KÜÇÜK Narin’i öldüren/ler, cesedi saklayanlar, olayın bu kadar ilgi toplayacağını, günlerce haftalarca ekranlarda birinci konu olup tartışılacağını, Gazze’yi bile geri plânda bırakacağını hiç akla getirmemişlerdir.
Netanyahu bile unutuldu. Tramp ve Kamala milletin umurunda değil. Putin kimsenin aklına gelmiyor.
Cinayette rol alanlar, büyük ihtimâl, şöyle düşündüler: “Ücra bir köyde bir çocuk kaybolmuş, sonra ölü bulunmuş… Milyonlarca çocuk arasından bir tanesinin ölümüyle kim niye ilgilensin? Birkaç gün içinde kapatılır gider. Gömdükten sonra mesele unutulur.”
Fakat öyle olmadı. Bütün ülke küçük Narin’in başına gelenlerle yakından ilgilendi. Basın dört koldan hücum etti. Manşetlerden, ekranlardan düşmedi.
Ne var ki, Narin ile aynı kaderi paylaşan çocuk sayısı az değil.
Devletin kayıtlarına geçen raporlardaki bilgiye göre Türkiye’de bir günde ortalama 32 çocuk kayboluyor.
Bu çok düşündürücü bir tablo!
Milletimiz çocuklarına sahip çıkamıyor sonucuna varabiliriz.
Kaybolan çocukların bir kısmı kendi kaçıyor, bir kısmı kaçırılıyordur. Her ne şekilde olursa olsun kaybolan çocukların bazıları kötü muameleye maruz kalırken, kendi canına kıyan ve başkaları tarafından öldürülen çocuklar olduğu da muhakkak.
Sadece kaçırılan çocukların durumlarıyla ilgilenen ve onlarla ilgili gelişmeleri takip ederek seyirciye bildiren bir televizyon kanalı kurulsa iş yapar.
***
Çarpıtmayı engelleyebilir miyiz?
Kıbrıs Barış Harekâtını çarpıtan “Famagusta” dizisi Türkiye’de yayınlanmayacak.
Bunun pek bir anlamı yok.
Türkiye’de o çarpıtılanlara inanacak, etkilenecek kesim çok küçük bir azınlıktır.
Önemli olan bizde yasaklanması değil, diğer ülkelerde yayına girmesi. Türkiye ve Kıbrıs aleyhine kanaat oluşmasına hizmet edecek. Onu Yunanistan’da engelleyebiliyor muyuz? Maalesef o kadar değil. Sadece Yunanistan’da yayınlanacak.
***
Kim biliyor sonunu?
Düğünde gelinle damat ilk dansa kalkmışlar. Orkestra, ritmi ve melodisi dansa uygun bir havada dımbırdamaya başlarken, solist de almış mikrofonu haykırmış:
“Bilmiyorum, seninle sonumuz ne olacak
Belki bu aşk ölümsüz, belki yarım kalacak…”
Davetlilerden biri kalkıp gitmiş orkestradaki delikanlıya, “Ne oluyor?” diye sormuş. Çocuk demiş ki, “Kız arkadaşımdan ayrıldım da o yüzden bununla başladım”.
“Bize ne aslanım? Kendi ruh hâline, ilişki durumuna göre mi çalacaksınız? Burası düğün. Kendine gel. Gelinle damada yakışır bir şarkıya geçin hemen.”
***
İpsiz çıkma
İnsanlar iyice açılıp saçıldı. Artık kimse eskisi gibi giyinmiyor. Günden güne açıklık artıyor. “Daha ne kadar açık gezecekler sokakta?” diye dertlenenler için, ileride kıyafetin bir ipe kadar indirilme ihtimâlinin çok uçuk olmadığını söyleyebiliriz.
Bir yerde toslamazsak…
Aklımız başımıza gelmezse...
Gün gün, saat saat, gittikçe küçültüp kısaltma devam ederse…
Ve eskilerin dediği gibi başımıza taş yağmazsa…
İleride şöyle diyaloglar sıradanlaşabilir.
*
“Kızım, dışarı çıkarken ipini üstüne almayı unutma.”
“Tamam anne.”
“Ah ah, başımıza bunlar da mı gelecekti? Ne günlere kaldık. Neredeyse ipsiz dışarı çıkacak bizim kız.”
“Öyle deme anne. Ben hiç ipimi almadan çıkar mıyım sokağa?”
“Kızım çok ince ip kullanıyorsun. Taş yağacak başımıza taş.”
“Aman anne, senin gibi kalın urganla mı çıkayım?”
“Hem ince hem de çok kısa yavrum bu üstündeki ip. Her tarafın meydanda baksana.”
“Arkadaşlarım arasında en uzun iple gezen benim anne. Bunu da hatırlatayım. Zaman sizin gençliğinizdeki gibi değil. Kabul edin artık bunu.”
“Sen yine de uzun ve kalın bir ip kullan yavrum. Konu komşuya rezil etme bizi.”
“Ananem gibi, uzun bir gemi halatı alacak değilim herhâlde üzerime.”
“Söz dinle biraz. İyice dola ipini. Bir tarafın görünmesin.”
“Of ya!”
“Oflama! Hiç oflama! Rezil etme bizi millete.”
“Oldu olacak eski zamanlardaki gibi etek giydir.”
“Fena mı olur?”
“Başıma örtü de takayım mı? İstersen tam tesettüre gireyim. Ben rahibe miyim anne?”
(Bu satırları “açık fikirli” bir modacı görmese iyi olur. Gemi halatıyla işe başlayabilir içlerinden biri. Takipçileri de işi pamuk ipliğine kadar götürür yıllar içinde.)