Cins(iyet) sözleşme midir?

İvedi olarak “cinsiyet hukuku” ile “cinsellik fıkhı” arasında farkı ve etkileşim noktalarını ortaya koymakta fayda var. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin “cinsiyet eşitliği” zincirinin bir halkası mı, yoksa “cinsiyetsiz toplum” arayışındaki politik bazı cephelerin içten aldığı kale mi olduğu yönündeki cevabı ortaya koymak gerekir.

MÜSLÜMAN dünya “dünya görüşü” bütünlüğünü kaybedince, modernleşme sonrası “dünyalık” değil, “ahretlik” yorumlara tâbi kaldı.

“Ahretlik” vurgusu inanç bazlı değil de bütünü yaşayamayınca, İslâm dışı dünya görüşlerinin parçaları olunca ve tabiî baş edemeyince, modernliğin ağı ile çözümü ahirete bırakmak yani “Ahirette görüş/ürüz!” frekansından yayın yapmak “rahatlatıcı” oldu.

Müslümanca düşünme üzerine denemelerin en kırılgan aksı, “cinsiyet” üzeredir. “İslâm’da kadın”, “cinsel özgürlük” ve son günlerde sosyal medya ortamında daha baskın yayılan “İstanbul Sözleşmesi” kapsamındaki “cinsiyet ve cinsellik sözleşmesi” yorumlu ve çok özelde “cinsiyetsiz toplum”a yol verildiği iddiası etrafında dolaşan “salyangozu Müslüman mahallesinde satan iktidar” salvoları/yorumları arttı.

“Modern” takılı her sürecin Müslümanlara verdiği zarar ve/veya son iki yüzyılda Müslüman coğrafyanın her alanda yaşadığı kayıplar/travmalar, bize bir gerçeği hatırlatıyor: Müslümanlar olarak arayıştayız!

“Biz hidâyeti bulduk, şimdi sıra insanlığa bunu kazandırmakta” özgüveni, “Biz modernliği bulduk, şimdi sıra dindarlığımızı modernleştirmekte!” teklifi karşısında paramparça! Peki, ya direnen ve özgün çözüm sunan kişiler ve adresler ne durumda? Onlar da “iktidar torbasında çalışan hakikat boksörleri” rolünde...

Oysa İstanbul Sözleşmesi’nde sürpriz ve yeni bir şey yok! Modernleşmenin aort damarlarından biri, “cinsiyet eşitliği” damarıdır ve modern dünya görüşünün kalbini (seküler kalp) besler. Cinsiyet eşitliği hayatın her alanında; toplumsal tüm katmanlarda ve devlet politikalarıyla, hukukun aksında “Cinsiyet gerekçeli düzenlemeye hayır!” tasavvurunun ete kemiğe bürünmüş hâlidir.

Bir başka tespitle, cinsiyet hatırlatmasının özünde “kadın” hatırlatması vardır ve erkeğin bu gerekçeye dayalı özne oluşuna esastan itiraz içeren bir modern paradigmadır “cinsiyet eşitliği” başlığı.

Müslüman coğrafya, çok ilginçtir ki, modern paradigmanın kendisine doktrin-paradigma ölçeğinde itiraz geliştirmek ve kendi özgün dünya görüşünü toplum ve devlet modeli ölçeğinde ortaya koymak yerine, tek konuya sığınmıştır: Kadın…

Nitekim İstanbul Sözleşmesi etrafındaki bütün yorumların özünde, “Bu sözleşme İslâm’ın kadın ve aile modeline saldırıyor!” ifadesinden ibarettir. Kuşkusuz bu özün bir sözü de vardır: “Eşcinsellik ve cinsel sömürü meşrulaştırılıyor!”

Müslüman coğrafyada ve Müslümanların tarihinde “eşcinselliği meşru görmek” tuzağı veya bunu bünyeye alacak sosyoloji hiç olmadı. Olmaz da… Kuşkusuz eşcinselliği sosyal psikolojiye yedirme ve özellikle psikolojik cephede mesafe almak gayretleri var ve buna karşı durulmalı.

Ancak şu “İslâm ve kadın” meselesi öyle birkaç cümleyle ve İstanbul Sözleşmesi içinde karambole getirilemeyecek ölçekte önemli bir konu!

Birkaç yazıyı buna ayırmak uygun olacaktır…

Her şeyden önce Müslümanlar olarak bizler, “cinsiyet hukuku” ile “cinsellik fıkhını” birbirine karıştırıyoruz. Modern zamanlarda bizler cinsellik fıkhını ileri sürüp modernliğin hem “cinsiyet eşitliği” paradigmasını çözümleyemiyoruz, hem de Müslüman toplumda var olması gereken “cinsiyet hukuku”na ilişkin ortaya koyduğumuz bir dil, model ve literatür geliştiremiyoruz!

Çünkü “kadın” konusunu cinsellik eşiği dışında değerlendirebilecek bir görgüyü ve görüşü henüz geliştiremedik. Veya modernliğin saldırılarına cevap vermekten buna zaman ve akıl bulamadık.

Dolayısıyla ve ivedi olarak “cinsiyet hukuku” ile “cinsellik fıkhı” arasında farkı ve etkileşim noktalarını ortaya koymakta fayda var.

İkincisi şu ki, İstanbul Sözleşmesi’nin “cinsiyet eşitliği” zincirinin bir halkası mı, yoksa “cinsiyetsiz toplum” arayışındaki politik bazı cephelerin içten aldığı kale mi olduğu yönündeki cevabı ortaya koymak gerekir.

Çünkü “cinsiyet eşitliği” ile “cinsiyetsiz toplum” aynı şey değildir ve birbirinin devamı da değildir.

Üçüncü ve son olarak, “farkındalık sözleşmesi” ile “hukuk ve toplum” bağlamındaki “toplumsal sözleşme” arasındaki incelik dikkate alındığında, İstanbul Sözleşmesi’nin “sözleşme” kısmının neye tekabül ettiğini iyi analiz etmek lâzımdır.

Devam edeceğiz… Ne de olsa sözleşmenin önünde “İstanbul” var…