Cinayetler ve eğitim

Eğitim dâhil olmak üzere demokrasi, insan hakları, özgürlükler, çağdaşlık, modernlik, refah düzeyi bakımından dünya lideri olarak gösterilen Amerika’da neden sık sık ilkokulundan üniversiteye varıncaya kadar eğitim kurumları silahlı saldırganlar tarafından basılıyor ve onlarca insan öldürülüyor? Bu konu üzerinde hiç düşünülmüş müdür?

PROBLEM cümlesi şu: “İşlenen cinâyetler ile eğitim arasında bir korelasyon (ilişki) var mıdır? Varsa bu korelasyon simetrik midir, asimetrik midir?”

Aslında bu problem cümlesinin bir tez konusu olarak çalışılmasında ve test edilmesinde bana göre büyük faydaları vardır. Peki, ben bu problem cümlesini neden kurdum?

Ben bu problem cümlesini, birkaç gün önce Ankara’da işlenen menfur bir müzisyen cinâyetinden esinlenerek ve dahi sâir zamanlarda buna benzer cinâyetlerin ve şiddet olaylarının gün geçtikçe artma trendi göstermesinden dolayı kurdum. 

Şimdi, bir makalenin sınırlılıkları içerisinde bu konuyu tartışmaya çalışacağım.

Her şeyden önce bir varsayım olarak şunu belirtmem gerekir ki, toplumun beklentisine ve eğitimden beklenen davranış örüntüsüne göre eğitimli insanların bırakınız cinâyet işlemeyi, en basit şiddet olayından dahi kaçınmaları gerekir.

Çünkü eğitim kurumlarında, öğretmen yetiştiren eğitim fakültelerinde eğitimin târifi yapılırken eğitim için, “Bireyin kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı olarak istendik yönde (eğitimin amaçları istikâmetinde) davranış değişikliği meydana getirme sürecidir” denilir.

1973 târih ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’na göre resmî açıdan eğitim amaçlarının hülâsası; vatana, millete “iyi ve faydalı insan” yetiştirmek olarak cemedilmiştir.

Ancak ya da hâl böyleyken, meseleye eğitimin çıktıları yâni mezunlar veya eğitilen bireylerin davranışları açısından bakıldığında, mezkûr konunun hiç de mâsum olmadığı ve pratik hayatta beklenen olumlu sonuçların da alınmadığı görülür. Bu meyanda eğitilmiş bireylerin işlediği cinâyetler ve ürettikleri şiddet olayları bunun en açık delillerindendir.

Nitekim bürokratların işlediği iddia edilen müzisyen cinâyeti, aynı günlerde bir hâkimin eşini öldürerek intihar etmesi, sâir zamanda bir ilâhiyat profesörünün basit bir meseleden dolayı bir taksiciyi bıçaklaması gibi hususlar, bu konularda verilebilecek örneklerden sadece bazılarıdır.

“Peki, bu neden böyle olmaktadır? Başka bir deyişle insanlar neden şiddete başvurmakta ve şiddetin en ağır boyutu olan cinâyete tevessül etmektedirler?”

Aslında böyle bir soruya cevap verebilmek göründüğü kadarıyla hiç de kolay değildir. Çünkü olay çok boyutlu ve çok yönlüdür.

Ancak insanlar, hatta uzmanlar işin kolay tarafına kaçmakta ve bunun sebebini sadece birkaç faktörle sınırlı tutmaktadırlar.

Böylesine girift, böylesine karmaşık ve komplike olan bir olayın sadece psikolojik, sosyolojik, nörolojik, dinsel ve eğitimsel boyutu yoktur. Bilâkis izâha muhtaç olan daha birçok yanı ve yönü vardır.

Her şeyden önce şunu vurgulamak gerekir ki, ontolojik olarak “insan” denilen varlık şiddete meyyâl, “şartlar oluşunca ve olgunlaşınca” da potansiyel olarak bu şiddeti uygulamaktan geri durmayan bir tabiata münhasır olarak yaratılmıştır. (Bu konuda Kur’ân’ın ilgili âyetleri ve Kâbil’in kardeşi Hâbil’i öldürmesiyle ilgili kıssaya bakılabilir.)

Yine bu tezi destekleyecek mahiyette, başta Freud olmak üzere bazı psikolog ve psikiyatrlar, insanın daha doğuştan “saldırganlık ve cinsellik” denilen iki temel güdüyle dünyaya geldiğini, küçük yaşlarda bastırılan bu güdülerin zamanı geldiğinde ileride açığa çıkacağını ve de ortam ve şartlar müsait olduğunda gerçekleştirileceğini ifâde etmektedirler.

Diğer yandan insanlık târihine bakıldığında, başlangıçtan bugüne gelinceye kadar insanoğlunun hemcinsini şu veya bu sebeple sürekli olarak katlettiği görülmektedir. Ne yazıktır ki, bugün de böyledir, yarınlarda da böyle olacaktır. Bundan kaçış ve kurtuluş mümkün değildir. Böyle olmasının en büyük delili ise vurguladığımız gibi yaşanmış ve yaşanmakta olan insanlık târihidir. Bu târihin başaktörü de bizâtihî insanoğlunun kendisidir.

Hâl böyle olunca, şiddet ve cinâyet gibi mâşeri vicdanı derinden yaralayan olay ve olgularla maalesef daha çok karşılaşacağız. Burada asıl olan nokta, bu gibi üzücü olayları en aza indirmek ve istisnâî bir duruma (keşke hiç olmasa) getirebilmektir.

İşte tam da bu noktada en hayâtî ve en stratejik konu ve kurum olarak eğitim devreye girmektedir. Eğitimden beklenen ve umulan odur ki, eğitim, eğitim kurumları vasıtasıyla insanlarda şiddet ve cinâyet gibi istenmedik davranışları en az seviyeye indirecek bir bilinç oluştursun ve bunu da gerçek mânâda başarabilsin.

O zaman soru şu: “Bugünkü eğitim sistemi ve eğitim kurumları bu görevi ne kadar başarıyla yapabilmektedirler? Bu mânâda gerçekten bir bilinç oluşturabilmekte midirler? Üstlendikleri misyon ve vizyon resmî ve göstermelik olarak sadece kâğıt üzerinde mi kalmaktadır?”

İşte bu ve buna benzer sorulara gerçek mânâda cevap veremediğimiz ve ikna edici cevaplar bulamadığımız sürece biz bu gibi müessif hâdiseleri daha çok duyar ve havanda su dövmek sûretiyle daha çok tartışırız maalesef! 

Diğer yandan “Eğitim, eğitim” diyoruz ama “Nasıl bir eğitim?” sorusuna hiç cevap aramıyor ve bu konu üzerinde fazla kafa yormuyoruz.

Örneğin, eğitim dâhil olmak üzere demokrasi, insan hakları, özgürlükler, çağdaşlık, modernlik, refah düzeyi bakımından dünya lideri olarak gösterilen Amerika’da neden sık sık ilkokulundan üniversiteye varıncaya kadar eğitim kurumları silahlı saldırganlar tarafından basılıyor ve onlarca insan öldürülüyor? Bu konu üzerinde hiç düşünülmüş müdür?

Mâmâfih, Türk Hükûmeti ve Millî Eğitim Bakanlığı da şu konuda büyük bir yanılgı içerisindedir: Eğitimin insan dışındaki girdileri ve fizikî yatırımları ne kadar çok modern ve çağdaş hâle getirilirse ve teknolojik olarak da muasır bir seviyeye çıkarılırsa, her şeyin çözüleceği ve çözüldüğü zannedilmektedir. Oysa durum hiç de böyle değildir.

Hâlbuki en kârlı yatırım, insana yapılan yatırımdır. Elbette fizikî ve teknolojik yatırımlar çok önemlidir ve dolaylı yollardan bunlar da insana yapılan yatırımlar cümlesindendir ama doğrudan değildir ve insanın insânî sıfat ve niteliklerine yapılan yatırımla bir alâkası yoktur. Üstelik Hükûmet’in çok iddialı bir şekilde ve yüksek perdeden hamâset nutuklarıyla ilân ve idealize ettiği bir gençliğin yetiştirilme düşüncesi ve isteklerine rağmen…

İşte hâl böyle olunca, o zaman çok rahatsız olduğunuz o eğitimli bireylerin ve bürokratların şiddet uygulama ve cinâyet işleme haberlerini maalesef çok daha sıklıkla duyacaksınız!

Ey yüksek katların ilgili ve yetkilileri! 

Lütfen başınızı devekuşu misâli kuma gömmeyiniz (bir darb-ı mesel ve metafor olarak)! Bu söylediklerime inanmıyor ve güvenmiyorsanız eğer, o zaman araştırma ve incelemeler yaptırınız. Oturduğunuz fildişi kulelerden (yine bir metafor olarak) bir zahmet kalkarak ortaöğretim kurumları da dâhil olmak üzere yükseköğretim kurumlarını ve üniversiteleri gezin, bakın, inceleyin ve gözlemleyin! Bakalım bu mânâda neler göreceksiniz ve nelere şahit olacaksınız.

Unutmayınız ki, sosyal etkileşim modelleriyle öğrenmeler ve davranış edinmeler vardır. Bakın bakalım, Müslüman Türk gençliği ahlâkî ve insânî vasıflar bakımından hangi savrulmaları yaşamaktadır? Gezin! Gezin ki şahit ve muttali olasınız. İşte o zaman gözleriniz faltaşı gibi açılacak ve üstlendiğiniz sorumluluğun altında ezilmekten hiçbir zaman kurtulamayacağınızı göreceksiniz!

Benden söylemesi… Şimdilik bu kadar yeterli sanırım!