Çocukluğumun şehri Havza

Havza’da, hatırladığım kadarıyla önceleri köy olan, fakat giderek şehrin bir parçası hâline gelen Boyalıca Mahallesi, 93 Harbi esnasında Kafkaslardan göç etmiş Çerkezlerin oturduğu Memduhiye Mahallesi, daha kıyıda bulunan Sondaj Mahallesi ve merkezde bulunan İcadiye Mahallesi bulunurdu. Dinî bayramlarda yaptığımız en önemli iş, Sondaj Mahallesi’nde bulunan ememizin (babamızın ablası) evine ailece yürüyerek gitmekti.

İNSAN duygusal bir varlık, geçmişini özlüyor. Mâzisine garip bir şekilde kendini bağlı hissediyor. Bu yazıyı yazdığım hafta sonunda, Havza’da bulunuyorum ve anılara doğru bir yolculuk yapmaktan kendimi alamıyorum.

Tâ çocukluğuma geri dönüyor, 1966’daki Havza’yı hatırlıyorum; çocukluk yıllarımın Havza’sını… Pek çok anı, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor...

Altı yaşıma kadar Hilyas’da (biz “Hıllaz” diye telâffuz ediyorduk) büyüdüm. Köyün tam ortasında, büyük, bahçeli ve kalabalık bir evde… Beş yaşımı tamamladığım sene, babam marangozluk mesleğini icra etsin ve çocuklar okuyabilsin diye ailece Havza’ya taşınıyoruz.

Taşındığımız ev, Karşıyaka Mahallesi’nde kendimize ait, iki katlı, alt katı taş, üst katı yığma tuğladan yapılmış bir yapı. Burası alt katta babamın atölye olarak plânladığı, bir bölüm, bir salon, iki oda ve üst katta dört odası bulunan büyükçe bir evdi. Bizden önce şehre taşınmış amcam, üç çocuğu ile burada yaşıyordu. Biz de evin üst katında iki odaya yerleştik. Alt kata babam atölyesini kurdu. Yani amcamız ile aynı evde oturuyorduk.

O zamanlar bizim mahalle yeni kuruluyordu. Daha çok bizim gibi çeşitli köylerden göç etmiş aileler vardı. Komşularımızın çoğunluğu, bugün “Alevî” denen, o zaman bizim “Kızılbaş” dediğimiz insanlardan oluşuyordu. Henüz ülkede Alevîlik-Sünnîlik dâvâsı yoktu. İnsanlar birbirlerinden kız alıp vermek dışında dosttu. Birbirlerine gider gelirlerdi. Meselâ benim çocukluk arkadaşlarımın büyük çoğunluğu Kızılbaş çocukları idi. Birbirimizin evine ders çalışmak için gider gelirdik. 

Alevîlerle Sünnîler arasındaki ayrılık gayrılık sağ-sol dâvâsının etkisiyle ortaya çıkana kadar, bu dostluk ve kardeşlik durumu devam etti. Yetmişli ve seksenli yıllarda siyâsilerin tahrik ve provokasyonlarıyla Alevî gençler ile Sünnî gençler arasında bir düşmanlık oluştuysa da, elhamdülillah, 12 Eylül Darbesi’nden sonra aradaki husûmet yavaş yavaş kalktı ve eski dostluk günlerine geri dönüldü. Belki de 12 Eylül Darbesi’nin ülkeye tek faydası, bu husûmetin sona ermesine vesîle olmasıdır.

Havza’daki ilk günlerim, altı yaşımda şehri yavaş yavaş keşfe çalıştığım zamanlar olarak geçti. Şehirde kaybolmaktan korkar, bu nedenle ara cadde ve sokaklara her gün bir iki sokak daha ilerleyerek devam ederdim. Şehrin merkezine, Samsun yolunun da geçtiği “Dörtyol” dediğimiz mevkiden geçilerek gidilirdi. Sebze pazarı burada kurulurdu. Daha yukarıda bulunan ve “İmaret Mahallesi” olarak isimlendirilen hamamlar bölgesi, şehrin ilk kurulduğu bölgeydi. Her Salı burada elbise pazarı kurulurdu. Elbise pazarına zaman zaman babamla üst baş ve ayakkabı almaya giderdik. Bu pazarda gezmek bana çok ilginç gelirdi. Babamın pazarlıklarını izlemek eğitici ve öğreticiydi.

Bu alışverişlerden aklımda kalan şey şudur: Meselâ bir pantolon almak için dolaşır ve üzerime olan birini almaya karar verirdik. Sonra babam satıcıya fiyatını sorar, o da fiyatını söylerdi. Çoğu zaman babam bana, “Oğlum, pantolonu çıkar, bizim buna gücümüz yetmez!” derdi. Ben buna çok bozulurdum ama çâresiz pantolonu çıkarır, daha ucuzunu bulmak için aramaya devam ederdik.

Havza’da, hatırladığım kadarıyla önceleri köy olan, fakat giderek şehrin bir parçası hâline gelen Boyalıca Mahallesi, 93 Harbi esnasında Kafkaslardan göç etmiş Çerkezlerin oturduğu Memduhiye Mahallesi, daha kıyıda bulunan Sondaj Mahallesi ve merkezde bulunan İcadiye Mahallesi bulunurdu. Dinî bayramlarda yaptığımız en önemli iş, Sondaj Mahallesi’nde bulunan ememizin (babamızın ablası) evine ailece yürüyerek gitmekti. Bu ziyaret, benim için şehri bir baştan diğer başa geçmek anlamına gelirdi ve dinî bir merasim niteliği taşımasıyla beraber bu yüzden de hep hoşuma giderdi.

Okula başladığım 1967 senesinde, mahallemizde okul yoktu. Bu nedenle Boyalıca Mahallesi’nde bulunan İstiklal İlkokulu’na kaydoldum. Demiryolunu geçerek gittiğimiz okula gidip gelmek, özellikle kış aylarında problem olurdu. Elimiz, ayağımız, burnumuz ve kulaklarımız donardı ayazdan. Buna rağmen bu okul, hayatımın en önemli ögelerinden biri olmuştur.

Topal Yahya ile her sabah birlikte giderdik okula. Okul çıkışı zamanımız daha çok olduğundan, tren rayları üzerinde düşmeden yürümeye çalışarak dönerdik eve. Dördüncü sınıfa geçtiğimiz sene bizim mahalleye okul yapılmıştı. Biz de buradan ayrılmış, mahallemizdeki okula yazılmıştık. Bu ayrılıktan aklımda kalan, öğretmenimizin, benim Karşıyaka’da oturduğumu öğrendiğindeki üzüntüsüdür.

Öğretmenimiz bir gün sınıfa geldi ve “Karşıyaka’da oturanlar parmak kaldırsın” dedi. Parmak kaldıran birkaç çocuktan biri de bendim. Öğretmen bir şey söylemeden onların adlarını ve soyadlarını bir kâğıda yazdı ve bana dönerek, “Sen de mi Karşıyaka’da oturuyorsun Osman?” diye sorduktan sonra bir süre durakladı ve üzgün bir yüz ifadesi ile benim de adımı ve soyadımı o kâğıda yazdı.

İstiklal İlkokulu’na gittiğimiz sene, henüz Havza’da lise yoktu. Zannediyorum, biz üçüncü sınıfa geçtiğimizde açıldı.

Benim Havza’daki hayatım, beşinci sınıfa geçtiğim sene sona erdi. Çünkü rahmetli ağabeyim Recep Kayaer, polis memuru olarak İskenderun’da göreve başlamıştı. Ağabeyim evlenince, yengem geceleri evde yalnız kalmasın diye beni onun yanına gönderdiler. Bu ayrılık, herhâlde ömür boyu sürecek bir ayrılıktı. O gün bugündür Havza’ya hep misafir olarak, bir iki günlüğüne, en çok bir haftalığına gidebildim.