Çocuk ruhunda kalmak

İşte gelmiştim! Önümde çark, üzerinde çamur ve ellerimde Allah vergisi becerimle vazo yapıyordum. Doğrusu, becerim pek yoktu maalesef. İki yıl durmadan çanak çömlek yapınca ellerim pişmişti tabiî olarak. İnsan her şeye alışıyor.

GÜNEŞİN bulutsuz atmosfere temas ettiği epeyce sıcak bir Haziran gününde, eski püskü eşyalarımın olduğu odamda gözlerimi açtım. Şu masum kuşların cıvıltıları penceremden içeriye dolmasa, muhtemelen memnuniyetsiz bir ruh hâline bürünüp uyanırdım. Çarşafımı üstümden attım ve yatak yaylarının rahatsız edici gıcırtılarını duymazlıktan gelerek ayağa kalktım.

Biraz sonra dışarıdaydım. Saat dokuz oldu mu, benim de çalışma vaktim gelirdi. Pek sevmezdim bu durumu. Ama hayır, sevmememin önemi yoktu. Bahtsız kesimin “sevmeme” gibi bir lüksü olmaz, ancak hayâl kurardı. Şu an seslerini pek beğendiğim kuşların etrafımda dolanıp şarkı söylediklerini, hatta beni bu çukurdan uçurarak çıkardıklarını düşlediğim gibi… Bu çukur ki, beni on altı yaşımda okuldan men eden, küçük kardeşimi işe yollarken babamın gözlerindeki utancı görmeme sebep olandı. Hayatın adaletsiz olduğunu düşünmekte pek de haksız sayılmazdım. Ama hayır, bugün güzel bir gündü; kuşlarla birlikte uyanmıştım.

Zaten kısa olan yolumu çabucak yarılamıştım. Açıklıktaki serviler gözüme çarptı. Biraz daha uzasalar gökteki pamuk tarlalarını delip geçeceklerdi. Yerden o kadar uzakta olup devrilmemeleri beni hep etkilemiştir. Kökleri nasıl sağlamdır kim bilir. Biraz ötede sokak sanatçıları vardı. Çalarken ruhu öyle etkili veriyorlardı ki, sanki müzik notaları çalgılarının ucundan birer kelebek gibi sonsuz özgürlüğe doğru uçuyorlardı. Müzik insanda böyle bir etki bırakır işte. Bunları düşünerek alık alık yürürken, yanından geçtiğim binanın en alt katındaki balkondan bir komşumuz seslendi.

-Ümit! Gel oğlum buraya. Poğaça yaptım, sıcak sıcak yersin...

Yaşa be Ayşe teyze! Karnım da kurt gibi açtı. Geç kalıp fırça yiyeceğim korkusuyla kahvaltı bile edemeden çıkmıştım evden. Ne güzel tesadüf ama! Mis gibi de kokuyorlar. Evet, evet; bugün güzel bir gündü. Elimdeki iki poğaçanın tekini yiyerek yürümeye devam ettim. Az ileride sıska, bücür bir kedi yavrusu yanaştı ayaklarıma. Çatallı sesiyle bağırırken “Açım!” diyordu sanki. Yavru kedilerin bir bakışları olur. O parlak, kocaman gözleriyle yürekleri dağlarlar. İnsanın kucağa alıp da sevmemesi için kendini sıkı sıkıya tutması gerekir. Ki tutmasa da olur. Sevgi, gösterilince güzeldir. Ben de o bakışlardan epey bir etkilenmiştim şimdi. Ufacık patisiyle bacağıma tırmanmaya yelteniyor, kafasını uzatmaya çalışarak gözlerini gözlerime kenetliyor, arada da başını pantolonuma sürtüyordu. Ah benim güzel yavrum! Ne vermeli, neyle karnını doyurmalı senin?

Elimdeki poğaçanın varlığını hatırladım sonra. Karnımın açlığını düşünmeden kedinin yanına çöküp ikinci poğaçamı bölük pörçük ettim ve hayvancağızın önüne serdim. Miyavlaması durmuş, sıkıntısı azalmıştı. Kuzum benim!

Eyvah! Usta bekler. Hemen ayaklandım. Koştur koştur gitmeye başladım sokakta. Etrafıma bakmamaya, hayâllerimi coşturacak hiçbir şeyi görmemeye çalıştım. Yoksa yavaşlar, dükkâna geç kalır ve ustadan azar işitirdim. Sanki beş dakika geç kalınca bütün müşteriler kaçıyor ya… Mendebur herif!

İşte gelmiştim! Önümde çark, üzerinde çamur ve ellerimde Allah vergisi becerimle vazo yapıyordum. Doğrusu, becerim pek yoktu maalesef. İki yıl durmadan çanak çömlek yapınca ellerim pişmişti tabiî olarak. İnsan her şeye alışıyor.

Martılar da ne coşkunlar bugün. Yağmur geliyor herhâlde. Dükkâna biri girdi şimdi. Yanında bir de küçük çocuk vardı. Babası olduğunu düşündüğüm adamın elini çekiştirip, “Rügzar geliyo, ayabaya gideyim!” gibi sözlerle tatlı tatlı mızmızlanıyordu. Umarım her yaşının tadını çıkarırsın da büyüyünce hayâllerde aramazsın çocukluğunu küçüğüm.

Bir çocuk görünce hemen üzülüyorum, aklıma bunlar geliyor.

Benim usta bitirdi adamla konuşmayı. Yanıma geldi. Sipariş varmış, yarına kadar yirmi çömlek istemişler. Usta telâşla söyledi bunu ve kendisi, sigarasını alıp dışarıya çıktı. İnsanların bir maddeye olan bağımlılıkları ne aptalca! “İşim var... Ha, o zaman bir sigara çekip geleyim…”

Eyvah! Usta fark etti aylaklık ettiğimi. Dalgınlığım, hayâllerim bile başıma belâ! Hep belâ!

-Ümit!

-Pardon usta!