Çocuklarımız bize sesleniyor!

Zaman zaman ailece yaptığımız mutfak masası sohbetlerinin birinde, babam, henüz ilkokul yıllarında esnaflık yapan dayısının yanında çalıştığı günleri hatırlatarak, “Dayım, küçücük yaşta elime yüklü miktarda parayı verir, bankaya yatırmam için yollardı beni” dedi. Hemen arkasından da ekledi:

DOĞDUĞU andan itibaren varlığını hissettiğimiz çocuklarımız…

“Masaya bardakları ben götürebilir miyim anne?” diye sorduğunda cevap “Hayır, kırarsın” olunca, “Ama ben götürebilirim” ısrarına karşılık “Olmaz! Şimdi düşürür kırarsın! Onu geçtim, bir tarafını kesersin” şeklindeki ısrarın sürdüğü diyaloglara çoğu kez şahit olmuşumdur. Çocuklarımla aramda geçtiği zamanlar da olmuştur. Tâ ki “Bana yardımcı olmak istemene çok sevindim” diye başlayan diyaloglara geçene, onları yüreklendirmeyi öğreninceye kadar…

Kendine has kişilik özellikleriyle dünyaya gelen çocuklarımıza sevgi yumağımızdan sabırla ilmek ilmek aktarmaya başlarız. Herkes için ip renginin, dokusunun, örülen desenin veya ilmek atışın farklı olması nedeniyle her çocuk farklı özellikler taşır. Aynı ailede büyüyen, hatta tek yumurta ikizi olan kardeşler arasında bile kişilik özellikleri açısından çok büyük farklar gözlenmektedir.

Hani lâf arasında “Her çocukta farklıdır” diye ifade ettiğimiz “karakter” kelimesi için, “Bireyler arasındaki farklılıkların bütünüdür” diyebiliriz. Aynı zamanda “kişilik, mizaç ve huy” kelimeleriyle eşanlamlı olarak da kullanılır. Henüz doğmadan, anne karnında ana hatlarıyla belirlenen, çocukluk aşamasında şekillenerek bazı özellikler eklenen karakterimiz için 6-7 yaş dolaylarında tamamlandığı belirtilmektedir. Bundan sonraki sürecin devamına ailemiz ve çevremizden gördüklerimiz ve öğrendiklerimizle yeni tuğlalar eklenmektedir.

Çocuklarımızda sağlıklı bir kişilik gelişiminden söz edebilmek için “özgüven” kelimesinin içini doldurmak, olmazsa olmazlardandır. Çocuklarımızın hayatta ne istediklerinin ve nelere ihtiyaçlarının olduğunun farkına varabilmeleri, bunları dile getirebilmeleri, duygularını açıkca ifade edebilmeleri ve insan ilişkilerinde benliklerini ortaya çıkarabilmeleri, kişilik gelişimlerinin sağlıklı olduğunun apaçık göstergeleridir.

Küçükken her yaz bağa giderdik. Yaklaşık üç ay boyunca dedemle geçirdiğim günlerden özgüvene dair aklımda kalan, bana almış olduğu ve elimin kavrayabileceği büyüklükte bir sapı olan küçük bir çekiçtir. Dedem bağdaki tamir işleriyle uğraşırken yanına giderdim. Bana, “Gel, şu çiviyi de sen çekiçle” derdi. Yarı oyunla karışık bu iş, belki yaşıma göre büyüktü, lâkin dedemin “Yaparsın yaparsın” şeklindeki telkiniyle benim için kolaylaşıverirdi. Sonrasında anladım, çiviye her vuruşumda daha da sağlamlaşan duygunun adının “özgüven” olduğunu.

Merdiven basamaklarını aşmaya çalışan çocuğumuzu belinden kavrayıp merdivenin tâ en tepesine koymayalım, çıkarken sorun yaşarsa diye sorun çözme becerisi edindirelim. Basamak arızalı ise çözüm yolu bulması için destek verelim. Alternatif merdiven sunalım. Tüm bunları yaparken, şartsız bir biçimde ona yanında olduğumuz mesajını verelim.

Her çocuğun, hayatın herhangi bir aşamasında yaşadığı bir olayda, yaptığı bir işte, duyduğu bir söz nedeniyle özgüveninin sağlamlaştığı noktalar muhakkak vardır. İlkokul üçüncü sınıfta okuduğu yıl kızım, bir gün geldi ve bana, “Anne, ben halk oyunu oynamak istiyorum” dedi. Neden ve niçin olduğunu sorgulamadan “Süper fikir!” dedim. Hocasına bu durumu ilettik. Bizim yola çıkışımızla okulda böyle bir ekibin kurulması, bir de eğitmen hocanın bulunmasıyla başlayan bir yolculuktu bu. Diğer ailelerin de destekleriyle oluşturulan halk oyunu ekibi tüm etkinliklerde gösteriler yaptı, hatta diğer okullarla yarıştı. Tüm bu yaşananlar, çocuklarımıza toplum önünde iyi ve güzel bir şeyler yaparak alkış almanın mutluluk ve gururunu yaşattı.

Bu oyunu oynarken, kıyas yaparak hiçbirini birbirinden daha iyi görmedik. Gösterileri sonrasında “Hepiniz çok iyiydiniz” diyerek yetersizlik duygusuna kapılmalarına izin vermedik.

Bir zamanlar üçüncü sınıfa giden o küçük kız, diğerleri arkadaşlarıyla birlikte büyüdü. Kimi yurtdışında farklı ülkelerde, kimi kendi ülkesinde başka şehirlerde… Edinmiş oldukları özgüvenle yollarına devam ediyorlar.

Biliyorum ki çocuklarımın bana anlatacakları çok şey var. Bebekken gözleri ve ağlamalarıyla, konuşmaya başlayınca kelimelere dökerek anlattılar. Anlatmaya devam ediyorlar. Bense onları her fırsatta dinliyorum, anlattıklarını önemsiyorum. “Arkadaşlarımı eve çağırıp misafir edebilir miyim?” diye sekiz arkadaşıyla birlikte kapıya geldiklerinde, “İçeri gelin, size ne hazırlayayım?” diyor ve gülümsüyorum. 

Ve yine biliyorum, ailelerin tutumlarının kişilik gelişimi ve dolayısıyla özgüven edindirme, sonrasında geliştirme noktasında önemli yer teşkil ettiğinin aşikâr olduğunu. Çocuklarımızı iyi analiz ederek yetenekleri doğrultusunda destekleyip, gerekirse başarısızlıktan başarı edindirerek özgüvenlerini sağlamlaştırmak adına adımlar atarken onlara kulak verelim. Özgüvenlerini destekleyici yaklaşımlarda bulunarak, kendi başlarına bir şeyleri yapabilme becerilerinin ortaya çıkmasına fırsat verelim.

Müsaadenizle yazmadan geçmek istemediğim bir paylaşım daha yapmak istiyorum…

Zaman zaman ailece yaptığımız mutfak masası sohbetlerinin birinde, babam, henüz ilkokul yıllarında esnaflık yapan dayısının yanında çalıştığı günleri hatırlatarak, “Dayım, küçücük yaşta elime yüklü miktarda parayı verir, bankaya yatırmam için yollardı beni” dedi. Hemen arkasından da ekledi: “Bu benim için, yüklü miktarda parayı elime alıp bankaya gitmekten çok daha ötesiydi! Dayımın bana olan güveniydi! Daha da önemlisi, benim kendime olan güvenimdi!”

Yazıma nokta koymadan önce…

Aşırı koruyucu ailecilik yaparak başkalarına bağımlı ve kendine güvensiz çocuklar yetiştirmeyelim. Ya da tam tersi, çocuklarımızın masaya götürmeye çalıştığı sırada kırmış olduğu bardak için “Kır evlâdım, hiçbir şey senden daha önemli değil” diyerek her yaptığı davranışa kayıtsız hoşgörüyle cevap verip bencil ve girdiği ortamlarda sürekli ilgi çekmeye çalışan çocuklar olarak yetişmelerine izin vermeyelim. Çocuklarımızın yanlışları muhakkak olacaktır. Ama tutarlı ve anlayışlı bir tavır sergileyerek, olması gereken doğru yönü onlara anlatmaktan kaçınmayalım.

Çocuğumuzun, gerek psikolojik, gerek fizyolojik ihtiyaçlarını görmezden gelip ilgisiz bırakarak, gelecekte herkese ve her şeye karşı düşmanca tavır edinmesine, her yaptığını ve her söylediğini eleştirerek -ki bu, “çocuğu dışlamak” demektir- isyankâr yetişmesine ve aşağılık kompleksine sahip olarak büyümesine izin vermeyelim.

Şimdi, var mısınız çocuklarımıza, “Yavrum, bunu senin için yaptım!” veya “Yanıma otur da sohbet edelim” diyerek yaptığı iyi işleri -abartıya kaçmadan- anlatmaya, bizlere verdikleri küçük hediyeleri, sevgi kokan çiçeklerini önemseyip saklamaya, yaptıkları resimleri duvara asmaya ya da buzdolabı kapağına tutturmaya, yazmış oldukları küçük notları ve mektupları kitaplarımıza ayraç yapmaya?