Çocuğu anlamaya çalışmak

İnsan neslinin dünyaya gözünü açmasıyla başlayan çocukluk nesli, özgürlüğü en fazla hak edendir. Henüz yaşlanmış dünyanın katı kurallarından yeterince nasiplenmemiş, insanî duyguları ağır basar durumdadır. Dünyaya bakış açıları, olgu ve olaylara yaklaşım tarzları saf ve temizdir. Duygu ve düşüncelerini herhangi bir art niyete dayandırmadan ortaya koyabilir.

Meçhul çocuktan mektup

SEVGİLİ Anneciğim ve Babacığım,

Dünyaya gelmeme sebep olduğunuz için size ne kadar minnettar olsam azdır. Yetişmemde gösterdiğiniz ilgi ve alâkanın, yaptığınız fedakârlığın ve özverili davranışlarınızın farkında olduğumu bilmenizi isterim. 

Dünyaya geldiğinde, varlıklar arasında başkasının yardımına uzun dönem ihtiyaç duyan tek varlık insandır. Bundan dolayıdır ki, çocukluk dönemi yani başkasının korumasına ihtiyaç duyduğu dönem bir hayli uzundur. Bu süreçte gösterdiğiniz hassasiyet ve emeğinizi görmezlik edemem.

Bununla birlikte, insan yavrusunun özgür tabiatlı bir varlık olduğunu unutmamak gerekir. Her yaş ve seviyede kendine göre sınırlılıkları vardır. Özgürlük ve sınırlarından taviz vermekten hoşlanmaz. Yardıma ihtiyacı vardır, ancak işine karışılmasından rahatsız olur. Bilgi ve tecrübesinin olmadığını bilir, fakat öğüt ve telkini kabullenemez. Sizden özellikle isteğim, benim çocuk olduğumu kabullenmeniz ve beklentilerinizi ona göre ayarlamanızdır. Benimle ilgili kararlarınızda olgu ve olayları çocuk gözüyle değerlendirirseniz, gelişimime daha fazla katkı vermiş olursunuz. Geriye dönüp kendi çocukluğunuzu hatırlarsanız, ne demek istediğimi çok iyi anlayacağınızdan eminim.

Geleceğimle ilgili kaygılanmanızı anlıyorum. Arzu ettiğiniz, benim daha rahat ve huzur içinde yaşayabilmem konusunda yaptığınız ve yapacağınız plânlamalarda fiziksel ve ruhsal gelişim düzeyimi, ilgi alanlarımı, beğeni ve isteklerimi dikkate almanızın daha yararlı olacağını bilmenizde yarar olur diye düşünüyorum.

En çok rahatsız olduğum konular ise, çocukluğunuzda yaşayamadıklarınızı benim üzerimden tamamlamaya, sahip olamadıklarınızı bana sağlamakla tatmin olmaya çalışmanız ve başaramadığınız konularda benim başarılı olmamı beklemenizdir. Yerinizde olamayacağım gibi, sizin çocukluk döneminizle benim dönemimin aynı olmadığını da bilmenizin doğru olacağına inanıyorum. Beni bolluk içinde yaşatmak zorunda değilsiniz. Aile imkânları ölçüsünde yaşamayı öğrenebilmem, sizden sonra da ayakta kalabilmemin tecrübesini oluşturacaktır. Bırakın, hatalarım sayesinde doğruları bulma zevkini yaşayayım. Koruyuculuğunuz altında düşüp kalkmayı öğrenemezsem, düştüğüm yerde kalmaktan da korkarım. Her şartta yanımda, yanı başımda olursanız mücadele ruhum gelişemeyecek diye tereddüt yaşamaktayım.

Kısaca özetlemem gerekirse, beni olduğum gibi kabul edip sever ve anlamaya çalışırsanız, ilgi ve yeteneklerim doğrultusunda fırsat verir, ihtiyaç duyduğumda desteğinizi esirgemezseniz, bilin ki, sizi hiçbir konuda mahcup etmeyeceğim! Ellerinizden öpüyorum…

Öpmeye bile kıyamadığınız biricik evlâdınız...

***

Çocuk

Çocuk bir fidedir, nasıl aşılanırsa ona uygun kök salar, gelişir; olgunlaşma sürecinin şartlarına göre meyve verir, çevresindekilerin kâmil derecesine göre şerbet tutar. Bir insan çocuklukta ne ise, yetişkin olduğunda da o minvâl üzeredir. “İnsan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur” atasözümüz tam da bunu karşılar. Çocuğun çocuk kalabilmesi, çocukluğunun gereklerini yaşayabilmesi önemsenmelidir. Çocuk, belli yaştan sonra ömrünün sonuna kadar yetişkinliğini yaşayacaktır zaten.

Çocuklar akıllıdırlar ve toplumsal kurallara kısa zamanda uyum sağlamasını bilirler. İyi gözlemcidirler, başkalarının yönlendirmelerine gerek kalmadan ortama uyarlar. Baskıyla yönlendirmeye gerek yoktur. Bu uyumun olumlu yönde gelişmesi, çevresindekilerin davranışlarıyla doğru orantılıdır. Sağlıklı çocuk, hayatın gerçeklerini yaşayarak gelişimini sağlayan çocuktur.

Çocuğun sevgiye ihtiyacı vardır, ancak her şeyde olduğu gibi sevginin ölçüsünü de iyi ayarlamak gerekir. Sahip çıkan, koruyucu ve duygusal yaklaşım yerine, onun yanında olmaktır asıl sevgi. Ona inanmak, anlayış göstermek, güven vermek, yaptıklarını onaylamak sevginin en sâfiyâne olanıdır. Doğuştan zeki ve akıllı olan çocuk kendi hâline bırakılırsa yetenekleri daha kolay ortaya çıkar. Çevresel etki sayesinde kurallı harekete zorlanan çocuk, içtenliğini kaybetmeye ve güdülere uyma sonucunda özgünlüğünü kaybetmeye başlar. Çocuk, dünyayı kendi gerçekliği ile algılar, anlar ve gerçekliği yaşamayı sürdürür. Çocuk için en doğru olanı, yine çocuk belirler. Yaptığı eylemden o sorumludur. Alacağı haz, mutluluk ve zevk ona aittir.

İnsan yavrusu, diğer canlılara göre en fazla anne baba bağımlılığı yaşayan bir varlıktır. Gelişiminin yavaş seyretmesi sebebiyle yeme, içme, barınma ve bakım işlerinde yetişkinlere muhtaçtır. Bu muhtaçlığa rağmen çocuğun bağımlı bir ruhla yetiştirilmemesi, çocuğa özgür bir kişiliğe sahip olduğu bilinciyle yaklaşılması gerekir.

Çocuğun kişilik bilinci kazanmasında hangi etkilerden yararlanarak “kendi olma” aşamasını yakalayabileceği önemlidir. Çocuğun belli bir dönem içinde gösterdiği davranışlarıyla yargılanması, telâfi edilemez izler bırakabilir. Kısa devrelerle farklı davranışlar gösterebilir ve bu davranışlarından bir müddet sonra vazgeçebilirler; çocuklara “yaramaz, huysuz, zekâ özürlü” gibi rencide edici yergiler, arkadaşları arasında “çok akıllı, üstün zekâlı, en çalışkan” gibi aşırı övgüler yapılması da çocuk gelişimi açısından olumsuzluktur. Çocukların kişilik gelişimlerinin normal seyrini bozacağı için övgüde ve yergide aşırıya kaçmamakta yarar vardır.

Yetişkinlerin yönetimine giren çocuk, isteği dışında bir kalıba girmeye hazır hâle gelmiş demektir. Çocuklar için hazırlanan eğitim ortamları, çocukların özellikleri dikkate alınarak tasarlanıp onların ilgilerini çekecek düzeyde hazırlandığı zaman, çocuğa göre bir eğitim ortamı hâline gelecektir.

Çocuğun özgünlüğü düşünüldüğünde uygun olan, genellikle yapıldığı gibi çocuğu okula uydurmak yerine, her yönüyle okulu çocuğa uydurmaktır. Çocuğa kendi olma özgürlüğünü veren ortamlar, çocuğun ortamı benimsemesini sağlayacak, ortam duygusuna hitap edeceği için orada olmaktan mutlu olacaktır. Eğitim kurumları çocukların fiziksel, duygusal ve ruhsal yapılarına uygun olmalı ve ona uygun işlev görmelidirler. Sağlıklı çocuk, hayatın gerçeklerini yaşayarak gelişimini sağlayan çocuktur. Hayatın gerçeklerinden uzak bir müfredat programı ve eğitim düzenlemesi, çocuğun kişilik gelişimine katkı sağlamayacaktır.

Kurallı, kuramsal ortamlarda yetişen çocukların yaratıcılıkları köreltilir, kendilerini geliştirme imkânı bulamazlar. Özgür ortamlar, yaratıcılıkların ortaya çıkmasına fırsat veren ortamlardır. Üzülerek belirtmek gerekirse, aile, çevre ve okulun kuralcı yapısı sayesinde ülke, söyleneni sorgulamadan yapan, uysal, otoriteye boyun eğen, eleştiriden korkan çocuklarla doludur. “Yapma”, “Dokunma”, “Anlamazsın”, “Kırarsın”, “Yemezsen büyüyemesin”, “Koşarsan yorulursun”, “Yüzme, boğulursun” gibi, altında tehdit ve korku yatan cümleler kullanıldığında, çocuğun hayata olan güveni zedelenir, inancı zayıflar. Sonuçta çekingen bir kişilik ortaya çıkar. Öğrenilmiş çaresizlik, tam da böyle ortamlarda kendini gösterir, gelişir ve çocuk yaşlarda kişinin davranışlarında yer bulmaya başlar!

Koşullanmış ve disiplin altındaki çocuk, özgür olmayan çocuktur. Çocuğun ilk yedi yılı çok önemlidir. Kişiliğinin gelişmeye başladığı yıllar, çocuğun kendi olma fırsatını bulması gereken yıllardır. Kurallar arasına sıkışmış ve baskın çevrede yetişen çocuk, kendisinden bekleneni yapan, emir kulu olmaya mahkûm bir bireye dönüşür. Anne babalar ve eğitimciler, hayatın gerçeğini kısıtlamalarla monoton bir yapı oluşturarak öğretmek yerine, çocuklara içlerindeki iyilikleri ve güzellikleri yeşertecek özgür ortamlar sunmalıdırlar.

Öğüt ve telkin, çocukların hoşuna gitmeyen ve kolay kabullenemedikleri yetişkin davranışıdır. Öğüt ve telkin verende bildiklerini dayatma ağır bastığı için, muhatabında doğal olarak karşı tepki oluşturmaktadır. Böyle bir ortamda istendik bir davranış elde etmek mümkün olmayacaktır. Kendine özgü istekleri olan çocuk, özgürlük ister. Çocuk, hayatının akışında özgürlükle özdeş olduğu müddetçe mutludur; sınırlamaları, engellemeleri sevmez. Çocuğu anlamak, ona değer vermek, hangi durumda nasıl bir ruh hâlinde olduğunu kestirmek güç olduğu için ona anlayışla yaklaşmak, en iyi davranış şekli olacaktır.

Yaşam her insan için vazgeçilmez hak olmakla birlikte, önemli olan, yaşamsal etkinliklerin engellenmemesidir. Çocuk ve yaşam kendi içinde farklılık arz eder ve özveri ister. Hayatı tanıma noktasında olan çocuğun yaşama zevki engellenmemeli, disiplin veya toplumsal uyum adına önü tıkanmamalı, geleceği karartılmamalıdır. İsteklerine gem vurulan çocuk, yalana başvurarak arzularına kavuşmayı yeğleyecektir.

Bastırılmış çocuklar, kendileri olma yerine kendilerini olayların akışına bıraktıkları için uyum konusunda zorluk çekerler. Zor çocuk, aileden ve çevreden yanlış davranışlar görmüş olan çocuktur. Bu çocuklar mutsuzdurlar, genellikle hayata olumsuz bakarlar. İç dünyalarında diğer insanlara, hatta dünyaya savaş açmış durumdadırlar.

Çocuğun hayatı özgürce yaşamasına, her yaş seviyesinin heyecanını duyarak sürdürebilmesine fırsat verilmeli, ileride “Keşke” demesine gerek kalmamalıdır. Geçen yılları geri getirmek mümkün olmadığı gibi, çocukluk yıllarının da tekrar yaşanması mümkün olmayacaktır. Her şey yaşandığında güzeldir; zamanında yapılmasına imkân tanınmalıdır. Dünyaya açılan pencerelerine duvar örülmemiş çocuk, olağanüstü yetenekte bir güzellik kaynağıdır ve yaşam ile tutku yoğunlukludur. Eğitim adına bu güzelliğin bozulmamasına dikkat etmek gerekir.


Gereksinimlerini karşılayacak, problemleriyle mücadele edecek düzeyde gücü olmasa da kendi içinde bir bütünselliğe sahip olan çocuk, öncelikle aileden ve çevreden alacağı destekle hayatiyetini sürdürür. Bu destek, rehberlik düzeyini koruduğu müddetçe çocuğun lehine olacaktır. Çocukların yetişkinlerden farklı dünyaları vardır, ancak korunmaları gerekir. Bu koruma, onları dönüştürme yönünde olmamalıdır. Toplumsallaşma sürecini tamamlamamış olan çocuk, birlikte yaşadığı insanlarla uyum içinde olabilmek için yetişkinlerin görüş ve desteklerine ihtiyaç duyar. Bu destek, dayatma türünde değil de çocuğun istekli katılımına fırsat yaratmak şeklinde olmalıdır.

Çocuklar çoğunlukla düş dünyasında yaşarlar. Bu dünyanın kapıları herkese açıktır. Kendi dünyalarında cıvıl cıvıl bir hayat yaşarlarken, dünyalarına girip çıkanlarla düşlerini paylaşırlar. Bu, kendinde olanı başkalarıyla paylaşmanın ilk adımıdır.

Çocuklar fiziksel yapıları küçük, ancak kocaman beyinleri ve yürekleriyle birer bilgedirler. İletişim hâlinde oldukları yetişkinleri şaşırtmakta mâhirdirler. Düş dünyaları zengin olduğu için oldukça yaratıcıdırlar da.  Yönlendirilmeyip kendi hâllerine bırakıldıklarında umulmadık beceriler sergilerler. Kendi hâline bırakmayı başıboş bırakma ile karıştırmamak gerekir. Çocuğun kendi olması, kendi isteğiyle bir şeyler öğrenmesi ve yapmasıdır doğal olan.

Bir sorunu çözmek için düşünmek gerekir. Çocuğun, karşılaştığı sorunları çözebilmesi için düşünebilmesine fırsat verilmelidir. Düşünmesine gerek kalmadan sorunun başkaları tarafından ortadan kaldırılması, çocuğun kendi kendini eğitmesini engeller ve gelişiminin önünün kapatılmasına sebep olur.

Çocuklar ne istediklerini iyi bildikleri gibi, kafalarından geçenleri doğrudan söylemeyi yeğlerler. Dolaylı anlatım onlarda yoktur.

Çocukluk dönemleri

Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi, 18 yaşa kadar olan insanı çocuk saymaktadır. İslâm’da ise ergenlik çağına kadar olan süreç, çocukluk olarak kabul edilmektedir. Ergenlik çağının iklim şartları etkisiyle ülkelerarası farklılıklar göstermesini dikkate alacak olursak, birinci şıktan yola çıkmak yarar olacaktır.

0-18 yaş aralığına bakıldığında, bebeklik dönemi dışında kalan okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim gibi temel eğitimin yürütüldüğü uzun bir süreyi içine almaktadır. Bebeklik çağı önemli ölçüde ailenin sorumluluğunda geçer. Çocukların dünyaya gözünü açtığı andan itibaren ailenin etki alanına girmektedir. Çevreyle olan ilk temaslar da burada başlar.

Çağın çalışma koşulları dikkate alındığında, çocuğun etki çevresine okul öncesi dönemde kreşlerin de girdiğini görüyoruz. Okul öncesinden itibaren zorunlu eğitim-öğretim çağı, çocukları doğrudan devletin sorumluluğu altına sokmaktadır.

Türkiye, çocuk nüfus yoğunluğunun yüzde 40 olduğu bir ülkedir. Çocuk nüfus yoğunluğu bu derece yüksek olan bir ülkenin ciddî bir çocuk politikası oluşturması gerekmektedir. Tabiî hazırlanacak olan çocuk politikası her şeyden önce millî olmalıdır. Kültür emperyalizminin gözdesi çocuk, 0-6 yaş arası çocuk yuvaları ve okullarıdır. Bu da okul öncesi eğitimin millî çocuk politikasına göre kurulması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Çocukta karakter gelişiminin yüzde 75’inin 3 ilâ 7 yaş arasında gerçekleştiği bilinmektedir. Yedi yaşına kadar çocuklar için ertelenemeyecek en önemli iki olay, dengeli beslenme ve karakter gelişiminin sağlıklı yürümesi için uygun ortamın sağlanmasıdır. Dengeli beslenmeden kasıt, anne sütü başta olmak üzere temel besin ürünlerini yeteri kadar alınmasına özen gösterilmesidir.

Çocuğa 3 ilâ 7 yaş arasında uygulanacak bir eğitim ise, öncelikle dış dünyanın algılanması, algılanan yeni bilgilerin mevcut bilgilerle uyumu veya yeniden düzenlenmesi, yeni duruma göre anlama ve reaksiyon gösterme gibi tüm algılama becerilerini içeren bir program olmasını gerektirir.

Çocuklarla olan ilişkilerde yapılan davranışlara karşı onun nasıl bir tutum takındığına dikkat etmek, sınır ihlâline meydan vermemektir. Çocuğun özel alanına girmemek, sınırlarını gözetmek, onun varlığını kabul etmek ve değerlerine saygı duymaktır. 

Çocuklarda algılama dönemleri

0-18 yaş arası çocukluk dönemlerini gelişim durumlarına göre incelemek, onlarla olan ilişkilerde daha bilinçli olma ve uygun davranış ortaya koyma açısından önemlidir. Genel olarak altı bölümde ele almakta yarar vardır.

0-3 Bebeklik Dönemi: Bakma-tutma dönemidir. Çocuğun kendini özgür hissettiği, egosunun gelişmeye başladığı devre olarak görmekte de yarar vardır. Çocuk bu dönemde müdahaleden hoşlanmaz, saldırgan ve inatçıdır. Bu durumda çocuğu katı disiplinle söz dinler hâle getirmek yerine çocuğun dikkatini başka şeylere çekmek ve zihnini başka şeylerle meşgul etmek daha doğrudur. Bu yaş aralığında çocuk kendisini, ihtiyaçlarını ve hayatı, yakın çevresi ve eşyalar sayesinde tanımaya ve basit sözlerle ifade etmeye başlar. Bu dönem, güven duygusunun gelişmeye başladığı dönemdir. Güven duygusu, çocuğun sahip olacağı hasletlerin çekirdeğini oluşturur. Bu yaşta çocuk, anneden mahrum yaşamamalıdır. Çocuk annesiyle birlikte olduğunda muazzam duygular yaşar; fizyolojik ve ruhsal olarak tatmin olur. Bu birliktelik sevgi, güven ve huzurun zirveye ulaştığı anlardır. 0-6 yaş grubunun karakter gelişiminim yüzde 85’i bu dönemde oluşur.

4-6 İlk Çocukluk Dönemi: İlk çocukluk dönemi olan bu yaşlar, çocuğun dış dünyaya açıldığı ve olayları sorgulamaya başladığı dönemdir. Çocuk zihinsel olarak aktiftir; her şeyi bilmek ve öğrenmek ister. Kendisini evrenin merkezinde görür. Başka çocuklarla ilişki kurmaya başlar, sevecendir. “Erken Masal Çağı” da denen bu dönemde soyut-somut kavramı çocukta henüz gelişmemiştir. Okunanı dinlemeyi, resimleri irdelemeyi, çizgi film izlemeyi sever. Dil gelişiminin yoğun yaşandığı dönemdir. Cinsel ayrım ve rol model seçimi bu dönemde başlar. Çocuk bu dönemde örf, âdet ve geleneklere ilgi duymaya başlar ve onları öğrenmeye çalışır. “Bağımsız ya da gerçekçi dönem” denen bu yaş aralığında, temel değerleri hissetme ve yaşama hevesi başlar. Bunun için resimler, semboller ve oyuncaklardan yararlanılabilir. Dilin öğrenilip pekişmeye başladığı bu dönemde küçük çocuk şarkıları ve tekerleme gibi kafiyeli söyleyişlerin sevildiği görülür.

7-8 Masal Dönemi: Cinsiyet farkındalığıyla birlikte hayâl dünyasının öne çıkması, soyut ve somut kavramlarının oluşmaya başlaması bu döneme rastlar. Aidiyet duygusunun yoğunlaştığı dönemdir. Bu dönemde oyun, çocuklar için toplumlaşma sürecinin en önemli unsurudur. Arkadaşlık ilişkilerinin yoğunlaştığı dönemdir. Aynı zamanda bağımsız davranma eğiliminin hissedilmeye başladığı dönemdir. Bu yaş aralığında soyut algıya doğru bir gelişim başlar. Ahlâk, insanî değerler ve erdemlilik çocuk için bir anlam ifade eder. Bu dönemde çocuğun sorduğu sorulara doğru ve net cevaplar vermek gerekir. Bu yaş aralığı, aynı zamanda öğrenmeye ilk adımın atıldığı dönem olduğu için, çocuğa toplumsal değerler eğitimi verilip davranış olarak yaşanması sağlanabilir. Çocuk bu dönemde gururunu okşayan davranışlardan, teşvik ve takdirin gösterilmesinden hoşlanır.

9-10 Serüven Dönemi: Bu döneme merak ve heyecanın ileri düzeyde olduğu, olgu ve olaylara eleştirel bakış açısının geliştiği dönem olarak bakılabilir. Bu yaş aralığı, son çocukluk dönemidir. Kendini kanıtlama çabası daha fazla öne çıkar. Temel ve soyut kavramlar edinmeye başlar. Hayâl ile gerçeğin, iyi ile kötünün ayırt edilebildiği bu çağda aile içi olumsuzluklar çocuğun kişiliğini etkiler. Doğa olaylarını mantıklı bir şekilde kavramaya başlar. Beceri ve yetenek güçleri artar, emsalleriyle karşılaştırabilir, yaptıklarının sorumluluğunu alabilir. Canlı ve hareketli bir bedene sahiptir. Hikâye döneminin başladığı yaş aralığıdır.

11-14 İlk Gençlik Dönemi: Karşı cinse ilginin yoğunlaştığı, cinsiyet gelişiminin öne çıktığı, farkındalık bilincinin oluşmaya başladığı dönemdir. Kendini kanıtlama çabası daha fazla öne çıkar. Grup ruhunun ve sorumluluk bilincinin gelişmeye başladığı, ruhsal ve bedensel olarak belli bir olgunluğun yakalandığı dönemdir. İlişkilerde uyum ve dengenin kurulmaya başladığı bu dönem, kabiliyetlerin gelişmeye başladığı yaş aralığıdır. Bu yaşlarda duygusallık ağır basar.

15-18 Erken Gençlik Dönemi: Bu dönemde duygusal gelişimin yoğun olarak yaşandığı görülür. Kız çocuklarında duygusallık, erkeklerde ise heyecan, dışa açılma, hırçınlık göze çarpar. Kendisi ve çevresiyle ilgili konularda söz sahibi olma güdüsü kuvvetlidir. Bu yaşlarda pırıltılı zekâsıyla ele avuca sığmaz. Düşüncelerde gelgitler yaşar. Ergenlik bunalımının işaretleri kendini hissettirir.

Çocukların genel ihtiyaçları

Yaş düzeylerinde tanımaya çalışılan çocuğun genel ihtiyaçlarına da değinmek gerekir. Henüz kendi bağımsızlığını elde edememiş, birçok konuda yetişkinlerin koruma ve gözetimine gereksinim duyan çocuğun “sevgi, saygı, gruba dâhil olma, arkadaş, oyun, güven duygusu, inanma, anlamlı bir evrende yaşama” gibi ihtiyaçlarını kısaca gözden geçirmekte yarar var.

Sevgi ihtiyacı: Çocuk öncelikle içine doğduğu aile bireylerinden başlamak üzere karşılaştığı kişilerden sevgi bekler. Ona gösterilecek koşulsuz sevginin, olumlu insanî duyguların gelişmesi ve başkalarını kabullenme gibi etkileri olacaktır. Çocuk, öncelikle anne sevgisine muhtaçtır, onun okşayışına bir gıda kadar gereksinim duyar. Sevgiden mahrum kalan çocuklar duygusal ve ruhsal yönden olumsuz gelişmeler göstereceklerdir. Okşanıp sevilen çocukların sevilmeyen çocuklara oranla duygusal gelişimlerinin daha olumlu olduğu, kişiler arası ilişkilerdeki başarıları ve toplumsal uyumlarının çok daha hızlı olduğunu yapılan araştırmalar göstermiştir. Sevki eksikliğinin genel olarak çocukta akıl hastalığı, sinir, öfke, nevroz, agresiflik ve suç işleme düzeyine ulaşan kalıcı izler bırakabildiği gözlemlenmektedir.

Saygı ihtiyacı: Çocuk için varlığının kabul görmesi olarak addedilen saygı görme, kişilik gelişiminde önemli bir yer tutar. Kabul görmesi başkalarını da kabul etmesini beraberinde getirecektir. Öncelikle anne-babalar olmak üzere, ilgili herkes, çocuklara çocuk gibi değil, yetişkin biriyle birlikteymiş gibi davranış içinde olmalıdırlar. Kendisinin bir değer olarak görülmesi ve ciddiye alınması hoşuna gidecektir.

Gruba dâhil olma ihtiyacı: Yaratılışı gereği toplu yaşama ihtiyacında olan insanoğlu, daha çocuk yaşından itibaren başkalarıyla birlikte olmayı arzular. Bu birliktelik hem kendisinin sahiplendiği, hem de başkalarının kendisini kabullendiği bir birliktelik ihtiyacıdır. Çocuklar kendi yaşıtlarıyla oldukları ortamlarda kendilerini daha rahat ifade edebilirler. Çocuklar, kendilerini güvende hissedecekleri dayanaklara ihtiyaç duyarlar. Onun için en güvenli dayanak, grup içinde kabul görmektir.

Arkadaş ihtiyacı: Kendi dünyasını oluşturmaya başlayan çocuk, birlikte olacak, paylaşımda bulunacak emsallerine de ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyacı karşılayacak arkadaşları çevresinde görmek ister. Arkadaşlıklar genellikle çağdaşlar arasında kurulur. Olgu ve olayları anlama ve algılamaları ortaktır. Mutlulukları, hüzünleri, kırgınlıkları kendilerincedir, uzatıp problem hâline getirmezler. Her şey kısa sürelidir. Böyle durumlarda başkalarının işlerine karışmalarından da hoşlanmazlar.

Oyun ihtiyacı: Çocuk, dünyasını oyunla kurar. Oyun, onun için vazgeçilmezlerdendir. Tek başına oyun ortamı oluşturabildiği gibi, o ânını başkalarıyla paylaşmaktan da hoşlanır. Oyun sayesinde iletişim becerisi, paylaşma ve kendisini başkalarıyla kıyaslama, kendini ifade edebilme imkânı bulur ve karakter gelişimini oluşturur.


Güven duygusu ihtiyacı: Doğumuyla birlikte yaşamını sürdürebilmek için başkalarının yardımına ihtiyaç duyan bir yapıda olan insanoğlu, kendi ayakları üzerine durabildiği ileriki yaşlarda da yanında yakınında kendisine destek olan, paylaşımda bulunan birilerine ihtiyaç duyacaktır. Çocuğun güven duygusunu sağlayan en önemli unsur, sevgidir. Her insanda olduğu gibi çocukta da güven duygusu psikolojik bir ihtiyaçtır. Güvenliği sağlanamayan çocuklar, çeşitli korkuların etkisi altında kalırlar. Güvende olmayan insan kendini yetersiz kabul edeceğinden, olumlu hisler de taşımayacaktır. Aile içinde olduğu gibi ülke genelinde de çocuklara güven ortamını sağlamak, sağlıklı nesiller yetiştirebilmek için yetişkinlerin birincil görevi olmalıdır.

İnanma ihtiyacı: Meraklı ve sorgulayıcı bir yapıya sahip olan insan, fark edebildiği varlıkların oluşuyla ilgili düşünce yoğunluğuna girmektedir. Var olması ve var olanların Yaratıcısı hakkında bilme ihtiyacı duymaktadır. Bütün oluşumun Yaratıcısı hakkında olduğu gibi, geçmişi ve geleceği hakkında da merakına cevap aramaktadır. Çocuklar, bu arayışlarına uygun biçimde cevap bulabilmelidirler.

Anlamlı bir evrende yaşama ihtiyacı: Dünyaya gelen her çocuk, huzur ve barış ortamında yaşamayı hak eder. Dünya nimetlerini anlamlandıran ve onu yönetebilen insanoğlu, ondan azamî derecede faydalanmayı hak eder. Başkaları kadar kendisinin de pay sahibi olduğunu bilir. Öncelikle yaşama hakkına saygı duyulmasını ister. Hayatına anlam katma ihtiyacı insanî bir vasıftır. Çocuklar da her yaş dönemini anlamlı yaşamak isterler.

Yukarıda belirtilen ihtiyaçların karşılanması, çocukların kültürel yapıdan yararlanma nispetinde giderilecektir. Bunu gerçekleştirmenin en sağlıklı yolu, çocukları anlamaya çalışmak, onlara hak ettikleri değeri vermek, sevgi ve saygı ihtiyaçlarını karşılamak, güven içinde yaşayacakları ortamlar sunmak ve kültürel yönden tatmin edici desteği vermekle birlikte hayatlarının her safhasını kaliteli ve özgürce yaşayabilmelerine fırsat vermekten geçer. Bu düşüncelerle edebiyat ve çocuk edebiyatı konularını ayrı ayrı irdelemekte yarar var.

Çocuğun özgürlüğü

İnsan, özgür yaratılmış bir varlıktır. Çocuk, beceri ve yetenek potansiyeliyle birlikte sayısız duygu zenginliklerine sahip olarak doğar. Onu daha baştan bir birey olarak karşılamak ve onunla iletişim esnasında çocuksu davranışlardan uzak durmakta yarar vardır. Kendi olabilmesi için özgür olduğunun farkında olmalıdır. Özgür olduğu müddetçe kendisini bulur, geliştirir ve yaratıcı yönünü ortaya çıkarabilir. Özgür olmayan insan, kanatları kırılmış kuşa benzer, başkalarının güdümünde yaşamaya mahkûm olur.

İnsan neslinin dünyaya gözünü açmasıyla başlayan çocukluk nesli, özgürlüğü en fazla hak edendir. Henüz yaşlanmış dünyanın katı kurallarından yeterince nasiplenmemiş, insanî duyguları ağır basar durumdadır. Dünyaya bakış açıları, olgu ve olaylara yaklaşım tarzları saf ve temizdir. Duygu ve düşüncelerini herhangi bir art niyete dayandırmadan ortaya koyabilir. Bu açıdan bakıldığında, çocuklarla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenen yetişkinlerin, onların özgürlüklerini sınırlandıracak tavır ve tutumlardan sakınmaları gerekir.

Çocukları özgür ortamlarda yetişen toplumların demokratik ortamlara daha kolay uyum sağladıklarını unutmamak gerekir. Çocukların özgür ortam havasını teneffüs edecekleri ilk yer, aile kurumudur. Kişilik gelişiminde, özgür ortam sunan ailenin önemi büyüktür. Yaratıcı düşünce ve liderlik vasıfları özgür ortamlarda gelişir.

Çocuk özgürlüğünü Doğan Cücelöğlu’nun anlatımıyla “algılama özgürlüğü, düşünme özgürlüğü, kendini ifade etme özgürlüğü, kabul ya da reddetme özgürlüğü, kendisi olarak var olabilme özgürlüğü” olarak ele alarak konuyu açmaya çalışalım…

Algılama özgürlüğü: Çocuklar gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini kendilerine göre algılarlar. Onları yönlendirmeye kalkmak yerine, günlük yaşantı içinde kendi kendilerine kavram oluşturmalarına fırsat yaratmak gerekir. İstediği gibi anlayabilme özgürlüğü olarak da izah edilebilir bu.

Düşünme özgürlüğü: İnsan düşünen bir varlıktır. Düşünebilme yetisini elinden almak, onun herhangi bir varlık seviyesine indirgenmiş olunur. Olgu ve olaylar üzerine kişisel düşüncesini ortaya koyarak kendine göre yorumlayabilme özgürlüğünü yaşaması demektir.

İfade etme özgürlüğü: İnsan aynı zamanda konuşan bir varlıktır. Duygu ve düşüncelerini jest ve mimiklerle ortaya koyabilme kabiliyetleri varsa da konuşarak daha rahat, doğru ve detaylı olarak ifade edebilme kabiliyetlerine sahiptirler. Çocukların konuşmayı öğrenmeleriyle birlikte kendilerini ifade becerileri artar. Sözlü ya da sözsüz de olsa kendini ifade etmeye fırsat verilmeyen çocuk, kişilik gelişimini sağlamada zorlanacaktır.

Kabul ya da reddetme özgürlüğü: Her insanda olduğu gibi çocukların da beğenileri vardır; onlara sahip olmak isterler. Olumsuz karşıladıkları olgu ve olaylardan uzak durmak isterler. Kabul ya da reddetme özgürlüğü engellenen çocukların hayatı algılama problemi yaşadıkları görülür. Arzu ve isteklerini yerine getirebilmesinde imkânlar ölçüsünde fırsat verilmelidir. İstemedikleri, zorla yaptırılmamalıdır. Kişisel davranış biçimini ortaya koyabilme özgürlüğü olarak da adlandırılabilir bu.

Kendisi olarak var olabilme özgürlüğü: Çocuklarda hayat tecrübesi olmadığı ya da yeteri kadar gelişemediği için, onunla ilgili konularda arzu ve istekleri yönünde çevre etkisi fazladır. Oysa çocuklar da kendi iç dünyalarına göre hareket eder, kabullerini ve retlerini kendi arzu ve isteklerine göre yaşamak isterler. Bu, çocukların kendisi olarak kabul görmesi ve gelişebilmesi olarak da nitelendirilebilir.  

Çeşitli alternatifler karşısında çocukların olgu ve olaylar karşısında anladıkları nispette duygu ve düşüncelerini ifade etme, kabul ya da reddetme, yaşadıkları ortamlarda kendi olabilmeleri için seçme hakkı tanımakla onların özgürlüklerini yaşayabilmesine katkı sağlanmış olur.

Özgürlüğün başıboşluk ya da ne isterse onu yapabilme gücü olarak görülmemesi önemlidir. Mevcut imkânlar ölçüsünde alternatifler arasından seçme fırsatını kullanmak olarak görülmelidir bu. Seçme sayısının fazlalığı kaos yaratacağından, alternatifleri sınırlı tutmakta yarar vardır. Özgürlük, yukarıdakilerin ve başka birçok şeyin doğal sonucu olmakla birlikte, çocuk hem özgürlüğe, hem de güvenilir bir otoriteye ihtiyaç duyar. Anne-babalar çocuk yetiştirirken özgürlük ve otorite dengesini gözetmelidirler.

Çocukların sağlıklı bir kişilik gelişimine sahip olarak yetiştirilebilmesi, oluşturulacak denge ortamı sayesinde gerçekleşecektir. Çocuğun yaşına uygun özgürlük alanı tanınırken, çocuğun bilinçsiz karar vermesinin önüne geçilebilmesi için bir yandan kabul edilebilir sınırlar koymaktan çekinilmemelidir.

Anne-baba, sınırları koyarken çocuğun yaşını, gereksinimlerini, kapasitesini, kişilik özelliklerini, duygu ve düşüncelerini hesaba katmalıdır. Yaşına uygun açıklamalarla çocuk ikna edilmelidir. Çocuğa yapılacak anlamlı açıklamalar sayesinde onun da onayı alınmış olacaktır. Anne-babanın çocuğun davranışlarına, isteklerine sıkça müdahale etmesi hâlinde çocuk, özgürlüğünün kısıtlandığı hissine kapılır. Bundan dolayı göstereceği tepki, hırçınlaşmak ya da içine kapanmak türünde yansıyabilir.

Sınırların çok katı olması gibi özgürlüğün sınırsız olması da çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkiler. Davranış bozukluğu, sorumsuzluk, uyumsuzluk ve kabul görmeme gibi olumsuzluklar yaşamasına sebep olabilir.

Bağımsız bir kişilik olarak yetiştirme duygusuyla onun her davranışını hoş görülür, hatalarına göz yumulursa, şımartılmış çocuk sendromuna sebep olunabilir. Çocuk özgür olurken, onun da bir sınırı olduğunu anlamalı, başıboş, sorumsuz, sınırsız davranışlarda bulunmak olmadığını bilmelidir. Bu tür bir yaklaşım, çocuğun sorumsuz bir kişilik geliştirmesine sebep olabilir.

Özgürlük, insanın kendi haklarını ve sınırlarını bilmeyi, başkalarının haklarını tanımayı ve saygı göstermeyi gerektirir; aksi takdirde özgürlük olmaz. Çocuk kendi sınırlarını ve başkalarına karşı sorumluluklarının olduğunun bilincinde olursa özgürlüğü anlam kazanacaktır.

Çocuklarda kişisel sınırların farkındalığı ve toplumsal yapıda çocuğun algılanması açısından da irdelenmesinde yarar var. İnsanlar arası ilişkiler en az iki kişi arasında gelişir. İlişki esnasında ortaya konulmakta olan davranış biçimine her iki tarafın da rıza gösterdiği müddetçe bir anlam kazanacaktır. Taraflardan birinin duruma muhalif kaldığı hâlde davranışta ısrar edilmesi, onun taciz edildiğini gösterir. Bu durumda da yapılan davranış insanî olmayacaktır.

Çocuklar sevilmeye lâyık varlıklardır. İstendiği an istendiği gibi sevgi gösterisinde bulunmakta sakınca görülmez. Kucağa almak, öpmek, şaka yapmak doğal olan davranışlar olarak kabul edilir. Yetişkinlerin yaptığı bu davranışlar karşısında çocuğun fikrini sormaya, ondan izin istemeye gerek yoktur diye düşünülür.

Çocuklar bünyelerinin gelişmemesi ve hayat tecrübesine sahip olmamalarından dolayı korunmaya, yardıma ve her konuda güdülenmeye muhtaç olarak görülür. Her konuda yetişkinlerin uyarı ve telkinlerine ihtiyaçları var diye düşünülür. Yetişkinler, öğüt verme ve yardım etme konusunda sınırsız yetkilidirler. Konu hakkında onun ne düşündüğü önemsenmez. Ne kadar yemek yiyeceğini annesi belirler. Aç mı, tok mu olduğu, iştahının olup olmadığı, kendisine sunulan yiyecek ve içecekle ilgili arzusu ya da tepkisinin olup olmaması sorulmaz. Vakti geldiğinde verileni yemek durumundadır. Hem de hepsini bitirmek şartıyla... Giyeceği elbise, seçeceği arkadaş, okuyacağı kitap, seyredeceği film, oynayacağı oyun vb. gibi birçok konu yetişkinler tarafından belirlenir. Çükü en iyisini onlar bilir. Çocukların ne düşündüğü önemli değildir, zaten onlar çocukça düşünürler diye kabul edilir. Oysa kişilere göre değişim gösterse de davranışlar karşısında her insanın arzuları, istekleri, beğenileri, nefretleri ve benzeri unsurların çeşitli konularda kendine has sınırları vardır. Sınırları ihlâl edildiğinde ise kişi rahatsız olur. 

Çocuklarla olan ilişkilerde yapılan davranışlara karşı onun nasıl bir tutum takındığına dikkat etmek, sınır ihlâline meydan vermemektir. Çocuğun özel alanına girmemek, sınırlarını gözetmek, onun varlığını kabul etmek ve değerlerine saygı duymaktır. Yemek istemiyorsa zorla yedirilmediği gibi, giymek istemediği bir kıyafet de zorla giydirilmemelidir. Öptürmek istemiyorsa öpülmemelidir.

Sevmediği, istemediği bir başka kişiyle zorla arkadaşlık yapması beklenilmediği gibi, ailesi istemiyor diye arkadaşından da uzaklaştırılmamalıdır.

Çocuğa değer vermek, onu olduğu gibi kabul etmekten geçer. Her hâliyle kabul görmeyen çocuğun gerçekten sevildiği konusu şüphelidir. Çocuğun, her yönüyle bütüncül bir varlık olduğu unutulmamalıdır.