Çocuk eğitiminde annenin rolü

Annenin kültürel düzeyi, doğacak çocuğun geleceğini belirler. Hamilelik esnasında kitap okuyan, kültürel etkinliklerde rol alan, kaliteli müzik dinleyen annelerin çocuklarının, diğerlerine göre bu konulara daha yatkın oldukları bilinmektedir. Annenin sosyal yapısı, estetik zevklere yaklaşımı, olaylara karşı ortaya koyduğu tavır, çocuğun öğrendiği ilk davranış biçimlerini oluşturmaktadır.

“EĞİTİM” ve “annelik” kavramlarının yan yana olmasının güzelliği ile birlikte bu iki kelimenin birbirini tamamlaması gibi birbirini tamamlayan başka iki kelime var mı bilmiyorum. Yaş, cinsiyet ve kültür farkı gözetmeden, doğrudan eğitimle vazîfelenmiş bir unsur olan annelik, hiçbir şeyle kıyaslanmayacak kadar değerlidir diye düşünüyorum.

Anne olma duygusuyla birlikte başlayan bir vazîfedir anneliğin eğitimci rolü. Çocuk, mükemmel donanımla dünyaya gelmiş olsa da, hayatın gerçeği ile ilgili her türlü ilki annesi aracılığıyla yaşayacaktır. Annenin kültür altyapısı, bilgi ve becerisi nispetinde dünya ile uyum sağlamaya çalışacaktır.

Doğum öncesi bütün yükün annede olması ve doğumdan sonra da ağırlıklı olarak annenin sorumluluk taşımasından dolayı, çocuğun yetiştirilmesinde annenin görevi büyük önem taşımaktadır. Bu kadar değerli ve de değerli olduğu kadar sorumluluk yüklenen annelik görevi oldukça önemlidir.

Annenin, hamile olmaya karar vermesinden itibaren, doğacak çocuğu ile ilgili sorumluluğu başlamaktadır. Attığı her adıma dikkat etmesi, yediği içtiği her şeyde olduğu gibi günlük tüm yaşantısıyla her an dünyaya yeni gelecek misafirini düşünmelidir. Fiziksel ve duygusal olarak kendisini daima zinde tutmalı, olumsuzluklardan uzak durmalıdır. Kendi arzu ve isteklerini yerine getirirken bile çocuğun sağlığını ön plânda tutarak hareket etmelidir. Kısaca anne adayı, çocuk sahibi olmaya karar verdiği andan itibaren kendine yeni bir hayat düzeni oluşturmalıdır. Kendi olmak yerine, çocuğun fiziksel ve duygusal olarak doğru beslenmesini öncelemelidir.

Çocuğun fiziksel gelişimi, annenin beslenme alışkanlığıyla paralel olarak seyreder. Annenin, alacağı besinlerde kalori ve vitamin yönünden belli bir oranın altına düşmemesi gerektiği gibi, fazla olmamasına da özen göstermelidir. Fiziksel yapısına uygun olarak günlük spor aktivitelerini yerine getirmeli, temiz havada yürüyüş yaparak yeteri kadar oksijen depolamalıdır. Bağımlılık yapan her tür yiyecek ve içeceklerden sakınmalıdır. Sigara, alkol ve benzeri alışkanlıklar varsa bile bu dönemde mutlaka bırakmalıdır. Benzer konularda yanlış yapmamanın en doğru yolu, tıbbî destek almaktan geçer. 

Hamilelikte başlayan duygusal eğitim, annenin günlük yaşantısıyla birlikte aynen çocuğa yansıyacaktır. Anne adayı, doğal güzellikleri yaşama ve estetik zevki tatma fırsatını yakalamalı, kendisine her zaman uygun ortamlar oluşturmalıdır. Hamile bir annenin, kuş cıvıltıları ve su şırıltıları arasında yapacağı bir gezintinin, doğmadan önce çocuğa dünya nimetlerinden tattırmış olacağı unutulmamalıdır. Gördüğü güzellikler arasında bulunan yeşillikler, rengârenk çiçekler ve bir sanat eseri olan manzaralardan alacağı zevkin, çocukta estetik zevkini oluşturacağını hesaba katmalıdır.

Duygu, insanî bir tavırdır ve mutlaka yaşanmalıdır. Buna rağmen ölçüyü elden bırakmamak gerekir. Aşırı heyecan, stres, korku ve hattâ dozajı yüksek olan sevinç ve mutluluklardan uzak durmaya özen göstermelidir.

Çocuk, doğmadan önce dünyayı annesi aracılığıyla tanımaya başlar. Annenin hamilelik yaşantısında karşılaştığı olayları çocuk, anne ile birlikte yaşar. Olumlu ve olumsuz olaylardan çocuk da aynen anne gibi etkilenecektir. Kısaca çocuk, doğmadan önce de doğum sonrası yaşantıyla ilgili eğitim almaya başlamaktadır. Bu bilinçle hareket etmenin iyi sonuçlar getireceği unutulmamalıdır.

Annenin kültürel düzeyi, doğacak çocuğun geleceğini belirler. Hamilelik esnasında kitap okuyan, kültürel etkinliklerde rol alan, kaliteli müzik dinleyen annelerin çocuklarının, diğerlerine göre bu konulara daha yatkın oldukları bilinmektedir. Annenin sosyal yapısı, estetik zevklere yaklaşımı, olaylara karşı ortaya koyduğu tavır, çocuğun öğrendiği ilk davranış biçimlerini oluşturmaktadır. Çocuğun geleceği bunun üzerine bina edileceğinden dolayı oldukça hassas olunmalıdır.

İlk eğitim ve anadil

Çocuk, anadilini doğmadan önce tanımaya başlar ve özümser. Annenin kullandığı dil ve tonlama burada önem taşımaktadır. Sesli olarak kitap okumanın, dil gelişimine katkısı ve okumaya karşı ilgili bir çocuk olmasında etkili olduğu bilinmektedir. Duyacağı bu sesler daha o dönemde hâfızasında bir dil kalıbı oluşturacağı için, doğumundan sonra ilgili seslere kolay adapte olacaktır.

Bu dönemde annenin diğer insanlarla olan ilişkileri de önemlidir. İletişim kurduğu insanlara karşı takındığı tavır ve ortaya koyduğu tutuma özen göstermelidir. Özellikle aile içi ilişkiler, yaşanan olumlu ve olumsuz duygusal anların çocuğu aynı oranda etkileyebileceği hesaba katılmalıdır. Babanın böyle durumlarda anneye destek vermesi, çocuklarının geleceğine olumlu yansıyacaktır. Annenin öncelikle eşinden ve birlikte yaşadığı ya da yakınında olan diğer insanlardan her zaman yapıcı destek alması, öncelikle kendi sağlığı açısından önem arz etse de özellikle çocuk için daha da önem kazanır.

Hamilelik döneminde gösterilecek hassasiyet, doğumdan sonra da artarak devam etmelidir. Çocuk, dünyaya gözlerini açtığı günden itibaren annesiyle birlikte olmasından dolayı, dünya gözüyle ilk olarak gördüğü bu yüzü bir daha unutmayacaktır. O yüzün ortaya koyduğu sempatik duruşu ve sevecenliği, çocuğun beynine âdeta kazınacaktır. Çocuk, sevgi ve şefkati ilk defa anne kucağında tadacaktır. Annesinden duyduğu sözcükleri anlamasa da asla unutmayacaktır.

Bu andan itibaren anne, çocuğu için yaşamaya daha da özen göstermelidir. Hâl ve hareketlerini, duygusallıklarını ona uygun yaşamalı, kullanacağı kelimeleri ve dinleyeceği müziği seçerken farklı bir özen göstermelidir.

Çocuğa anadil öğretimi yapılmaz. O, doğal ortamında dilin özelliklerini ve dilbilgisi yapısını çevresinde bulunan yetişkinlerin kullandığı düzeyde örenir ve yeri-zamanı geldiğinde kullanır. Çağımızda her yaştaki çocuğu etkisi altına alan teknoloji de dil öğretiminde oldukça katkı sağlamaktadır. İzletilen programlar ve çizgi filmlere o önemde titizlik gösterilmelidir.

Mevcût durumda çocuklar dili genellikle üç aşamada öğrenmektedir. Birinci aşama, konuşmaya başlamadan önce ve ilk konuştuğu anlardır. Çocuğun anlamadığı varsayılarak aile bireyleri tarafından kelimeler yarım yamalak söylenir, hattâ çoğu zaman çocuk için yeni ve anlamsız kelimeler üretilir. Çocuk ilk iki üç yaş dönemini genellikle böyle yapmacık sözcükler duyarak geçirir. “Genellikle” diyorum, zira insanlar kendi aralarında konuştuklarında normal dil kullanacakları için, çocuk onları da kaçırmadan belleğine atacaktır. Ya da bilinçli davranan az da olsa bazı yetişkinlerden doğru kelimeler duyacağından, kelime hazînesini düzgün kelimelerle zenginleştirebilecektir.

Çocuk, kelimeleri seçip tanıyarak konuşmaya başladığı andan itibaren ikinci aşama ile karşılaşır. Bu aşamada ailede ve çevrede konuşulan normal dil devreye girer. O âna kadar öğrendikleri üzerine bir set çekip yeni baştan kelimeler öğrenmek zorundadır. Öğrendiği yarım yamalak söylenen veya anlamsız çıkarılan seslere verdiği emek boşa gitmiş olacaktır. O âna kadar söylenenler yanlış olarak addedilecektir. Doğrularını öğrenmek için ayrı bir çaba sarf etmesi gerekmektedir. Okul hayatı başlayana kadar bu böyle devam eder.

Üçüncü aşama, çocuğun okul hayatı ile birlikte başlar. Birçok yörede şiveli konuşma ön plânda olduğu için, çocuk konuşma dilini aile ve çevreden duyduklarına göre oluşturacaktır. Okula başladığı andan itibaren öğretmenin onayladığı veya onaylamadığı kelimelerle karşılaşacaktır. Bu dönem nispeten kolaydır. Her zaman öğretmenine ya da bir başkasına ihtiyaç duymadan okuduğu kitaplar sayesinde de doğrularını öğrenebilme imkânı bulacaktır.

Çocuğu böyle gereksiz dil öğrenme aşamalarına muhatap etmeden, doğduğu andan itibaren anadilini tam ve doğru olarak öğrenmesi konusunda bütün yetişkinlerin dikkatli olması gerekir. Duyduğu harfleri ve kelimeleri doğru telâffuz edemese de, hâfızasına duyduğu şekliyle kaydedecektir. Her yaş ve dönemde öğrendiği kelimeleri kitabî dille öğrenebilse, bu tür aşamalarla karşılaşmasına ve tekrar başa dönerek dil öğrenmesine gerek kalmayacaktır.

Çocukların başlarda kelimeleri ve cümleleri doğru telâffuz etmeleri beklenmemelidir, ancak onlarla birlikteyken, bir yetişkin ile konuşuyormuşçasına doğru dil kullanmaya özen gösterilmelidir. Çocuk duyduğu sesleri, kelimeleri ve cümleleri aynen belleğine yerleştirecektir. Kendisi düzgün telâffuz edemese de duyduğu kelimeleri tanımakta zorlanmayacak, zamanla doğrusunu söylemekte başarılı olacaktır. Tabiî ki çocukla daha sık birlikte olan annenin bu konuya herkesten daha fazla özen göstermesi gerekmektedir.

Annenin davranış ve tavrının önemi

Çocuk; sinir, öfke, korku, çekingenlik gibi olumsuz duyguları öncelikle aile içinde tanımaktadır. Aynı şekilde sevinç, mutluluk, neşe gibi benzer olumlu duyguları da aile bireylerinin ortaya koyduğu davranışlar sayesinde öğrenecektir çocuk. Bu duyguların yerinde, zamanında ve gerekli dozajda yapılmasını öğrenebilmesi için sadece çocuğa karşı değil, çocuğun yanında diğer bireylerin de birbirlerine karşı davranışlarında çok dikkatli olmaları gerekir. Çocuğa karşı ve çocuğun yanında başkalarına karşı asabi davranışlardan sakınmak gerekir.

Duygunun her türünün çocuk tarafından zamanında fark edilip öğrenilmesi önemlidir. Çocuğun gerçek hayatta yüzleşeceği bir konu olacağından, duygunun her türüyle karşılaşması uygun olarak düşünülse de, küçük yaşlarda gücünün zayıflığını da dikkate almak gerekir. Ayrıca duyguların ortaya konuş biçimi ve tonlaması da önemlidir. Birçok konuda olduğu gibi burada da aşırılıklardan sakınılmalıdır.

Çocuk, beğenilerini ve tepkilerini ortaya koyarken karşıdan alacağı olumlu ya da olumsuz tutuma göre dozajını arttıracak veya yeni şeyler denemeye kalkacaktır. Burada kabul veya ret algılaması uygun bir dille yansıtılmalıdır. Yetişkinlerin belli hareketler karşısındaki tepkisi fazla değişken olmamalıdır. İstikrar her zaman söz ve tavrın geçerliliğini olumlu yönde etkileyecektir. Gereksiz aşırılıklarla ortaya konulacak tavır, daha sonra benzer davranışlara karşı çocuk tarafından aynen tekrarlanacaktır. Yetişkinler çocuk karşısında duygularını ortaya koyarken daha bilinçli hareket etmelidirler.

Çocuğun gelenek, görenek ve görgü kurallarına karşı takınacağı tavır ve göstereceği tutum, annenin bu konularla ilgili yaklaşımıyla orantılı olarak gelişecektir. Çevrede yaşanan adet, töre, gelenek ve her tür davranış biçimi küçük yaşta özümsenir ve içselleştirilir. Gelenek, görenek ve inançların hurafelerden arındırılarak içselleştirilmesi ve yaşantıya doğru yansıtılması, ebeveynin tutumu ve göstereceği bilinçli yaklaşımına bağlıdır. Tarihî seyir içinde oluşan bu tutumların her devirde aynı ölçüde değer kazanmayacağının bilincinde olarak, hangisine ne kadar yer verip verilmeyeceği, neyi ne kadar kabullenmek gerektiğini ayarlayabilmek, annenin hassasiyetiyle ilgilidir.

Toplumsal yapı içinde zamanla önemsenmiş ancak yaşanan çağda geçerliliği kalmayan davranışları törpülemek gerekir. Yanlış olarak toplumda yer bulmuş bazı hurafe türündeki inanışlardan “doğru bir anlatımla” uzak tutmak gerekir. Öncelikle kadınların bu tür inanışlara bilinçsizce rağbet etmesi, çocukların benzer konularda doğru yönlendirilmesini zorlaştırmaktadır. Anne veya anne adayı olanların bilinçli hareket edebilmesi için daha fazla okumasının ve aydınlanmasının ne kadar önem arz ettiği ve değişik konularda doğru bilgilenmesi gerektiği, burada etkin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

İnsanlar öncelikle ihtiyaç duydukları ve kendilerini geliştirmek istedikleri konularda bilgilenmek ve görgülerini arttırmak için okuma ve öğrenme gereksinimi duyarlar. Doğal olan bu düşünceye rağmen, özellikle anneler olmak üzere babaların da yetiştirmekten sorumlu oldukları çocuklarının geleceğini doğru oluşturma adına okumaya, öğrenmeye ve kendilerini bu konuda yetiştirmeye ve geliştirmeye ihtiyaç duymaları gerekmektedir. Aidiyet duygusunun gelişmesi ve toplumsal değerlerin çocuk üzerinde doğru yer bulması konusundaki annenin kişisel yaklaşımı, her zaman öncelikli öneme haizdir.

Millî şuurun aşılanmasında annenin rolü

Çocukta aidiyet duygusunun gelişmesi ve toplumsal değerlerin farkındalığı sayesinde millî şuur oluşur. Bu tür duyguların oluşması ve özümsenmesi çok küçük yaşlarda başlar. Çocuk bunları öğrenirken bilinçli değildir ancak yaşadığı, gördüğü, duyduğu olayları kolay içselleştirir. Kopyacı bir yapıya sahiptir; her şeyi gördüğü ve duyduğu şekilde video kamera ve bir fotoğraf makinesi gibi kaydeder.

Çocuk tarafından doğrularla birlikte yanlışların ve olumsuzlukların da kaydedildiği bilinciyle onun uygun davranış görmesi ve uygun ortamlarda yaşaması/yaşatılması önemsenmeli, ona göre davranılmalıdır.

Çocuğun yaşı ilerleyip belli değerleri anlamaya başladıkça, temel konuların hissettirilmesinde yarar vardır. Bu hissettirme esnasında öğüt verircesine davranma yanlışlığına düşmemek gerekir. Yaşayarak göstermek en önemlisidir. Bu konuların başında millî hassasiyet gelmektedir. Dünyada var olmasının anlam kazanması, toplumsal birlikteliği yaşaması, özgüven duymasının temel dayanağı olan millî değerler küçük yaşlarda hissettirilmelidir.

“Benim” diye yola çıkılarak herhangi bir şeyi sahiplenme duygusu, biz bilinciyle genişletilip insan olarak birlikte yaşama duygusunun geliştirilmesiyle aidiyete adım atılmış olur. “Biz” rûhu öncelikle millî hassasiyetin oluşturulmasında etkendir.

Temel kavramları birbirine karıştırmadan ve birini diğerinin yerine koymadan, bütün insanlığı, hattâ evrende var olan bütün yaratılmışları kucaklayan duyguya sahip olmasına uzanan ve geliştirebilmesine fırsat veren ve de kazanılan tüm davranışların pekiştirilmesi için uygun ortamlar hazırlanmalıdır. İnsanlığın farklı gruplardan oluşmasını “kültürel zenginlik” olarak görebilmesi fikri verilebilmelidir ki çocuğun, mensubu olduğu toplum dışında kalanları da hoşgörü ile karşılaması ve benimsemesine bu fikir yardımcı olacaktır.

Sonuç

Sonuç olarak söylemek gerekirse, buraya kadar annenin yaşantısında sergileyeceği her tür davranışın çocuk üzerinde ne kadar önemli olduğu konusuna değindik. Bu demek değildir ki, çocuğun çevresinde olan diğer kişilerin sergiledikleri tutum ve takındıkları tavırların hiçbir payı olmayacaktır. Aksine, anne kadar olmasa bile ona yakın düzeyde etkilerinin olacağını unutmamaları ve bilerek sorumluluk almaları gerekmektedir. Özellikle babaların, hem annelerin üzerindeki yükü hafifletme, hem de çocuğa doğru rehberlik yapma gibi önemli yükümlülükleri olduğu unutulmamalıdır.

Yetişkinlerin birbirlerine karşı olan davranış biçimleri, birbirlerinin kişiliklerine verdikleri değerler, çocuğun kişilik ve karakter gelişimine etki eden önemli model unsurlar olarak yerini alacaktır. Anne çevresindeki kişilerin davranış biçimleri, çocuğu daha kolay etkilemektedir. Herhangi bir konuyu açıklama ve anlatmadaki titizlik, ânında hâfızaya kaydedilmektedir. Çevredeki insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı göstergeleri de çocuğun hayatında ölçü oluşturacaktır.

Olaylara yaklaşım biçimleri; sakin, soğukkanlı, samîmi, lâkayt, sinirli, coşkulu ve sevecen gibi benzer yaklaşımlar, çocuklar tarafından fark ettirilmeden örnek alınan davranış biçimleridir. Çocuk, çevresindeki yetişkinlerden gördüklerini aynıyla alacağı ve özellikle aile içinde model olarak aldığı kişileri daha da farklı takip edeceğinden, ilgili kişilerin davranışlarında daha dikkatli olmalarında yarar vardır. Kız çocuklarında anne, abla, hala, teyze ve benzerleri, erkek çocuklarda baba, ağabey, amca, dayı ve benzerleri “ilk modeller” olarak çocuğun yetişmesinde önemlidirler. Çocukların yakın çevresinde bulunan kişilerin her davranışı ve her sözü, ânında kaydedilmeye hazır unsur olarak yerini alır.

Çoğu zaman anne ile birlikte olan çocuğun, annenin onay verdiği ya da karşı tavır takındığı olayları aynıyla daha rahat sahiplenecektir. Bu amaçla, çocuğun yanında yapılan telefon görüşmesindeki diyalog bile bilinçli yapılmalıdır. Çocuklar, öğretme maksatlı olmayan, normal yaşantı içinde doğal olarak ortaya konan davranışları daha kolay benimser ve istekli olarak belleklerine yerleştirirler.

Aile içi iletişim, bireyler arasında kullanılan iletişim dili ve kişiler arası sergilenen iletişim becerisinin, çocuğun benliğine en fazla etki eden davranış unsurları olduğunu bilerek hareket etmek, çocuğun sağlam bir kişilik ve karakter geliştirmesine ve olumlu davranışlar edinmesine oldukça yardımcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki, çocuk biyolojik olarak anne ve babanın eseri olduğu gibi, duygusal olarak da onların eseri olacaktır. Bu öneme uygun anne ve baba rolü üstlenmeyenlerin sonradan söz söylemeye hakları olmayacağı bilinmelidir.

Unutulmamalıdır ki, çocuk bir fidedir, nasıl aşılanırsa ona uygun kök salar, gelişir; olgunlaşma sürecinin şartlarına göre meyve verir, çevresindekilerin kâmil derecesine göre şerbet tutar. Bir insan çocuklukta ne ise, yetişkin olduğunda da o minvâl üzeredir. İnsanın yaşantısı sürecinde elde ettiği karakter oluşumunun yüzde 80’inin 0-7 yaş arasında gerçekleştiği, bilimsel olarak da ispatlanmış bir gerçektir. “İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur” atasözümüz tam da bunu karşılar!

Çocuğun çocuk kalabilmesi ve çocukluluğunun gereklerini yaşayabilmesi önemsenmelidir. İster istemez, çocuk belli yaştan sonra ömrünün sonuna kadar yetişkinliğini yaşayacaktır.