
ÇOCUKLAR, şüphesiz bir
milletin geleceğidir. Mesele gelecek olunca, elbette akıllı bir yatırım yapmak,
atılan adımların neler getireceğini, neler götüreceğini iyi hesap etmek
gerekiyor. Toplum mühendislerinin en çok sevdiği konulardan olan bu mesele, bir
toplumun hangi mecraya çekilmek istendiğinin kodlarını bünyesinde taşıma
özelliğine sahiptir.
Milletlerin
varlıklarını sürdürmesi, başta dili olmak üzere dini, töresi ve diğer kültürel
unsurlarını muhafaza ederek, bu unsurları gelecek nesillere sağlıklı bir
şekilde aktarmakla mümkündür. En bâkir ve en verimli tarla gibi, ekilen
tohumları en gümrah şekilde büyüten ve geliştiren çocuk zihinleri de bu yönüyle
en önemli taşıyıcıdırlar. Ne ekerseniz ileride onu biçeceğiniz bu zihinlere
atılan tohumların ne derece sağlıklı olup olmadığını denetlemekse milletin en
büyük sorumluluğudur.
Günümüzde
maalesef çağdaşlık adına yapılan kültürel kıyım, Batı menşeli seküler rüzgârların
etkisiyle yeni bir ivme kazandı. “Evrensel değerler” soslu yepyeni ambalajı ile
bu kıyımın ilk hedefi maalesef çocuklar olmuştur. Günümüz teknolojik imkânları
ile sınır tanımayan kültürel savaş, TV, cep telefonu ve internet gibi araçları
ile körpe dimağları iğdiş etmeye devam ediyor. Savaşın bir acımasız yönü, bu
savaşın fert fert ulaştığı tüm bireyleri hedef almasıydı. Savaş dijital
erişimin sağladığı imkânlarla direkt muhatabının beynine, zihnine ve iradesine
saldırmaktadır.
“İradeye
saldırı da ne demek?” denilebilir… Biliyoruz ki, bilgisayar ve internet çağı,
görsel teknoloji olan TV teknolojisinden devraldığı bağımlılık yapma etkisini
daha da arttırarak hissettirmektedir. Çocuk ve genç, şu anda bilgisayar
oyunlarının âdeta oyuncağı olmuş durumda. Bağımlılığın bu derece korkunç
düzeylere erişmesi yetkilileri de, bu konuda çalışan hekimleri de harekete
geçirdi. Birçok rehabilitasyon merkezi bu konuda psikiyatrik seanslar
sunmaktadır. Durumun vahametini sanırım en iyi anlatansa Bakan Ziya Selçuk oldu.
Selçuk, “Mavi Balina ya da Momo gibi çeşitli ‘oyun’ tâbir edilen yazılımlar,
aslında oyun değildirler. Bunlar çeşitli kişilerin, kuruluşların gençler ve
çocuklar üzerinde uyguladığı bir siber saldırıdır” diyor.
İsterseniz
ilk önce siber saldırı kavramını masaya yatıralım…
Siber
saldırı nedir?
Siber
saldırı, bir veya birden fazla bilgisayardan karşıdaki bilgisayarlara veya
ağlara yapılan veri çalmak, değiştirmek ya da yok etmek için çeşitli yöntemler
kullanılarak yapılan saldırı eylemlerinin bütününe verilen isimdir. Kavramın tam
da teknolojik tarifi budur. Tariften de anlaşılacağı gibi, bu tip saldırılar
bilgi çalmak, güvenlik açıklıklarından faydalanarak kurumlara zarar vermek,
itibarsızlaştırmak, bankalardan para çalmak gibi bir sürü amaca hizmet edilir.
Peki, çocukların hedeflenmiş olması ne alâka?
Öncelikle
çağın getirdiği yenilikleri kullanmak, artık birer ihtiyaca dönüşmüştür.
Dolayısıyla çocuklar ve gençler de bu tip oyunları oynanmayı bir eğlence
ihtiyacı olarak görmektedirler. Uzmanlar bu durumun normal karşılanmasını
ailelere tavsiye etmekteler. Ancak kullanım süresi ve şekli ile ilgili uyarılarda
da bulunmaktalar. Millî Eğitim Bakanı Selçuk, bu konuda konuşacak en yetkili
ağız olarak şöyle diyor: “Biz dijital oyunları bir problem olarak görürsek,
çağın eğilimlerini de gözden kaçırmış oluruz. Bunlar ihtiyaçtır. Tıpkı bir
bıçak gibi iyiye kullanırsanız iyiye hizmet eder, kötüye kullanırsanız kötüye
hizmet eder.”
Peki, bu oyunlarda ne var da bu kadar tehlikeli sayılıyorlar? Böyle bir oyuna bir şekilde katılan 10-14 yaş arası çocuklardan, çoğu şiddet içeren 50 talimatı yerine getirmesi isteniyor. 50 günlük bir süreyi kapsayan bu komutlar, ilk önceleri derin olmayacak şekliyle kol ve bacakların kesilmesi, belirli bir süre boyunca kimse ile görüşülmemesi, yüksek sesli olarak müzik dinlenilmesi gibi alıştırma seansları ile başlıyor. Artık iyice oyuna kendini kaptıran çocuklara 50’nci günün sonunda ise son aşama olan “yüksek bir yerden atlayarak ya da kendini asarak” intihar etmesi komutu veriliyor. Artık oyunun cazibesine kaptıran ve kendini oyunun bir parçası olarak gören çocuk, bu son komutu yerine getirerek oyunu, dahası hayatını sonlandırmak istiyor.
Bu
oyunları masum bir ihtiyaç olarak kabul edersek, bu masum ihtiyacın
karşılanmasında karşımıza çıkan bu siber saldırıyı kimler, hangi sebeplerle
yapıyorlar? Bu soruyu da yine Bakan Ziya Selçuk’un açıklaması ile cevaplayalım:
“Çocukların dijital konulardaki ihtiyaçlarını ya da oyun ihtiyaçlarını istismar
edenler, çocuklara bir şekilde zarar
vererek toplumların zarar görmesine, dejenere olmasına yol açmaya çalışan
maksatlı kişilerdir.”
Evet,
işte bu satırlardan da anlaşılacağı gibi, bu siber saldırıda çocukların hedef
alınmasının amacı, “onlara ruh ve akıl sağlığı başta olmak üzere her şekilde
zarar vererek toplumların zarar görmesi, dejenere olması”dır. Çünkü bunu yapan
kişiler, artık insanı da bir makine olarak görmektedirler. İnsan denilen bu
makinenin karar organı olan beyin, onlar için bir bilgisayarın işlemcisi yahut
hâfızasıdır.
Yazımızın
başında da belirttiğimiz gibi, yaşanan kültürel savaşın geldiği nokta bu
yönüyle ürkütücüdür. Eskiden beri savaş hukukunda “masum siviller” diye bir
parantez açılır, içine de en başta çocuklar konulurdu. Malûm; çocuklar,
kadınlar, ihtiyarlar ve silahsız olan diğer insanlar… Şimdi ise hiçbir hukuka
saygı göstermeyen bu savaşın ilk hedefi, maalesef çocuklar ve onların körpe
dimağlarıdır.
Bir
yazımızda, “Toplumları sömürmenin en kolay yolu, onları kimliksizleştirmektir”
demiş ve eklemiştik: “Bu doğrultuda
onların kültürel kodları dezenformasyona tâbi tutularak iğdiş edilmekte, başta
dilleri ve dinî inançları olmak üzere tüm değer yargıları değiştirilmekte,
kavramların içi boşaltılmaktadır. Bir virüs gibi toplumların belleklerine yer
etmenin yolları da yine çağın geliştirdiği kitle iletişim araçları ile
sağlanmaktadır. Televizyon, bilgisayar, cep telefonları ve bunların paralelinde
hareket eden görsel ve işitsel tüm medya araçları, bu virüsün taşıyıcı ana
damarlarıdır.”
Evet,
madem başa döndük, o zaman edebiyat ile bu dijital oyunların alâkasını da
anlatalım…
Çocuk
edebiyatı niçin önemli?
Malûmunuz,
her bir oyun bir senaryo içerir. Her senaryo bir hikâye anlatır. İşte işin
edebiyatla alâkası da buradan başlıyor!
Bu
metinler önce masum birer kitap olarak karşımıza çıkıyorlar. Sonra bu kitaplar
senaryolaşıp çizgi filme dönüşüyorlar. Daha sonra bu filmler oyunlara dönüşüyorlar.
Ya da önce oyunları çıkıyor, sonra filmleri… İçlerinde subilimine mesajların
doldurulduğu, ilk bakışta masumane görünen bu ürünler, tıpkı bozuk gıdalar gibi
muhatap oldukları beyinleri ifsat ediyorlar.
Günümüzde
artık bir sektör hâline gelen çocuk edebiyatı, sadece cazibeli resimleri,
sahife miktarının azlığı ve yazı fontlarının büyüklüğü ile formüle edilmiş bir
hâlde arz-ı endam ediyor. Denetimin yok seviyelerde olması ve ehil olmayan
kişiler tarafından bazen “7-9 yaş için uygun”, bazen “1-2’nci sınıf öğrenciler
için” yazısıyla sınıflandırılan bu kitaplar elden ele dolaşıyorlar. Ne zaman ki
bir veli ya da bir öğretmen okur da içeriğinden haberdar olur, onlar da bunu
sosyal medya gündemine taşırsa ya da bilmem ne haber sitesinin ihbar hattına
düşerse kıyâmet kopuyor! Bu haberlerden öğrendiğimiz içerikler kanımızı
donduracak düzeyde.
Gün
geçmiyor ki “pis suratlı, aksakallı, kocaman kafalı” ve tecavüzcü bir Hızır
motifi karşımıza çıkmasın. Bu yetmiyor, birbirine tecavüz eden hayvanlar âlemi
servis ediliyor önünüze. Bir başkası da Yunan mitolojisini anlatmak adına
tanrıların peşinde koştuğu, tanrıçaların kıskandığı insanları anlatarak
çocukların kafasında farklı bir inanç oluşturma peşine düşüyor. Yine bir
başkası, masal adı altında babası tarafından başı kesilen çocuğun kazanda
kaynatılmasını bir çocuk kitabında anlatabiliyor.
Bu
örnekler aslında hâdsizliğin son kertesi ve belki de en uçları. Oysa öyle sinsi
içerikler, öyle hain tezgâhlarla karşı karşıyayız ki! Ama kimse işin farkında
değil. Seyrettiği çizgi filmden okuduğu kitaba, oynadığı oyundan seyrettiği
diziye kadar bir kültürel bombardımana tutulan bu körpe dimağların hâline
oturup ağlamak gerekir.
Her
gün vicdanımızı rahatsız eden taciz, şiddet, gasp, adam kaçırma, öldürme,
soygun, organ mafyası, çek senet mafyası, uyuşturucu belâsı, tombalacı vahşeti
gibi bir sürü olumsuzluğun altında yatan da işte bu kontrol edemediğimiz,
göremediğimiz, farkına varamadığımız kültürel savaşın sonuçlarıdır!
“Çocukları
eğitelim” diye yola çıkanlar, pedagojiden, çocuk gelişiminden bahsedenler, sizce
bunların farkındalar mı acaba? Diyelim ki farkında ise, bunun adını ne koymak
gerekir? Farkında değillerse, kimin çocuğunu ne amaçla eğitiyorlar o zaman?
Bugün
çocuk Noel Baba’yı tanıdığı kadar Hızır’ı bilmez, Nasreddin Hoca’yı tanımaz,
Cadılar Bayramı veya Christmas’ı bildiği kadar Ramazan ve Kurban Bayramını
bilmiyor ya da bunların yanına diğerlerini eklemekte bir mahzur görmüyorsa, bir
şeyler yanlış yapılıyor demektir!
Tüm millî ve dini değerlere kapalı ama Hıristiyanlığın her türlü töresine ve törenine açık bir şekilde bize yabancı yetişen nesillerin vebâli kimin üzerinde acaba? Bunları evrensel ve çağdaş olarak gören bu şaşı zihniyet, kendi değerlerimizi çağdışı, banal, modası geçmiş olarak görmeye devam ettikçe, çocuklarımızın zihinlerine uygulanan bu siber saldırılar da devam edecek demektir.