz fark etmeden tetiklenebilir. Bu hissiyat genellikle
içimizdeki çocuk ile şimdiki benin birbirinden kopmasıyla vuku bulur.
Çocukluk bu ya, haylazdır, kırılgandır, duygusaldır. Durum ne
olursa olsun, en belirgin özelliği ise savunmasızlığı ve masumiyetidir. İçimizdeki
dehlizlerdeki çocuğun masumiyetine sığınıp onun gözleriyle dünyaya baktığımız vakit,
çocukluğumuzun yetişkinliğimize galip geleceği fırsatlar yarattığımızda, dünyanın
daha yaşanılası ve renkli bir yer olacağına inanıyorum.
Bu fırsatları nasıl yaratmalıyız?
Hayâl kurmak: Çocukların dünyasındaki hayâl kurma eylemi
yetişkinlerin dünyasında dua ile eş değerdir. Hâl böyle olunca umutsuzluk libası
yakışmaz ruhumuza.
Sahtelikten uzak durmak: Çocuklar sahtelik nedir bilmez,
diledikleri gibi konuşur, diledikleri gibi hareket ederler. Söylem ve eylem
noktasında onlar kadar sahici olmamız elbette mümkün değil, fakat yüzümüze
hissetmediğimiz duyguların maskesini takmadan, kalıplara girmeden çocuklar gibi
yalın ve net olduğumuzda, onlar kadar samimî ve içten olmak kaçınılmaz olacaktır.
Sahte gülücüklere katlanmadan, sahte gülücükler saçmadan, bize ait olmayan
kimliklerin yükünden azade kuşlar kadar özgür ve hafif bir benliğe sahip
oluruz.
Güven duymak: Çocuklarımıza ve çocukluğumuza baktığımızda, koşulsuz
ve yargısız arkadaşlıklara hepimiz şahit olmuşuzdur; bu durumun çocukların
sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimine etkisi ise yadsınamaz. Ne zaman ki
erişkin olduk, etrafımıza ördüğümüz duvarları kalınlaştırdık, ıssızlaşan mekânlarımızda
kendimizi izole ettik, olumsuz duygular ve düşünceler de benliğimizi işgal etti.
Bu işgale “Dur!” demek adına aile, akraba ve eş dost ile iletişimi diri tutma,
kaliteli zaman geçirme gibi adımları hayata entegre ederek negatif duyguların
etkisini en asgarî düzeye indirebilmemiz mümkün olacaktır.
Keşfetmek: Küçük kâşifler her daim merak içindedirler. Bitmeyen
sorular silsilesi, sınır tanımayan karıştırma ve dokunma dürtüsü ile
heyecanlarına karşı koyamaz, yerlerinde duramazlar. Hem zihinleri, hem
bedenleri her daim hareket hâlinde, yeni bir şeyler öğrenmenin peşindedir. “Öğrenmek
eşittir yenilenmek” formülü ile zihnimizdeki her yenilik bizi dinamik tutacaktır.
Korkusuz olmak: Korku kavramını bilmeyen çocuklar, sıcak bir kâse
çorbanın içine ellerini daldırabilir, kesici bir alet ile oynamak ister, akıllarından
geçen bir düşünceyi hemen söyler, “Düşer miyim? Yanar mıyım? Kanar mıyım? Beni
azarlayan, bana kırılan olur mu?” kaygısı gütmeden yaşarlar. Erişkinliğimizdeki
kaygılarımız, sonradan edinilmiş duygusal tutumlarımızdır. Yetişkin
dünyamızdaki korkularımıza baktığımızda ise bu duygusal tutumların hiçbirinin
çocuklarda iktisap etmediğini görürüz. Eleştirilme, başkaları tarafından yargılanma,
reddedilme, gelecek ve bilinmezlik korkusu gibi yersiz kaygılar zihinsel sağlığımızı
olumsuz yönde etkiler, yaşam kalitemizi düşürür. Ateşe yürümeyelim fakat korkularımızı
korkutmak adına çocuklara öykünelim.
İnsan olmak bir yolculuktur. Bu yolculukta pusulamız içimizdeki çocuk
olursa, kendimizin kendisiyle samimî bir umut üzere ellerimizi birleştirirsek,
o çocuktan ilham alarak yola koyulursak, çıktığımız tüm yolların sonu iyiliğe
ve güzelliğe çıkacaktır.
Bulanlar, arayanlardır! Derinlerde, kuytu köşe bir yerlerde
saklanan kendimizin kendisinden öğreneceği çok şey var. Doğuştan edinilmiş,
sonradan kaybedilmiş öz benliğimizi bulduğumuzda, ona sıkıca sarılıp yarım kalmış veya
karşılanmamış ihtiyaçların şimdiki benin bir parçası olduğunun farkındalığı ile
yaşadığımız olumsuz ve güzel hatıraları harmanlayarak Yaratan’ın bize
bahşettiği öz güzelliğimizin ilham veren ışığını ayarlayalım. Böylece deklanşöre
basmadan evvel bakışlarımızı geçmişe değil, geleceğe yönlendirdiğimizde
yaşamayı kalbî sanata çevirebiliriz.
Başlığımız, “Çocukluk: Masumiyetle Dolu Kısa Bir Film”…
Mesleğim gereği her gün o masumiyet sahnesinde başaktör olamasam da bazen
izleyici, bazen figüran oluyorum. Bu kısa filmin senaryosu, senaristi, rol
sahipleri veya ticarî bir kaygısı yok. Gerçek, samimî, içten karakterleri var. Zaman
zaman onların düşsel sofralarına konuk olur, kahve olmayan fincanlarından kahve içer,
boş bir tabaktan ikram ettikleri yemeklerin tadına bakarım. Karnım doymasa da
ruhum doyar onlardan devşirdiğim gerçeklik ve güzelliklerle.
“Mmm… Ellerine sağlık canım, harika olmuş!” diye misafirini hem canlandırıp hem seslendiren, sonrasında ise “Ne demek! Afiyet bal olsun şekerim” şeklinde yanıt veren bir masumiyetin gözleri dünyaya nasıl bakıyorsa, biz de onların nazarından bakarak hem ömrümüzü, hem dünyayı katbekat güzelleştirebiliriz.