Çocuk ve ibadet

Çocuğun ibadet hayatına hazırlanması ve uyum sağlanması için fiilî duamızı yani yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra kavlî duamızı da yapmamız, Allah’tan yardım istememiz gerekir. Şüphesiz her güzellik O’nun rahmetiyle gerçekleşir.

BİR Yaratıcıya inanma duygusu insanda doğuştan gelen ve çevresiyle şekillenen fıtrî bir olgudur. İnanç eğitimi, çocuk henüz anne karnında iken başlar. Annenin bebeğiyle kurduğu iletişimde dinî terminoloji kullanması, cümlelerine Allah’ın adıyla başlaması, şükür ve hamd sözcükleriyle dilini süslemesi çocuğun ruhuna birer nefha olarak yerleşir.

Çocuk bu hazırbulunuşluk hâli ile dünyaya gelir. Ve ileriki süreçte annenin bebeğini kucağına dualarla alması, tekbir ve salavatlarla uyutması, çocuğun dinî hayatında nuranî bir temel oluşturur.

Öğrenmenin en yoğun yaşandığı dönem 0-6 yaş arasındadır. Bu dönemde çocuğun işitsel ve görsel hafızası her şeyi kaydeder. Ahlâkî, dinî ve kişilik gelişimi açısından bu dönem büyük bir önem arz eder. Çocuğun annesiyle kurduğu fiziksel ve duygusal temas çocuğa temel güven duygusunu kazandırmakta olup, bu duygununun gücü ve seviyesi Yaratıcı ile kurulan bağı da etkiler. Çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması; bağlanma, sığınma, teslimiyet ve şükür gibi ögelerin canlanmasına vesile olmakla birlikte, çocukta din duygusunun filizlenmesini ve ilâhî yönde evrilmesini de sağlar.

2-3 yaş döneminde ilk olarak “Lâ ilâhe illâ-Allah” cümlesinin öğretilmesi hem dil gelişimi, hem de maneviyata sağladığı yönelim açısından inanç eğitiminde doğru bir başlangıç olarak kabul edilir. Çocuğun yanında “Allah” lafzını dile getirmek, onun odasında Kur’ân okumak, Ramazan ayında çocuğu da sahura kaldırmak, imsak ve iftar gibi kavramlardan söz etmek, İslâmî öğretileri şarkılar eşliğinde söylemek, elifbâ harflerini oyunlarla öğretmek, onun görebileceği yerlerde namaz kılmak ve evde bir ibadet köşesi oluşturmak, çocuğun Kur’ân ve ibadetle tanış olmasına zemin hazırlar.

Size eşlik etmek istediklerinde onları teşvik etmenin fayda sağlayacağı gibi, istekli olmadıkları zamanlarda da ısrarcı olunmamalıdır. Sosyalleşmeyle birlikte çocukta biraz daha şekil almaya başlayan din duygusu, çocuğun 3-5 yaşlarına tekabül eder. Bu yaş döneminde çocuklar henüz soyut bir algıya sahip olmadıkları için Yaratıcı’yı gördükleri, bildikleri, tanıdıkları şeylere benzeterek bir anlam çabası veya karmaşası yaşayabilirler. Bu, endişe verici bir hâl değildir. Bilakis İslâmî çerçevede gerçekleşmesini hedeflediğimiz gelişim sürecinin küçük bir parçasıdır. Çocuklarda oluşan bu meraklara karşın doğru cevaplar araştırılmalı, yeterli bilgi donanımına sahip olunmalı, gerekirse bir uzmanın ışığında yaklaşım sağlanmalıdır. Çocukların bu merak ve yönelişlerini fırsat bilerek, yaşlarına ve seviyelerine uygun kitaplar okumak, filmler izlemek ve hadisler ezberlemek, aradıkları yanıtları kendi kendilerine bulmalarına yardımcı olur.

İbadet mükellefiyet gerektirir. Mükellef olmak, dinî yükümlülüklerle sorumlu olmak demektir. Öyleyse çocuklara küçük yaşta birtakım sorumluluklar kazandırmak da ibadete bir hazırlık niteliği taşır. Ancak elinde yemek tabağı ile çocuğun arkasından koşan anneler, çocukların ayakkabılarını bağlayan, çoraplarını giydiren ebeveynler arttıkça korkarım ki çocuklar sorumluluk taşımayan inançlara daha çok meyil verecekler. Özünde Rabbine verdiği “Kâlu: ‘Belâ’” sözünü taşıyan çocukların kalplerinin ibadete ısındırılamaması, mümin şuuru kazandırılamaması, davranışlarının İslâmî prensiplerden uzak olması biraz da yanlış yol, yöntem ve uygulamalar neticesindedir.

Çocuğun gelişme ve yetişme sürecinde alışkanlıklar taklit edilerek kazanılır. Bu taklitler zamanla yerini aklî ve kalbî sentezlerden geçerek özgün bir inanca bırakır. Bu hususta anne ve babaların teşkil ettiği örneklik büyük önem taşır. Çocuk, onların dinî tutum ve davranışlarını doğrudan benimser ve hayatın normal bir akışı olarak özümser. Dinî yükümlülüklerle muhatap olma yaşı her ne kadar ergenlik çağı olsa da, ergenlik öncesi ön hazırlık ibadete yatkınlık kazandırır.

Anne babaya ve diğer aile büyüklerine, komşulara, akrabalara, engellilere nasıl davranılması gerektiği, tüm insanlara iyi ve güzel davranmanın bir ibadet olduğu, yapılan iyiliklerin mükâfatını Allah’ın vereceği bilincini kazandırmaya gayret edilmelidir. Ezan sonrası güzel bir ses tonu ile Allah’a şükretmek, ailemiz, sevdiklerimiz ve milletimiz için dua etmek çocuklar üzerinde tatlı etkiler bırakır. Yemeğe besmele ile başlamak, bitiminde “Elhamdülillah” demek gibi yeme içme adâbı, topluluk içinde dinleme ve söz alma adâbı, temizlik alışkanlığının kazandırılması ve selâmlaşmanın öğretilmesi gibi konular günlük hayatta yeri geldikçe çocuğa verilmelidir.

Boş bir sayfa gibi tertemiz zihne sahip olan ve öğrenme arzusu içinde bulunan çocuk, bu davranışları ailesinden görerek uygulamaya eğilim gösterecektir. Uygulamadığı zamanlarda göz hizasında tatlı dille uyarmak, uyguladığı zamanlarda takdir etmek, çocuktan sadır olan her güzel davranışı övmek ve böylesi güzel hasletlerin ne gibi faydalar sağlayacağını anlayacağı bir dil ile anlatmak, geleceğimizin umudu olan çocuklarımızın yetiştirilme sürecine olumlu katkılar sunar.

İslâmî literatüre göre çocuk, Allah’ın bir emanetidir. Bu emanetin muhafazasını sağlamak öncelikle anne ve babanın elindedir. Dengeli bir ruh gelişimi, çocuğu sadece biyolojik olarak besleyip büyütmekle değil, manevî olarak da ihtiyaçlarının giderilmesi ile gerçekleşir. İslâm ahlâk felsefesinin talim ve terbiye kuramı da bunu ifade eder.

Çocuğun ibadet hayatına hazırlanması ve uyum sağlanması için fiilî duamızı yani yapılması gereken her şeyi yaptıktan sonra kavlî duamızı da yapmamız, Allah’tan yardım istememiz gerekir. Şüphesiz her güzellik O’nun rahmetiyle gerçekleşir.