
BİR kral düşünün, aklından geçen ne varsa ulu orta söyleyiveren... Hayal kırıklığına uğrayınca hüngür hüngür ağlayan, annesi sarayın bahçesine çıkınca telaşa kapılıp bas bas bağıran, vezirlerine küsüp konuşmayan ve gördüğünde omuz silken, şimşekten ve karanlıktan korkup annesinin yanına koşan, oyun oynamak için can atan ve askerleriyle oyun oynarken mızıkçılık ettiği için bazılarını askerlikten alan, sefere çıktığında tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra kemerini bağlayamayan, burnu aktığında silemeyen, uykusu geldiğinde nerede olursa uykuya dalan, yatağını ıslatan… “Böyle kral mı olur?” demeyin! Şimdi bütün çocuklar kral…
Vay ne günlermiş çok çabuk tükenmişler!
Evvel zaman içinde ümmet birliği varmış, birinin yanlışına herkes bir söz söylermiş. Akrabalar, düğünde, cenazede, kışlık hazırlığında, tarla bahçe işlerinde yardıma koşarlarmış. Komşunun oğlu, komşunun kızının namusunu korurmuş. Mutlu günler, acı günler hep beraber yaşanırmış. Elti, görümce, enişte, hala, dayı, yeğen, emmioğlu, hala kızı, torun torba bir arada yer içer, güler oynar, yaşar giderlermiş. Kimse kimseye yan gözle bakmaz ve her türlü tehlikede kaplan kesilirmiş. Vay ne günlermiş çok çabuk tükenmişler!
Şimdi “din kardeşliği” desem kimi deist, kimi ateist, kimi Fatiha’yı bilmez. “Bizi birbirimize bağlayacak ne kaldı?” diye bakınıyorum, arıyorum köşede bucakta. Biraz kan bağı, biraz komşuluk, biraz din birliği, ne bulursak şükrediyoruz hâlimize. Arada bir görüntülü konuştuğumuz ama yılda bir canlı olarak kucaklaştığımız dedelerimiz, anneannelerimiz, babaannelerimiz var, tabii hayattalarsa… Aynı apartmanda hiç tanımadığımız, aynı asansörde bazen selamımızı bile almayan komşularımız var. E tabii çocuklarımızın ödev takibi ve duyurular için bol miktarda sanal guruplarımız var. Evde vakit geçirecek birer ekranımız da var. Ama birer birer koptuk bizi güçlü yapan, gönlümüzü doyuran her şeyden. İnancımızı, güvencimizi, dostluğumuzu kaybettikten sonra ümidimiz ve gülümsememiz de kaybolup gitti. Kaldık mı çekirdek ailemizle baş başa!? Boşanmadılarsa tabii, ana babalar birbirlerini aldatmadılarsa, para pul, iş stresi ve ego yarışı gibi sebeplerle kavga gürültü kopmuyorsa, iyi kötü bir yuvamız var…
Binlerce yıldır küçük küçüklüğünü, büyük büyüklüğünü bilirdi. Ne yazık ki şimdi büyükte merhamet, küçükte hürmet eksildi. Ârife tarif gerekmezmiş, köy göründü. Göründü ama gören az ve hâlâ kılavuz gerek göremeyenlere. Atılmış ok ve söylenmiş söz geri alınmazmış. Ne diyelim, bundan böyle herkes hangi yolun yolcusu ise varıp varacağı yere yaklaştı.
Her ev bir krallık artık, anne ve babaları da onların hizmetinde koşturan tuhaf yaratıklar
Bizi çepeçevre saran, eş dost akraba, konu komşu kim varsa, kale duvarları gibi yıkıldıkça en içte çekirdek aile kaldık. Aynı yastığa baş koyan eşler bile sanal âlemlerde takılır oldu. Bu ürkütücü yalnızlık bütün ilgi ve dikkatleri çocuğa yöneltmemize sebep oldu. Ayrı odalar tahsis edildi, oyuncaklarla donatıldı, prensler ve prensesler evin hakimiyetini devraldı. Böylece çocuk krallığı dönemi başlamış oldu. Her ev bir krallık artık ve çocuk krallar anladılar ki anne ve babaları onların hizmetinde koşturan ve hayır diyemeyen tuhaf yaratıklar. Sınır ihlalleri her kral için serbest, okulda biri ters baksa hemen ebeveyni gelip aslan kesiliyor. Bu ıssız ve acımasız dünyada tek varlıkları olan prens ya da prenseslerini üzen haine haddini bildirmek üzere nefes bile almadan olay yerine koşuyorlar. Her aşırılık bir telafidir tabii. Herkese dengeli dağıtılması gereken ilgi ve sevgi çocukta sel baskınlarına neden oluyor, kaçınılmaz son! Şımarıklık, amaçsızlık, çabuk sıkılma, büyüklerine saygısızlık ve envai çeşit bağımlılık kapıda sıralanmış bekliyor. Dünyada sebepsiz kuş bile uçmaz. Çocuk kralları o tahtlara bizler oturttuk. Yönetim ve hakimiyet onlara geçti ama “Bizim de canımız var ve sabrın da bir sınırı var” dedik sonunda. Biraz “dur!” diyelim “sus!” diyelim desek de çok geç kaldığımızı fark ettik. Çocuklar alnı terlemeden her şeye doymuşlar ve konfor alanından başlarını çıkardıkları an çığlık çığlığa geri kaçıyorlar.
Bu bir açıdan görünenler ama başka açılar da var. Nefislerinin hoşnut olacağı zevklere doysalar da ruhları, kalpleri, akılları hâlâ aç. Karmakarışık aldıkları akademik bilgilerde gerçek hayat yok. Tefekkür, idrak, tecrübe ve bilgiyi hazmetme, hayata geçirme yok. Bir çocuğun her istediğine amade ebeveynler olduktan sonra neden çabalasınlar ki, neden saygı duysunlar, neden kafa yorup düşünsünler, neden hissetsinler ki?
Demek cariyeler efendilerini böyle doğuruyormuş!
Bir çocuk fıtratı bunları mı ister acaba, yani etrafında pervane olan ana babaları olması çok mu normal? Ana baba da haksız değil elbet, ekranlarda herkes katil, herkes sapkın adayı iken kol kanat germesinler mi yavrularına? İlk duyduğumda anlam veremediğim o hadis-i şerifi şimdi iliklerime kadar yaşıyorum. Demek cariyeler efendilerini böyle doğuruyormuş! Bu tam bir sosyal çaresizlik!
Yönetmek, hâkim olmak, bu kadar şartsız kefilsiz olmamalı. Bizim orta kuşağın şansına bakın, hem ana babasına, hem de çocuğuna itaat eden bir nesil varsa, o da biziz… Hem kaynanasına, hem gelinine itaat eden de biziz. Yine de cariyelerin efendilerini doğurmaları tek bir sebebe bağlanamaz.
Teknolojik gelişmelerden sonra ekranlarla aktarılan tek tip kültür ve inanç biçimi ve de küreselleşmenin getirdiği engellenemez yeni yaşam düzeni, çocuk krallığının doğmasına zemin hazırladı. Materyalizm, sömürgecilik, modernizm, tüketim çılgınlığı ve zevk odaklı hızlı yaşama tarzı, dolayısıyla maneviyata konulan mesafenin ağır sonuçları bütün dünyayı kuşattı. Narsist kişilik bozuklukları, obezite gibi yeme bozuklukları, istifçilik veya temizlik hastalıkları, hiperaktivite, dikkat dağınıklığı, otizm ve eşcinsel eğilimler ciddi derecede artış gösterdi. Aslında çok farklı gibi gözükseler de hepsi sadece denge bozukluklarından ibaret. Elbette hiçbir çocuk böyle dengesizce şımartılmak ve güvensiz bir toplumda yaşayıp paranoya derecesinde korunmak istemez. Ama toplumların ahlakî çöküşü, bu sevgi ve ilgi seli baskınlarına sebep oldukça çocuk krallar sonuç olarak emirler yağdırmaya devam edecek.
Yönetmek, hâkim olmak, bu kadar şartsız kefilsiz olmamalı. Bizim orta kuşağın şansına bakın, hem ana babasına, hem de çocuğuna itaat eden bir nesil varsa, o da biziz… Hem kaynanasına, hem gelinine itaat eden de biziz.
Hangi çocuk bütün bu yetkiyi taşımak için yeterince güçlü?
Bu durum yaydan çıkmış bir ok olarak geriye dönmeyecek gibi görünüyor. Ayetler, hadisler bunu 1400 yıl öncesinden belirtmişlerse, dünyanın son dönemlerinin dramatik sahnelerinden birini kaçınılmaz olarak yaşıyoruz. Eğer geri dönüş şansımız olsaydı dünyada teknolojinin ahlakı bozmadığı zamana dönüp ciddi önlemler alırdık belki. Ya da sanayi devrimi hiç yapılmazdı ve ardından sömürge imparatorlukları kurulmazdı. Aile kurumunu hiç bozmazdık, güven duygumuzu bozmazdık. Şimdi bu saatten sonra insanlık hangi kaybettiğini geri getirebilecek, bilmiyorum.
Kıyamete inanmayanlar da görüyorlar dünyanın nereye gittiğini. Çocukların öfke krizleri, ruhlarının ve doğal ihtiyaçlarının ne kadar çok engellendiğinin sonucudur. Çalışan anne babanın öksüz ve yetim gibi kreşte büyüyen çocukları. Dört duvar arasında plastik oyuncakların zehir saçan kokularını soluyarak, zehirden beter yiyeceklerle karın doyuran çocuklar nasıl rahatlasınlar? Trafik stresiyle eve dönüp telefon veya tablet ekranlarına çivilenip, vahşi oyunlarla ruhlarını kirleterek büyüyen çocuklar nasıl sakin olsunlar? Gökyüzünü seyretmeyen, toprağa değmeyen, eğlenmeyen, gülmeyen, severek öğrenmeyen, şefkat görmeyen çocuklar nasıl sağlıklı, huzurlu, mutlu olsunlar?
Çocuk krallar, sadece uçurtma uçuran, çimlerde koşan, annesinin ninnisiyle uyuyan, kocaman hayalleriyle gözlerinin içi gülen, sıradan çocuk olmak isterlerdi, eminim.
Her kralın bir vatanı, bir sarayı, birkaç veziri olur; askerleri, halkı ve düşmanları olur. Hakimiyet ve düzen sağlamak kralların işidir.
Gözünü dört açıp dostu düşmanı kollamalı, ülkesinin mali kaynaklarını kontrol etmeli, işçisini memurunu doyurmalı, çocuğunu gencini eğitmeli, hastasını iyi etmelidir. Yönetmek her metrekareden haberdar olmayı gerektirir. Yönetmek, halkın can, mal ve namus sorumluluğunu yüklenmektir. Emredebilmek için her yükü omuzlarına yüklenmiş olması gerekir ki bu yetkiyi hak edebilsin. Hangi çocuk bütün bu yetkiyi taşımak için yeterince güçlü?
“Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir”
Öyleyse, “Hak edenin sözü geçmeli” diyerek ana babalara bir hatırlatma olsun bu cümlem. Onlar, büyüklerin hayatlarını seyrediyorlar ve yaptıklarıyla söyledikleri arasındaki uçurumları görüyorlar. Sonra vicdanlarının sesine kulak veriyorlar ama o da kısılıyor. En sonunda kim ne derse desin artık kimseyi duymuyorlar. Duyguları, merhametleri köreliyor, bir şeye sahip olmak istiyorlar; onurlu ya da onursuz, sadece istiyorlar. Bu yüzyılın kaybı güven ve merhamet. “Temizlik imandandır” ve “Haya imandandır” hadis-i şerifleri dünya gündemini özetler nitelikte değil mi? Denizler, hava, toprak kirlendi, ahlak kirlendi, düşünceler kirlendi, kalpler kirlendi. İman yoksa temizlik de yokmuş, bunu açıkça gördük. Her türlü haksızlık, sahtekârlık, hırsızlık, sapkınlık ve ahlaksızlıktan sonra insanların yüzüne bakabilenlerle dolu dünya. Demek ki iman yoksa insan da yok, insanlık da... Hâlâ dünya dönüyorsa içinde müminler olduğu içindir, emin olunuz… Zaten onlar tükenince dünya dönmeyi bırakacak. Binlerce yıldır küçük küçüklüğünü, büyük büyüklüğünü bilirdi. Ne yazık ki şimdi büyükte merhamet, küçükte hürmet eksildi. Ârife tarif gerekmezmiş, köy göründü. Göründü ama gören az ve hâlâ kılavuz gerek göremeyenlere. Atılmış ok ve söylenmiş söz geri alınmazmış. Ne diyelim, bundan böyle herkes hangi yolun yolcusu ise varıp varacağı yere yaklaştı.
“Müminler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.” Müminun Suresi 1. Ayeti beni çok ferahlattı.
Çocuk kralların köle ebeveynlerinden biri olmak istemiyorum. Yaklaşan kıyamet saatinde müminlere yakışır tarzda çocuk yetiştirmek istiyorum. Akıntıya kapılmamak için çabalıyorum. Konuştuğum cümleye, yediğim yemeğe, gittiğim yerlere, baktığım şeylere dikkat ediyorum. Söz verdiğimde tutmak için çırpınıyorum. Yavrularım benden güzel bir şey görürler mi, duyarlar mı diye her an kafa yoruyorum. Onlara hayat yolculuğunun dünyadan ibaret olmadığını ve niçin yaşadıklarını hatırlatıyorum. Mümkün olan en temiz inançla, güçlü kalmaları için gecemi gündüzüme katıyorum. Olur Vallahi, neden olmasın, akıntıya kapılıp gitmektense tersine de kürek çekiyorum. İnanmak, bunu gerektirdiği için hiç bıkmıyorum…