DOĞDUĞU andan itibaren
varlığını hissettiğimiz çocuklarımız…
“Masaya
bardakları ben götürebilir miyim anne?” diye sorduğunda cevap “Hayır, kırarsın”
olunca, “Ama ben götürebilirim” ısrarına karşılık “Olmaz! Şimdi düşürür
kırarsın! Onu geçtim, bir tarafını kesersin” şeklindeki ısrarın sürdüğü
diyaloglara çoğu kez şahit olmuşumdur. Çocuklarımla aramda geçtiği zamanlar da
olmuştur. Tâ ki “Bana yardımcı olmak istemene çok sevindim” diye başlayan
diyaloglara geçene, onları yüreklendirmeyi öğreninceye kadar…
Kendine
has kişilik özellikleriyle dünyaya gelen çocuklarımıza sevgi yumağımızdan
sabırla ilmek ilmek aktarmaya başlarız. Herkes için ip renginin, dokusunun,
örülen desenin veya ilmek atışın farklı olması nedeniyle her çocuk farklı
özellikler taşır. Aynı ailede büyüyen, hatta tek yumurta ikizi olan kardeşler arasında
bile kişilik özellikleri açısından çok büyük farklar gözlenmektedir.
Hani
lâf arasında “Her çocukta farklıdır” diye ifade ettiğimiz “karakter” kelimesi
için, “Bireyler arasındaki farklılıkların bütünüdür” diyebiliriz. Aynı zamanda “kişilik,
mizaç ve huy” kelimeleriyle eşanlamlı olarak da kullanılır. Henüz doğmadan,
anne karnında ana hatlarıyla belirlenen, çocukluk aşamasında şekillenerek bazı
özellikler eklenen karakterimiz için 6-7 yaş dolaylarında tamamlandığı
belirtilmektedir. Bundan sonraki sürecin devamına ailemiz ve çevremizden
gördüklerimiz ve öğrendiklerimizle yeni tuğlalar eklenmektedir.
Çocuklarımızda
sağlıklı bir kişilik gelişiminden söz edebilmek için “özgüven” kelimesinin
içini doldurmak, olmazsa olmazlardandır. Çocuklarımızın hayatta ne
istediklerinin ve nelere ihtiyaçlarının olduğunun farkına varabilmeleri, bunları
dile getirebilmeleri, duygularını açıkca ifade edebilmeleri ve insan
ilişkilerinde benliklerini ortaya çıkarabilmeleri, kişilik gelişimlerinin sağlıklı
olduğunun apaçık göstergeleridir.
Küçükken
her yaz bağa giderdik. Yaklaşık üç ay boyunca dedemle geçirdiğim günlerden
özgüvene dair aklımda kalan, bana almış olduğu ve elimin kavrayabileceği
büyüklükte bir sapı olan küçük bir çekiçtir. Dedem bağdaki tamir işleriyle
uğraşırken yanına giderdim. Bana, “Gel, şu çiviyi de sen çekiçle” derdi. Yarı
oyunla karışık bu iş, belki yaşıma göre büyüktü, lâkin dedemin “Yaparsın
yaparsın” şeklindeki telkiniyle benim için kolaylaşıverirdi. Sonrasında anladım,
çiviye her vuruşumda daha da sağlamlaşan duygunun adının “özgüven” olduğunu.
Merdiven
basamaklarını aşmaya çalışan çocuğumuzu belinden kavrayıp merdivenin tâ en
tepesine koymayalım, çıkarken sorun yaşarsa diye sorun çözme becerisi
edindirelim. Basamak arızalı ise çözüm yolu bulması için destek verelim. Alternatif
merdiven sunalım. Tüm bunları yaparken, şartsız bir biçimde ona yanında
olduğumuz mesajını verelim.
Her
çocuğun, hayatın herhangi bir aşamasında yaşadığı bir olayda, yaptığı bir işte,
duyduğu bir söz nedeniyle özgüveninin sağlamlaştığı noktalar muhakkak vardır. İlkokul
üçüncü sınıfta okuduğu yıl kızım, bir gün geldi ve bana, “Anne, ben halk oyunu
oynamak istiyorum” dedi. Neden ve niçin olduğunu sorgulamadan “Süper fikir!”
dedim. Hocasına bu durumu ilettik. Bizim yola çıkışımızla okulda böyle bir
ekibin kurulması, bir de eğitmen hocanın bulunmasıyla başlayan bir yolculuktu
bu. Diğer ailelerin de destekleriyle oluşturulan halk oyunu ekibi tüm etkinliklerde
gösteriler yaptı, hatta diğer okullarla yarıştı. Tüm bu yaşananlar, çocuklarımıza
toplum önünde iyi ve güzel bir şeyler yaparak alkış almanın mutluluk ve
gururunu yaşattı.
Bu
oyunu oynarken, kıyas yaparak hiçbirini birbirinden daha iyi görmedik.
Gösterileri sonrasında “Hepiniz çok iyiydiniz” diyerek yetersizlik duygusuna kapılmalarına
izin vermedik.
Bir
zamanlar üçüncü sınıfa giden o küçük kız, diğerleri arkadaşlarıyla birlikte büyüdü.
Kimi yurtdışında farklı ülkelerde, kimi kendi ülkesinde başka şehirlerde…
Edinmiş oldukları özgüvenle yollarına devam ediyorlar.
Biliyorum
ki çocuklarımın bana anlatacakları çok şey var. Bebekken gözleri ve
ağlamalarıyla, konuşmaya başlayınca kelimelere dökerek anlattılar. Anlatmaya
devam ediyorlar. Bense onları her fırsatta dinliyorum, anlattıklarını
önemsiyorum. “Arkadaşlarımı eve çağırıp misafir edebilir miyim?” diye sekiz
arkadaşıyla birlikte kapıya geldiklerinde, “İçeri gelin, size ne hazırlayayım?”
diyor ve gülümsüyorum.
Ve
yine biliyorum, ailelerin tutumlarının kişilik gelişimi ve dolayısıyla özgüven
edindirme, sonrasında geliştirme noktasında önemli yer teşkil ettiğinin aşikâr
olduğunu. Çocuklarımızı iyi analiz ederek yetenekleri doğrultusunda
destekleyip, gerekirse başarısızlıktan başarı edindirerek özgüvenlerini
sağlamlaştırmak adına adımlar atarken onlara kulak verelim. Özgüvenlerini
destekleyici yaklaşımlarda bulunarak, kendi başlarına bir şeyleri yapabilme
becerilerinin ortaya çıkmasına fırsat verelim.
Müsaadenizle
yazmadan geçmek istemediğim bir paylaşım daha yapmak istiyorum…
Zaman
zaman ailece yaptığımız mutfak masası sohbetlerinin birinde, babam, henüz ilkokul
yıllarında esnaflık yapan dayısının yanında çalıştığı günleri hatırlatarak, “Dayım,
küçücük yaşta elime yüklü miktarda parayı verir, bankaya yatırmam için yollardı
beni” dedi. Hemen arkasından da ekledi: “Bu benim için, yüklü miktarda parayı
elime alıp bankaya gitmekten çok daha ötesiydi! Dayımın bana olan güveniydi! Daha
da önemlisi, benim kendime olan güvenimdi!”
Yazıma
nokta koymadan önce…
Aşırı
koruyucu ailecilik yaparak başkalarına bağımlı ve kendine güvensiz çocuklar
yetiştirmeyelim. Ya da tam tersi, çocuklarımızın masaya götürmeye çalıştığı sırada
kırmış olduğu bardak için “Kır evlâdım, hiçbir şey senden daha önemli değil”
diyerek her yaptığı davranışa kayıtsız hoşgörüyle cevap verip bencil ve girdiği
ortamlarda sürekli ilgi çekmeye çalışan çocuklar olarak yetişmelerine izin
vermeyelim. Çocuklarımızın yanlışları muhakkak olacaktır. Ama tutarlı ve
anlayışlı bir tavır sergileyerek, olması gereken doğru yönü onlara anlatmaktan
kaçınmayalım.
Çocuğumuzun,
gerek psikolojik, gerek fizyolojik ihtiyaçlarını görmezden gelip ilgisiz
bırakarak, gelecekte herkese ve her şeye karşı düşmanca tavır edinmesine, her
yaptığını ve her söylediğini eleştirerek -ki bu, “çocuğu dışlamak” demektir-
isyankâr yetişmesine ve aşağılık kompleksine sahip olarak büyümesine izin
vermeyelim.
Şimdi,
var mısınız çocuklarımıza, “Yavrum, bunu senin için yaptım!” veya “Yanıma otur
da sohbet edelim” diyerek yaptığı iyi işleri -abartıya kaçmadan- anlatmaya, bizlere
verdikleri küçük hediyeleri, sevgi kokan çiçeklerini önemseyip saklamaya, yaptıkları
resimleri duvara asmaya ya da buzdolabı kapağına tutturmaya, yazmış oldukları
küçük notları ve mektupları kitaplarımıza ayraç yapmaya?