KUZEY Irak Kürt bölgesinde,
14 Şubat 2021 günü, daha önce rehin alınan ve asker ve de polislerden oluşan 13
kişinin katledilmesi, PKK’nın lânetli işleri arasında kolayca unutulmayacak
örneklerdendir.
Allah orada şehit olanlara rahmet etsin; geri bıraktıklarına, ailelerine,
bütün yakınlarına tükenmeyen sabırlar bağışlasın.
Gara’da katledilenler toprağa verilmeden maalesef bilinen tartışmalar devam
etti. “Katledilenlere niçin sivil vatandaş denildi? Hükûmet onların orada
tutulduğunu bilmiyor muydu? Kurtarmak için neden bir şey yapılmadı?” gibi sorular
tekrarlanmaya devam edildi.
Savaşın ortasında bu tartışmalara dalmak çok anlamlı değildir.
Katledilenler için sivil denildi, asker denildi, bunun çok anlamı yoktur. O
masumlar asker diye, yapılan katliam hafifler mi? Ya da tümüyle sivil
olsaydılar, daha büyük katliam mı sayılacaktı?
2015-2016’da kaçırılmışlar. Beş yılı aşan bir süreden beri rehineydiler.
Rehinenin artık askeri, sivili olmaz. Çünkü kendini savunacak durumda değildir;
adı üstünde, hem de beş yılı aşan bir zamandan beri rehinedir.
Bu savaşın çok boyutlu olduğu açıktır. Olup bitenlerin halka anlatılması da
savaşın bir parçasıdır. Belki en önemli parçasıdır. Bu işin yetkilisi olanlar
da elbette işlerini daha titiz ve ciddiyetle yapmalıdırlar. Karşı tarafın
istismarına yol açacak anlatımlar olmamalıdır.
Olup bitenlerin halka anlatılması o kadar önemlidir ki, PKK’nın
mazbatalıları yayınladıkları videolarda, kendilerinin defalarca bu rehineleri
kurtarmak istediklerini ama Hükûmet’in yardım etmemesi, savaşı tercih
etmesinden dolayı kurtaramadıkları gibi basit, sığ yalanlarını tekrarladılar.
Neyin karşılığında bu rehineleri kurtarmak istediklerini elbette söylemediler.
13 savunmasız, elleri bağlı ama gözleri açık olan rehineyi yakın mesafeden,
kafalarına sıkarak katletmelerini lânetleyen bir tek cümleleri duyulmadı. “Hükûmet
savaşı tercih etti” diyerek bu işin sorumlusunun PKK değil, Hükûmet olduğu
yalanını tekrarladılar.
Elbette bu, katliamı savunmaktan, mazur göstermekten başka bir şey değildi.
Bu iş için seçilmiş olan mazbatalılar da dikkat çekicidir. Bir tanesi Mazlum-Der
çıkışlı, abdestli namazlı diye bilinen Zaza kökenli ama kendisini Kürt
varlığına armağan etmiş, FETÖ bağlantıları ise İçişleri Bakanı tarafından
defalarca ilân edilen Ö. Faruk Gergerlioğlu, diğeri ise Türk kökenli başörtülü
Hüda Kaya idi. Kaya’nın aile ilişkileri daha çok dikkat çekicidir. Oğlu ve
damadı üzerinden İran istihbaratına uzanan bir ilişki ağı içindedir.
İran’ın Çözüm Süreci döneminde, Kasım Süleymani’yi seferber ederek PKK’yı
savaşa devam etmesi için uğraştığı haberini bilmeyen yoktur. Çünkü içeride
terörle uğraşmak zorunda kalan Türkiye, ne Irak, ne Suriye, ne de Kafkasya’da
olup bitenlerle uğraşabilirdi. İran’ın önü açılırdı. Türkiye’nin iç sorunları
ile zayıflaması, İran karşısında zayıf düşmesi demektir. Bu da İran için önemli
bir kazançtır.
Elbette İran’ın PKK içindeki bağlantısı sadece Hüda Kaya ile sınırlı
değildir. Başka isimler de bilinmektedir. Ama Kaya, daha medyatik olduğundan,
başörtülü bir kadın olduğundan, İran’ın hitap ettiği kitle için daha elverişli
bir isimdir.
PKK artık çok uluslu, çok ortaklı bir terör şirketi gibidir. Bütün
hisseleri İran’a ait değildir. PKK hisselerinde ABD ve İsrail’in de önemli
ortaklığı vardır. ABD, “Müttefikim” dediği hiçbir ülkeye yapmadığı yardımı,
vermediği askerî malzemeyi PKK’ya karşılıksız vermeye devam etmektedir.
Türkiye’nin Irak, Suriye, Doğu Akdeniz, S-400 gibi konularda ABD ile ciddî
sorunlar yaşadığı bir dönemde Gara’daki bu katliamı “PKK’nın yaptığı doğru ise
kınıyoruz” diyen ABD, Türkiye’ye ne kadar uzak ise, PKK’ya da bir o kadar yakın
olduğunu bir kere daha göstermiştir!
Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesi, sadece bir terör örgütü ile sınırlı
değildir. O terör örgütünde hisse sahibi olan herkese karşı bir mücadeledir. Bu
mücadelenin eski tarzda, bir grup teröristi kovalamak, ölü ve diri ele
geçirmekle yapılamayacağı açıktır.
ABD’nin Türkiye’ye karşı FETÖ’den sonra kullandığı en önemli kirli silahı
PKK’dır. Türkiye uysal müttefik söylemi ile ABD destekli PKK’ya karşı yeterince
etkili olamaz. Türkiye’nin de ABD’ye karşı kullanacağı kozları, silahları
vardır. O kozlarını daha etkili şekilde kullanarak istediği sonucu elde
edebilir.
İran’ın Türkiye’ye karşı PKK gibi kirli bir silahı ABD ile birlikte
kullanma çabası ise bir siyâsî intihardır. İran’da faaliyet gösteren pek çok
etnik silahlı grubun Türkiye tarafından kullanılması hâlinde, ekonomik
ambargolar nedeniyle nefesi kesilmiş olan İran’ın Türkiye’ye karşı diz çökmesi
kaçınılmazdır. Ancak her nedense Türkiye’yi yönetenler eskiden beri bu tür
silahları İran’a karşı kullanmaktan ısrarla uzak durmaktadırlar.
Çözüm Süreci’nden bugüne teröre karşı mücadelede gelinen aşama
Gara’daki katliamın Çözüm Süreci’nin bir sonucu olduğunu söyleyenler de ortaya
çıktı. Bu tür olayların Çözüm Süreci’ndeki işlere bağlanması mümkün ise de
sadece onunla sınırlandırılması gerçekçi değildir. Çünkü Çözüm Süreci
uygulaması ile Hükûmet’in eline ahlâkî bir üstünlük geçmiştir. Çözüm için
PKK’ya bir şans verdiği ama PKK’nın başka ülkelerin isteği ile bu şansı
kullanmadığı söyleminin inandırıcılık değeri artmıştır. Kürt nüfusu içinde de
belli bir kesimin bu görüşte olduğu bilinmektedir. Bu görüşün Türk ve Kürt
nüfusu içindeki etki oranının artması, PKK’ya karşı Hükûmet’in elini önemli
ölçüde güçlendirmiştir.
Ancak yine de Gara’da katledilenlere bakıldığında, hemen hepsinin o dönemin
şartları içinde 2015 ve 2016’da kaçırıldıkları görülmektedir. Bugün benzeri
eylemleri yapamayan, kimseyi kaçırıp rehin alamayan PKK’nın 2015 ile 2016’da
çok sayıda insanı kaçırıp rehin alabilmiş olması da ister istemez o günün yani
Çözüm Süreci şartlarının bir sonucudur. Bunu da teslim etmek icap eder.
İki üç yıl öncesine göre PKK, daha çok zayıflamış durumdadır. Yine de
Türkiye içinde ve dışında önemli bir nüfus yüzdesinin desteğini alması, ABD
gibi ülkelerin ona her türlü askerî desteği vermesi, onun çok daha uzun süre
yaşama ihtimâlini göstermektedir. Türkiye’nin çabaları ile bu sorunun kısa
sürede ortadan kalkmayacağı kesindir.
Türkiye’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı yürüttüğü askerî operasyonların
değeri elbette büyüktür. Eskiden Türkiye orada operasyon yaptıktan sonra geri
çekilirdi. Şimdi orada kalmaya, özellikle Kuzey Suriye bağlantısını kesecek şekilde
varlığını sürdürmeye kararlı durmaktadır. Türkiye’nin bu askerî faaliyetleri
Kuzey Irak Kürt bölgesinde devam ettikçe, Gara benzeri katliam örneklerin de
çoğalma ihtimâli vardır.
Türkiye sınırları içinde PKK’nın eylem yapma imkân ve ihtimâli giderek
azalmaktadır. Üstlendiği Irak ve Suriye’de de takip edilmesi, oralardan
Türkiye’ye karşı saldırı potansiyelini azaltmaktadır. Türkiye’ye karşı saldırı
ve eylem hazırlıklarının yapıldığı üslerin yok edilmesi, bir daha tekrarının
mümkün olamayacağı şekilde oraların denetlenmesi, mücadelenin kalıcı sonuçları
için son derece önemlidir.
PKK eylemlerine karşı kitlesel bir destek yoktur ancak PKK’nın
mazbatalılarına kitlesel desteğin devam ettiği bilinmektedir. Dolayısı ile
Türkiye’nin bu kitlesel desteği hesaba katan bir mücadelesi olmadıkça kısa
sürede sonuç alması da muhtemel değildir. Bunun bir sonucu olmalıdır ki, CHP
gibi muhalefet parti sözcüleri bile PKK katliamlarından sonra “PKK” adını
anmadan katliamı kınadıklarını açıklamaktadırlar.
Ancak Türkiye’nin bu mücadelesinde başarı şansı, teröre iç ve dış desteğin
kesilmesine bağlıdır. Son yıllarda Türkiye içinde PKK’ya katılanların azalması
yanıltıcıdır. Evet, Türkiye içinden katılanların azalması önemlidir. Ancak
yeterli değildir. Çünkü PKK ihtiyacı olan elemanları, Irak, İran ve Suriye gibi
başka ülkelerden temin imkânına sahiptir. Hangi ülkeden ne kadar eleman
devşirmiş olursa olsun, onları eğitip hazırlayacağı üslere sahip olmadıkça, o
elemanlardan askerî bir tehdit olmayacaktır. İşte bu yüzden Kuzey Irak Kürt
bölgesinde Türkiye’nin askerî operasyonları ve oralardaki denetleyici varlığı,
sonuç almak için hayatî derecede önemlidir.
HDP’nin varlığı, PKK için büyük bir propaganda ve eleman toplama imkânı
vermektedir. PKK, faaliyetlerinin önemli bir bölümünü bu parti eliyle
yapmaktadır. 1991’den beri PKK’ya böyle bir imkân verilmiştir. Parti nedeniyle
dağa gitmenin gereksiz olacağı, terörün ortadan kalkacağı gibi beklentilerin ne
kadar ham hayâl olduğu geçen süre içinde görülmüştür. Artık Türkiye, PKK’nın
elindeki bu imkânı almalıdır.
PKK’nın siyâset yoluyla temsili için özellikle Batı ülkelerinden gelen
baskıları Türkiye geri çevirmedikçe sonuç alması mümkün değildir. Nasıl ki DAEŞ’i
temsil eden veya uzantısı olan bir parti olamaz ise, seçimlere katılamaz ise,
aynı durum PKK için de fazlası ile geçerlidir.
İspanya bunun örneklerinden birisidir. İspanya’da ayrılıkçı ETA terör
örgütünün siyâsî ayağı olan BATASUNA Partisi kapatıldı ve yönetici,
milletvekili seviyesindeki bütün temsilcileri de mahkûm edildi. AİHM de İspanya’nın
bu uygulamasını haklı ve âdil buldu. Bu konuda Türkiye’nin İspanya’daki örneği
dikkate alması, sonuç almak için önemlidir.
Gara Katliamı örneğinde olduğu gibi, PKK’lı vekillerin katliamdan PKK’yı
değil, Türkiye’yi sorumlu sayan tutumları halk içinde umutsuzluk kadar, yapılan
mücadelenin haklılığı etrafında şüpheler oluşturmaktadır.