Çocuğum

Niyet edelim, Allah’tan yardım isteyelim, okuyalım, araştıralım, kalbimizde ne varsa kâğıda döküp görelim. Yaşadıklarımızı muhakeme edelim. Sonra çocuklarımıza yönelelim ve gözlerimizle gözlerine, oradan kalplerine dokunarak mutlu bir geleceğe hep beraber yelken açalım!

YÜREĞİM yeni biçilmiş ekin tarlası gibi kırpık kırpık… “Eğitim” ve “çocuk”... Alın size, bu zamandaki en önemli, en hayatî iki kelime! İkisi de mânâ sözlüğünde “gelecek” demek…

Çocuğumun zihin tarayıcı kısmına “anne, baba, aile, sevgi, öğrenmek, bilgi, kültür, öz, okul, din, vatan sevgisi” kelimelerini yazdığımızda, tarayıcı bize neler sunuyor acaba? O tarayıcıyı hep beraber inşâ ediyoruz. Sorumluluk hepimizin!

Ben, evli ve iki çocuk babası olarak artık bir eğitim kurumuyum. Her ne kadar istediğim seviyede olmasa da öneminin ve ağır sorumluluğumun farkındayım. Asla oluruna bırakma taraftarı olmadım. “Ailemden ne gördüysem, çevre ve okullar bana ne kazandırdı ve ne kaybettirdi ise onu sunabilirim” diye kendime bahaneler üretmiyorum. Okullarda sürekli değişen eğitim sisteminin bir gün hak ettiği yere geleceğine inanıyorum. Hatta o kutlu günlere çok yaklaştığımıza inanıyorum. İşte sizlerle paylaşmak istediğim eğitim sistemine dair hayalimden bir parça!

Öğrencilerden önce yeni eğitim-öğretim sistemine öğretmenler hazırlanıyor. Bilgilerini tazeliyor, gelişimlerini devam ettiriyor, yeni öğretim taktiklerinin eğitimini alıyorlar.

İçinde her türlü imkânın sağlandığı, devlet ve özel sektör işbirliği ile işletilen, sürekli gelişime açık büyük kampüslere sahip okullar, ülkemin bütün çocuklarına hizmet verebilecek sayıda ve yeterlilikte. Bu okullar ülkemde o kadar önemli bir yer ve gündeme sahipler ki, okul yönetimi ve öğretmenler diken üstünde âdeta. Nasıl olmasın? Bu okullar sadece birer eğitim kurumu değil, bir ülkenin geleceği, bir yüce milletin kaderinin inşâ edildiği kutsal mekânlar…

Okulların açılması büyük bir kutlama ve etkinlik zinciriyle, yeni eğitim-öğretim dönemi büyük bir heyecanla başlatılıyor. Büyük ve özel bir yolculuğa başlayacağını hissedecek çocuklar. Her çocuk inanılmaz maceralara yelken açacağını, her aşamasında sürpriz neşe ve heyecanlara tanıklık edeceğini düşünecek, bilecek. Hem kendi geleceğine, hem bir ülkenin kaderine yürüyeceğini öğrenecek. Bilecek ki, sadece bir anne, baba, kardeş değil, bütün bir millet ona destek olarak arkasında ve yanında olacak, duaların en güzeli ile korunacak.

İlkokul dönemi, çocuğun anne karnı ve bebeklik dönemleri gibi en değerli devre kabul edilecek eğitim sisteminde. Sistemin temelleri en sağlam şekilde bu dönemde atılacak. İlk intibaın, ilk başlangıçların etkisinin yüksek önemine binaen, adımlar hassas bir şekilde atılacak.

Çocuğum, öğrenci olacak! Daha önce tanımadığı birçok yaşıtı ile tanışıp arkadaş olacak, eğitim yolculuğuna çıkacak. Öğretmenle, kaptanla, belki de anne ve babasından daha çok seveceği bir muhteşem insanla tanışacak. Nasıl muhteşem olmasın ki, çocuğumun elinden tutup bilgi saraylarına, okyanuslarına götürecek, bulmacalara dalacaklar. Beraber keşfedecek, meraklanacak ve bulacaklar.

Sahi, eskiden okullarda sadece anlatılıp geçilir, sonra da yazılı ve sözlü mü yapılırmış? O sınavlar ile neleri ölçüyorlardı? Öğretmenin, eğitim sisteminin, ailenin çocuğu yetiştiremediğini mi, yoksa kendisine, kalbine, zihnine ulaşılamayan çocuğun ne olduğunu bilmediği kapasitesi mi? Bir zamanlar ‘başarısız, tembel öğrenci’ diye tabirler mi varmış? Ne kadar ilginç! Çok şükür, öyle şeyleri bilmez bizim nesillerimiz. Büyük okullarımızda her türlü bilgi uygulamalı olarak sunulur. Her çocuk ayrı ayrı keşfedilmeyi bekleyen birer maden gibi hangi özelliklerinin daha baskın olduğunun anlaşılacağı eğitimlere tutulup yetenekleri nispetinde eğitim yüklenirdi.

Çok şükür, ilkokullarımızda artık hemen bilgi sunmaya başlamıyoruz. Önce kalplerden kalplere köprüler kuruyoruz. Her bir çocuğu tek tek kazanıyoruz. Seviyoruz. Sevmeyi öğretiyor, sevginin güzelliklerini paylaşıyoruz. Ruhu inceltip özel bir kıvama getiriyoruz. Mayası tutunca da çocuklara eğitim yolcuğuna neden çıktıklarını, nasıl bir yolculuğun onları beklediğini, nasıl öğreneceklerini, öğrendiklerini zihinlerinde nasıl işleyeceklerini yavaş yavaş, tatlı tatlı aktarıyoruz. Çocuklarımız çok mutlu oluyorlar eğitim kurumlarında. Nasıl olmasınlar? Yaşıtları ile beraber çıktıkları bu yolculukta her gün ayrı bir heyecan, ayrı bir mutluluk…

Sitem

Çocuğum geliyor akşama doğru ve gözleri ışıl ışıl… “Anne! Baba!” diye kanatlanmış uçuyor ve o gün yaşadıklarını anlatıyor. Kendi bedeni, benliği, kalbi, zihni ile ilgili öğrendiklerini aktarıyor. Millî kimliği, özü, kültürü, tarihiyle ilgili öğrendiklerini bizimle paylaşmak istiyor. Bir an önce yatmak ve rüyaya dalmak istiyor. Rüyasında öğretmeni ile beraber inanılmaz keşiflere tanıklık ediyor. Sabah mutluluğa uyanıp mutlulukla yuvamızdan eğitim yuvasına uçuyor.

Evet, çocuğum yeteneklerini keşfediyor; kültürünü, özünü, dinini, benliğini tanıyor.

Arkadaşları ile sohbetlerinde hayâllerini paylaşıyorlar. Kalpten kalbe kurulan köprülerden nice güzellikler, şelâleler gibi çağlayıp akıyor.

İşte her şey bu kadar güzel ilerlerken, ben bütün bu hayâllere bir set çekip şimdiye geliyorum! Daha kaç nesil geçip gidecek gözlerimizin önünden? Okullarda okuma, yazma, Türkçe, matematik, fizik, kimya, resim, müzik, din dersleri, öğretmenlerimizin zihninde eğitim dışında yığınla kaygı ve içi/ruhu bomboş daha kaç mezun vereceğiz? “Özümüzden, kültürümüzden uzaklaşmışız” diyorlar, bende mi öyle dedim yoksa? Ne zaman bildim, tanıdım, yakın oldum ve içimde ağırladım ki sonra uzaklaştım?

Bu anlamda yaralıyım, çok incindim. O kadar sene okula gidip içim bomboş hâlde hayatın orta yerine bırakılan benim! Alacaklıyım; bana en güzel şeylerle, en güzel sevgilerle, bilgilerle, kişiliklerle, mutluluk ve heyecanlarla dolması gereken en güzel yıllarımı verin! İnanın, hiçbir maddî miktar karşılayamaz gidenin bedelini.

Sınıflara kapattınız bizleri ve sürekli kurallardan bahsettiniz. Sürekli bir şeyler anlattınız aramızda bir köprü kurulmadan. Kalpten kalbe akmaz ise, yaşanan hangi şey kalır insanın içinde? En büyük heyecanı, en büyük macerası olması gereken eğitimi, en büyük korkusu yaptığınız kaç nesil, kaç çocuğun! Sadece geçip gideni yargılıyorum; ne bir ismi var, ne bir zamanı. Geçip gidenler böyleydi ve çok kayıp verdik, çok zaman kaybettik. Haydi toparlanma zamanı!

Ülkem bütün yaşadığı olumsuzluklara rağmen bir baharın eşiğinde… Devletimize, Hükûmetimizin gayretlerine inancım sonsuz. Başaracağız bu sefer, Allah bizimledir!

Aileler olarak toparlanma aşamasında bizlere çok iş düşüyor. Çocuklarımıza her anlamda destek olmalıyız. Bütün şartları zorlayıp eğitimlerine odaklanmalıyız. Lâkin ilk önce kendimize gelmeliyiz. İçimizde olmayan bir şeyi nasıl sunacağız? Kalbimizde bir şeyler olacak, sonra nasıl kalpten kalbe köprü kurulacağını, nasıl bilgi, sevgi ve öz aktaracağımızı öğreneceğiz. Her şeyin başı uyanmak, niyet etmek ve adım atmak!

Okumadan olmaz dostlarım, çok okuyacağız. Tarihimizi, kültürümüzü, dinimizi, bilimi okuyacağız. Sevgiyi okuyup kalbimizi parlatacağız. Gözlerimize ışık çekip çocuklarımıza parlayacağız. Ah, daha neler yazmak ister deli gönlüm de hisler dizgine gelip de şuaraya düşmez. Karşılıklı konuşmak, tartışmak gerek. Bırakalım dizileri, sosyal medyayı bu kadar takip etmeyi, “Bitmez benim işlerim” demeyi. Bitmemesi için sürekli yeni uğraşlar çıkarmayı bırakalım.

Elimize bir kalem alalım. Yazalım bunca yaşadıklarımızdan sonra geriye ne kalmış dilimize ve kalbimize. Yok öyle kaçamak cevaplar!

Yazmalı!

Ne mi yazacağız? Okuduğumuzu yazacağız. Okumuyorsan, ne yazacaksın? Arkanda bir geçmiş bıraktın; yağan onca yağmurla beraber mi geçip gitti yaşananlar? Onca yediğin, içtiğin, gördüğün, duyduğun, hissettiğin şey nerede? Son sürat giden bir arabada mı geçti bunca zaman, bunca yaşanan? Bir yerlere not etmişsindir sanırım… Cep telefonun, fotoğraf makinenle çektiğin fotoğraf ve videolar mı var? Senden kalan makineler ve fotoğraflar da mı hafıza? Videolar mı senden geriye kalacak olan?

İki tane yavrum var ve gözlerimin içine bakıyorlar; dilimden çıkacak sözlere kulaklarını sabitlemiş, yapacağım davranışları taklit etmek ve genlerine işlemek için hazırda bekliyorlar. Onlara nasıl örnek olacak, zihinlerine ne yazacağım acaba? “Yazmak yetenek işi” demiştiniz, değil mi? O zaman herkes çocuğuna bir şey yazamayacak. Okullara bırakacak bu işi. Ya orada da sadece ders ve kurallarla muhatap alınırlarsa? Ya içlerine sağlam karakterler, öz, kültür, benlik inşâsı yerine içi boş bir müfredat yazılırsa? Geleceğimizi birkaç temel ders mi kurtaracak? Sahi, yazacak bir şeyiniz yok mu hâlâ?

Çocuklarımız, geleceğimiz... Allah aşkına, bunu çok iyi düşünelim! Çok güzel bir milletiz. Elbette bize güzel olanı yapmak düşer. Dünyaya birçok konuda örnek gösteriliyoruz. Ama yetmez! Yaşam, uygulama ister. İki günümüz bir oldu mu, ziyandayız! Senelerimiz bir ise, çok büyük kayıplardayız demektir.

Teknoloji (televizyon, bilgisayar, cep telefonu) sağlıklı düşünme ve muhakeme yeteneğimizi, vaktimizi kısıtladı. Gün sonunda, olmadı sene sonunda ne yaşadığımızı, içimizde neler olup bittiğini, kalbimizde hangi konuda nasıl bir birikim ve enerji olduğunu hesap edebiliyor muyuz? Şöyle geri çekilip yaşantımızın bütününe tüm yönleriyle objektif olarak bakıp sorgulayabiliyor muyuz?

İlk önce, “Doğru bildiğimiz yanlışları bırakalım” derim ben. Çocukları için ellerinden geleni yaptıklarını düşünen bazı ailelere seslenmek istiyorum: “Yemedim, yedirdim; giymedim, giydirdim; hastalandılar, sırtımda taşıdım… Açken, cebimde param yokken, borç bulup okuttum… Kredi çekip üniversitelere gönderdim” şeklindeki söylemlere karşılık bazı sorularım olacak. Çocuğumuzun varlığı, sadece fizikî bedenden mi oluşuyor? Bebekken aşılarını ihmâl etmiyorsunuz, ya ruhunun aşıları? Ne sıklıkla sarılır öperdiniz? Yanında eşinizle nasıl iletişim kurarsınız? Gün içerisinde çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak konuşup iletişime geçtiğiniz zaman dilimi ne kadar?

Anne ve babalık, çocuğun bedenî gelişiminden sorumlu olmak mıdır sadece? Hiç çocuğunun üşüyen, titreyen ruhunu görebilen oldu mu? Kendisine her türlü imkânın sağlandığı bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı yavaş yavaş kaybettiğini fark ettiniz mi? “Sağlık ve maddiyattan dolayı sıkıntılıyız” diyerek evde soğuk rüzgârlar estirirken çocuğun o an tek isteğinin sımsıcak bir sarılma olduğunu hissettiniz mi? Ya da çok iyi bir anne ve baba, sevgi ve ilgi var ama hayata fark katmak yoksa?

Çocuk veya büyük beyni fark etmez, her şey aynı olmaya başladı mı, enerji düşer! Bir tane örnek vereceğim, gerisi size kalmış…

Çocuklarınıza mektup yazar mısınız? Ben yazdım dostlarım. Kendi yaptığım, renkli üç zarfa, birkaç cümle yazdığım üç kâğıdı yerleştirdim. Akşam eve gelince, eşime ve çocuklarıma, “Sevgili ailem, mektubunuz var!” dedim. Heyecanlandılar, merak ettiler. Baktılar ki benden…

Çocuklarım Arif Enes ile Ebru okuma yazma bilmiyorlar. Okuttular bana. Hepsinin gözleri ışıl ışıldı. Mutluydular. O gün yuvamızda farklı bir iklim yaşanmıştı. Bu olay birkaç sene önce yaşanmıştı. Yeni bir mektup yazmanın zamanı geldi!

Eşinizle, çocuklarınızla, arkadaşlarınızla ilişkilerinizde farklı bir şeyler yapın siz de, hep aynı kişi olmayın! Sabah gözlerinizi açtığınız gün, size verilmiş büyük bir nimet. Yeni güne eski imza, Allah’ın kuluna yakışır mı? Önce biz adım atacağız; kimseden bir şey beklemeden, hemen, şimdi!

Niyet edelim, Allah’tan yardım isteyelim, okuyalım, araştıralım, kalbimizde ne varsa kâğıda döküp görelim. Yaşadıklarımızı muhakeme edelim. Sonra çocuklarımıza yönelelim ve gözlerimizle gözlerine, oradan kalplerine dokunarak mutlu bir geleceğe hep beraber yelken açalım!