Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmü neden soykırım olarak tanınmasın ki?

Çin, uluslararası özerklik standartlarına tamamen aykırı bir biçimde kendine has yönetim kurmuş vaziyettedir. Doğu Türkistanlıların geçmişteki ulusal kimliklerini hatırlatan tüm izler silinmiştir. (Bayrağı, hattâ bölge adı bile yasaklanmıştır.) Şehir, cadde, sokak adlarının hepsi Çinceye çevrilmiştir. Sadece Komünist Partisi’ne üye olanlara ayrıcalık tanınmış, işgal altındaki Doğu Türkistan’da Çin ulusal dokusunu yerleştirmek için kolonileştirmeye gidilmiştir.

21’İNCİ asırda uluslararası yasalar tarafından resmen tanınan 8 çeşit soykırım suçunun hepsi birden Doğu Türkistan’da eksiksiz ve açıkça işlenmektedir. Ümmetin yetimi Doğu Türkistan, duyarlı, vicdanlı uluslararası avukatların acilen harekete geçmesini bekliyor.

Türkiye’de tescilli Çin maşası ve siyâsî lobisi olan Doğu Perinçek ve Vatan Partisi taifesinin Çin lehine yürütmekte olduğu puslu dezenformasyon operasyonunun etkisinde kalarak bazı kardeşlerimiz, “Çin gerçekten Doğu Türkistanlılara soykırım yapıyor mu?” diye sorabilirler. Ama bu, ilkokul seviyesinde asgarî tarih bilgisine sahip herkes için, “Çinliler Doğu Türkistan’ı işgal etmiş miydi acaba?” sorusuna benzer, câhilce bir soru olacaktır. Yahut da Çin’in Doğu Türkistan işgalini inkâr etmek anlamına gelmektedir.

İşgalin olduğu yerde soykırımın olmaması ya da soykırımın olduğu yerde işgalin olmaması düşünülemez. Tarihten beri sömürgecilerin işgal ettikleri alanlarda yerlilere soykırım uygulaması âdeta gelenektir. Bu konuda kuşkulanmak ve tepkisiz kalmak, tıpkı vahşi bir soykırımcıya insan hakları koruma ödülü verilmesi gibi bir şuursuzluktur.

Malûmunuz, tarihten beri büyük medeniyetler ve devletler kuran Doğu Türkistanlılar, yakın geçmişte ardı ardına iki kez (1933 ve 1944) bağımsız ismiyle “Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti”ni kurmayı başarmışlardır. Ancak bu bağımsız cumhuriyetler, Sovyetler Birliği’nin hainliği sonucu Çinliler tarafından gerçekleştirilen askerî müdahale ve diplomatik süreçlerle devrilmiştirler. Sonuçta 1949 Ekim’inde, Çin Halk Kurtuluş Ordusu birlikleri Doğu Türkistan’ı işgal etmiş ve sözde özerklik statüsü aldatmacası ile ÇHC, Bağımsız Doğu Türkistan topraklarını ilhak ederek bu Doğu Türkistan’ı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırmıştır.

Uluslararası yasalarda soykırım suçunun siyâsî soykırım, sosyal soykırım, kültürel soykırım, ekonomik soykırım, biyolojik soykırım, fiziksel soykırım, dinsel soykırım ve ahlâkî soykırım başlıklarıyla 8 çeşidi bulunmaktadır. Nazi Almanya’sının da işlediği ve uluslararası yasalarla resmen tanınan bu 8 çeşit soykırım suçu çerçevesinde Çin’in Doğu Türkistan’da işlemekte olduğu soykırım suçlarına karşılaştırmalı olarak göz atmak önemlidir. Çünkü Çin, Doğu Türkistan’da bunların hepsini birden eksizsiz ve açıkça işlemektedir.

Uygurların kendi kültürlerini yaşamaları ve tarihlerine sahip çıkmaları, Çin yönetimi tarafından ulusal bütünlüğe karşı bir tehdit ve terörizm belirtisi olarak algılanmaktadır. 

Siyâsî soykırım

Almanlar, Batı Polonya Eupen, Lüksemburg, Moresnet birleştirilmiş bölgesinde, yerel yönetim kurumlarını lâğvedip yerine kendilerine has yönetimler kurmuşlardır. Geçmişteki ulusal karakteri hatırlatan tüm izler silinmiştir. Ticârî işâretler, binalardaki yazılar, cadde, sokak, topluluk isimlerinin hepsi Almancaya çevrilmiştir. Ulusal birliğe zarar vermek amacıyla Norveç’te ve Hollanda’da Mussert Partisi gibi Nazi Partisi organizasyonları kurulmuş ve yerel halktan olan üyelere ayrıcalıklar tanınmıştır. İşgal altındaki bölgelerde Alman ulusal dokusunu yerleştirmek için kolonileştirmeye gidilmiş ve bu uygulama özellikle Batı Polonya’da gerçekleştirilmiştir.

Getirilen Almanlar Polonyalıların evlerine yerleştirilmiş ve buralarda vergi muafiyeti gibi ayrıcalıklar kazanmışlardır. Almanların gerçekleştirdikleri bu fiiller, siyâsî soykırıma örnek olarak görülmüştür[1].

Günümüzde Doğu Türkistan hukukî zeminde bir özerk yönetim olarak görülse de Uygurlar için demokratik bir temsiliyet söz konusu değildir. Doğu Türkistan’daki tüm önemli siyâsî, idarî ve ekonomik kuruluşların yüzde 90’ından fazlası etnik olarak Çinliler tarafından yürütülmektedir. Örneğin, Bölgesel Parti Komitesi’nin iktidar organı olan Bölgesel Parti Daimî Komitesi’nin 15 üyesi bulunmaktadır. Bunlardan sadece 3’ü Uygur, 10’u Çinlilerden oluşmaktadır. [2]  

Yani Çin, uluslararası özerklik standartlarına tamamen aykırı bir biçimde kendine has yönetim kurmuş vaziyettedir. Doğu Türkistanlıların geçmişteki ulusal kimliklerini hatırlatan tüm izler silinmiştir. (Bayrağı, hattâ bölge adı bile yasaklanmıştır.) Şehir, cadde, sokak adlarının hepsi Çinceye çevrilmiştir. Sadece Komünist Partisi’ne üye olanlara ayrıcalık tanınmış, işgal altındaki Doğu Türkistan’da Çin ulusal dokusunu yerleştirmek için kolonileştirmeye gidilmiştir. Demografik yapıyı değiştirmek için cazip teşviklerle getirilen Çinli göçmenler, Doğu Türkistanlıların evlerine yerleştirilmiş ve Doğu Türkistan’da ev, iş, mâkâm mevki sahibi olmaları için ayrıcalıklar sağlanmıştır. Çinlilerin gerçekleştirdikleri bu fiiller, uluslararası hukukta neden “siyâsî soykırım” olarak tanınmasın ki?

Sosyal soykırım

Nazilerin işgali altındaki bölgelerde sosyal alandaki dokunun tahrip edilmesi, yerel hukukun ve yerel mahkemelerin yerine Alman hukuku ve mahkemelerinin geçirilmesi, hukuk dilinin ve meslek örgütü olan baroların Almanlaştırılması ile sosyal soykırım gerçekleştirmiştir[3].

Doğu Türkistan’da, “Kardeş Aile Projesi” kapsamında Çinli memurları yerel halkın hânelerine yerleştirmek ve bu süreçte yerli yemek alışkanlıklarını değiştirmek, değiştirmeyenleri rapor ederek tutuklatmak gibi entrikalarla sosyal alandaki dokunun tahrip edilmesi, aile düzeninin bozulması, Uygurların Çinlilerle zorla evlendirilmesi, yerel hukuk ve yerel mahkemeler yerine Çin hukuku ve mahkemelerinin geçirilmesi, hukuk dilinin Çinlileştirilmesi gibi durumlar uluslararası hukukta neden “sosyal soykırım” olarak kabul edilmesin ki?


Kültürel soykırım

İşgal altındaki bölgelerde Almanlar tarafından yerel halkın basın-yayın alanında yerel dili kullanması yasaklanmıştır. 1940 yılında Lüksemburg’da eğitim dili Almanca olarak değiştirilmiştir. İlkokullarda Fransız dili yasaklanıp, sadece ortaokullarda kullanılmasına izin verilmiştir. Ulusal rûhun sanat vâsıtasıyla ifadesinin önlenmesi amacıyla tüm kültürel faaliyetler sıkı bir denetime alınmıştır. Polonya’da ulusal yapıtlar tahrip edilmiş, kütüphâneler, arşivler, müzeler, sanat galerileri yakılmıştır. 1939 yılında Polonya’daki Yahudi Teoloji Kütüphânesi de yakılan eserlerden biridir. Bu fiiller kültürel soykırım olarak adlandırılmaktadır[4].

Doğu Türkistan’da ise, Çin Hükûmeti bunun katbekat fazlasını yapmaktadır. Anaokulundan üniversiteye kadar yerel halkın eğitim dili son 10 senedir tamamen Çince olarak değiştirilmiştir. Basın-yayın alanında yerel dilin kullanımı Çin Komünist Partisi’nin propagandası hâricinde yasaklanmıştır. Ulusal rûhun sanat vâsıtasıyla ifadesinin önlenmesi amacıyla tüm kültürel faaliyetler denetime alınmıştır. Mankurtlaştırılamayan sanatçılar kamplara toplanmıştır. Doğu Türkistan’da ulusal yapıtlar tahrip edilmiş, kütüphâneler, arşivler, tarihî eserler, sanat galerileri yakılmış veya girişler yasaklanmıştır. Avustralya merkezli düşünce kuruluşu ASPI’nin (Australian Strategic Policy Institute) hazırladığı rapora göre Pekin yönetimi, Doğu Türkistan’da Müslümanlarca kutsal sayılan (türbeler ve mezarlıklar gibi) önemli dinî, tarihî ve kültürel mekânların yüzde 30’unu yıkmıştır.[5]

Uygurların kendi kültürlerini yaşamaları ve tarihlerine sahip çıkmaları Çin yönetimi tarafından ulusal bütünlüğe karşı bir tehdit ve terörizm belirtisi olarak algılanmaktadır. Son dönemlerde devlet, Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi ve en batısında yer alan Kaşgar’daki tarihî eserleri ortadan kaldırmaya girişmiştir. Urumçi’deki tarihî saray, çeşme ve medreselerin bulunduğu eski mahalleler imha edilmiştir. Daha da önemlisi, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Kaşgarlı Mahmut’un eğitim gördüğü hanlık medresesi de yıkılmıştır.[6]

Okullardan Doğu Türkistanlı tarihî şahısların fotoğraflarının tamamen kaldırılması yetmemiş, daha yeni gelen haberlere göre, Urumçi’deki Uygur Tıp Hastanesi avlusuna dikilen tarihî Uygur tıp bilgini Gazi Bay’ın heykeli, Kaşgar iline bağlı Kargalık ilçesindeki Uygur Geleneksel Tıp Hastanesi avlusunda bulunan ve 19’uncu yüzyılın sonları ile 20’nci yüzyılın başlarında yaşayan ünlü Uygur şairi ve tıp bilgini Hüseyin Han Tajalli’ye ait heykel ve Kaşgar’ın Opal köyünde bulunan Dîvan-i Lügati’t-Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’un heykeli bile Çin Hükûmeti tarafından yıkılmışlardır.

Çinlilerin gerçekleştirdikleri bu insanlık dışı fiiller, uluslararası hukukta neden “kültürel soykırıma” örnek teşkil etmesin ki?

1995’te yürürlüğe giren “Bütün araziler devlete aittir ve sadece üstüne yapılan yapılar ve ekinler kişiye aittir” şeklindeki mülkiyet hukuku kanunu reformu ile çiftçilerin arazilerine el konularak bu araziler Çinli yerleşimcilere verilmiştir. 

Ekonomik soykırım

Bir ulusal grubun ekonomik varlığının görünümü olan kurumların tahribi, sadece onların gelişimine sekte vurmamakta ve daha da geriye götürmektedir. Üstelik ekmek kavgası ve hayatta kalma mücadelesi genel ve ulusal alanda düşünmeyi de engelleyebilmektedir. Özellikle Polonyalılar, Slovenler ve Yahudiler özenle hazırlanmış Nazi soykırım plânında ilk sırada yer almışlardır. Örneğin, Polonya’nın en büyük bankasına el konulmuş ve mevduat sahiplerinden sadece Alman olan ya da Alman kökenli olduğunu ispatlayanlara ödeme yapılmıştır. Bu da Almanları, ekonomik olarak Polonyalılardan daha güçlü bir hâle getirmiştir. Bu şekilde gerçekleştirilen soykırım, “ekonomik soykırım” adıyla anılmaktadır[7].

Doğu Türkistan’da ise Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarının plânlı ekonomik ayrımcılığı yüzünden göçmen Çinliler, ekonomik olarak Doğu Türkistanlılardan daha üstün konumda iken, çoğunluğu oluşturan yerlilerse oldukça fakir ve temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak durumdadırlar. Çin Hükûmeti, istihdam ve teşvikte Çinlileri kayırmakta ve fırsat eşitliğini görmezden gelmektedir. Doğu Türkistan’daki iş yerlerinin yüzde 90’ında Çinliler çalışmaktadır. Türkler arasında işsizlik oranının yüzde 50’den fazla olduğu görülmektedir. Çinlilerin Doğu Türkistan’da istedikleri yere yerleşip özel banka kredileri ile diledikleri işi kurma ayrıcalıkları ve kolaylıkları varken, Uygurların bunları yapabilmesi için alınması çok zor izinler ve aşılması zor bürokratik engeller vardır. 

Özellikle 1995’te yürürlüğe giren “Bütün araziler devlete aittir ve sadece üstüne yapılan yapılar ve ekinler kişiye aittir” şeklindeki mülkiyet hukuku kanunu reformu ile çiftçilerin arazilerine el konularak bu araziler Çinli yerleşimcilere verilmiştir. Yerel halk kendi çiftliklerinde ucuz işçi hâline getirilmiştir. Bu da Çinlileri ekonomik olarak yerli halktan daha güçlü bir hâle getirmiştir. Dahası, 2017’den bu yana Doğu Türkistanlı iş adamlarının servetleri çeşitli suçlama ve iftiralarla ellerinden alınmış, yüzde 90’dan fazlası tutuklanmış ve toplama kamplarına kapatılmıştır.

Özetlemek gerekirse, Doğu Türkistan’ın ekonomik varlığının tahribi sadece onların gelişimine sekte vurmamakta ve onları daha da geriye götürmektedir. Yoksulluk ulusal alanda düşünmeyi de engelleyebilmektedir. İşgalci güçlerin kalıcılığını garantilemektedir. Çinli işgalcilerin bu plânlı fiilleri neden uluslararası hukuk literatüründe “ekonomik soykırım” adıyla anılmasın ki?

Biyolojik soykırım

Almanlar kendileri ile soy bağı bulunmayan işgal altındaki ülkelerde nüfusun azaltılması politikasını izlemiştir. Bu politikayı gerçekleştirmek için kullanılan metotlardan en başta geleni, yerli ulusal grupların doğum oranlarını düşürmek, aynı zamanda bu ülkelerde yaşayan Almanların çoğalmalarını teşvik etmektir. Örneğin Polonya’da iki Polonyalının evlenebilmesi için bölgenin Alman yöneticisinden izin almaları gerekmekteydi. İstenmeyen grupların doğum oranlarındaki düşüş, erkeklerin kadınlardan ayrılarak herhangi bir yere zorla çalışmaya gönderilmeleri yoluyla sağlanmak istenmiştir. Bu ayrımcılık sebebiyle bir yandan doğum oranları düşerken, diğer yandan da beslenme çağında olan çocukların gelişimi sağlıksız bir hâl almıştır. Buna uluslararası hukukta “biyolojik soykırım” denilmektedir[8].

İşgalci Çin Komünist Partisi (ÇKP) Hükûmeti de işgal altındaki Doğu Türkistan’da nüfusun azalmasına yönelik sistematik politika izlemiştir. Bu politikayı gerçekleştirmek için kullanılan metotlardan en başta geleni, yerel nüfus oranını düşürmek için toplu katliam, onlarca senedir acımasızca uygulanan doğum kontrolü ve zorunlu kürtaj uygulamasıdır.

ÇKP aynı zamanda, Doğu Türkistan’da yaşayan Çinlilerin çoğalmalarını teşvik etmektedir. Uygurları Çinlileştirmek için Çinlilerle evlenmeye teşvik, hattâ zorlama yollarına başvurmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistanlıların doğum oranlarındaki düşüş, erkeklerin kadınlardan ayrılarak Çin’in iç bölgelerine zorla çalışmaya gönderilmeleri yoluyla da sağlanmaktadır. Özellikle zorunlu kürtaj uygulaması sebebiyle anneler ölümcül hastalıklara yakalanmakta ve diğer yandan doğum oranları düşerken, gizli doğurulan ve beslenme çağında olan çocukların gelişimi sağlıksız hâl almaktadır. Doğu Türkistan’daki bu durum, uluslararası hukukta neden “biyolojik soykırım” olarak tanınmasın ki?


Fiziksel soykırım

İşgal altındaki grupların fiziksel olarak zayıflatılması veya yok edilmesi, beslenmede ırksal ayrımcılık, sağlığın ve yaşamın korunması için gerekli temel ihtiyaçlardan yoksun bırakılması, halk sağlığına bilinçli şekilde zarar vermek gibi başlıklar, uluslararası hukukta “fiziksel soykırım” olarak tarif edilmektedir[9].

Doğu Türkistan’da işgalci Çin yönetimi, bundan katbekat fazlasını yapmıştır, yapmaktadır. Örneğin, işgalden hemen 5 sene sonra yürürlüğe giren ve Doğu Türkistan halkını ekonomik olarak çökertmeyi hedefleyen “Toprak Islahatı Kanunu” ve “Kamuna” dedikleri “komünizme geçiş” süreci içeresinde “feodalizme karşı mücadele” adı altında altın bilezik, küpe ve yüzük gibi kişisel eşyalardan tutun da ekinler, topraklar, hayvanlar ve besin malzemelerine kadar hepsine el konulmuştur. Zaman zaman evlerde arama yaparak, belirlenen miktardan fazla un ya da herhangi besin malzemesi saklayanlar tutuklanmış ve “feodal” yaftası ile ağır şekilde cezalandırılmıştır. Bunun netîcesinde tarım tamamen çökmüş ve Doğu Türkistan tamamen açlığa mahkûm edilmiştir.

Ekmek bulunamıyor, alışveriş yasak, para yasak, biletle dağıtılan aylık besin malzemeleri 10 gün yetmiyor. (Benim büyükannem o dönemde çocuklarını açlıktan kurtarabilmek için 150 metrekarelik yapılı evini 3 ekmeğe takas etmiştir.) 1956’da nüfusu 500 bin civarında olan Kaşgar şehrinde 50 binden fazla, Aksu ilinin Bay köyünde de 10 binden fazla Doğu Türkistanlının açlıktan öldüğünü tarihî kayıtlardan görebilirsiniz.

Şimdi ise toplama kamplarında milyonlarca Doğu Türkistanlı, çeşit çeşit biyolojik denemelerde kobay olarak kullanılmakta, her gün zorla ilâçlar için denenmekte ve düzenli olarak kendilerinden kan alınmaktadır. Yaşlılar Komünist Partisi’ni öven Çince şarkı ezberleyemedikleri için kamp içeresinde soğukta meydana bırakılıp soğuk ya da açlık içinde ölüme terk edilmektedir. Bu tür cezalar konusunda yüzlerce kamp tanığının şâhitlikleri vardır. Kamptan çıkanların çoğu aklî dengesini kaybetmiş, engelli veya aşırı zayıflamış hâldedirler. Bu kamplardan çıktıktan sonra Kazakistan’a dönmüş olmasına rağmen kampta ezberletilen “Benim zihnime virüs bulaşmıştı, teröristlerden, radikallerden etkilenmiştim; bunu düzeltmek için kendi isteğimle kampa atıldım” şeklindeki cümleleri bilinçsizce tekrar eden insanlar vardır[10].

Üstelik Doğu Türkistan’ın sistematik şekilde uluslararası organ kaçakçılığının en büyük canlı organ kaynağına dönüşmesi de uluslararası yasalardaki “fiziksel soykırım” tanımını çoktan geçmiş vaziyettedir. 

Dinsel soykırım

Nüfusun büyük oranda Katolik olduğu ve dinin ulusal hayatta, özellikle eğitim alanında etkili olduğu Lüksemburg’da Naziler, bu ulusal ve dinsel etkiyi tahrip etmeye çalışmış, 14 yaşından büyük çocuklara dinsel inancını terk etme izni vermiş ve işgalciler bu çocukları Nazi örgütlenmelerine sokmayı plânlamışlardı. Bu fiiller “Nazilerin dinsel soykırımı” olarak adlandırılmıştır[11]

Doğu Türkistan’da da bu durum misliyle yaşanmıştır, yaşanmaktadır. Yüzde 99’u Müslüman olan Doğu Türkistan Türkleri İslâm’ı terk etmeye zorlanırken, özellikle eğitim alanında 5-18 yaş arası çocuklar tamamen Marksizm ve Darwinizm ideolojileri ile eğitilerek Komünist Partisi’nin birer militanı hâline getirmek amaçlanmaktadır. Doğu Türkistan genelinde İslâmî ibâdetler, gelenekler, simgeler, örf ve âdetler yasaklanmıştır. Çinlileştirme politikası önündeki en büyük engel olarak görülen İslâm, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. İbâdethâneler yıkılmakta ve başka mecralara dönüştürülmektedir.

Avustralya merkezli düşünce kuruluşu ASPI’nin (Australian Strategic Policy Institute) uydu görüntülerini analiz ederek hazırladığı rapora göre, Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarının 2017 yılından itibaren başlattığı faaliyet kapsamında 8 bin 500 camiyi tamamıyla ortadan kaldırmış olduğu ve 2017-2018 arasında Doğu Türkistan genelinde 16 bin caminin yıkıldığı kaydedilmiştir. Sağ kalan camilerse kafe, bar ve umûmî tuvalete dönüştürülmüştür. Dönüştürülmeyen camilerin de yüzde 75'inin kapısına kilit vurulmuş, ibâdet imkânı ortadan kaldırılmıştır[12]. Uluslararası yasalar çerçevesinde neden Doğu Türkistan’da yaşanan “dinsel soykırım” neden tanınmasın ki?

Urumçi’deki tarihî saray, çeşme ve medreselerin bulunduğu eski mahalleler imha edilmiştir. Daha da önemlisi, Türk tarihinde önemli bir yere sahip olan Kaşgarlı Mahmut’un eğitim gördüğü hanlık medresesi de yıkılmıştır.

Ahlâkî soykırım

Naziler işgal ettikleri topraklarda ulusal grubun mânevî direncini zayıflatmak için, bu gruplar içinde ahlâkî çöküntüye yol açacak hareketlere girmişlerdir. Bu plâna göre, grubun aklî enerjisi içgüdülere yönlendirilmeli ve bu sûrette ahlâkî ve ulusal düşünceler saptırılmalıdır. Bu da uluslararası hukukta “ahlâkî soykırım” olarak nitelendirilmektedir [13].

İşgalci Çin Komünist Partisi (ÇKP) Hükûmeti de işgalden sonra özellikle 1980’den itibâren Doğu Türkistan’da halkın mânevî direncini zayıflatmak için plânlı şekilde içki, kumar, kerhane, kulüp ve eğlence mekânlarını çoğaltmış, özel teşvik ve propagandalara başvurmuş, hattâ Uygurları tarihten beri raksçı, şarkıcı millet olarak yutturmaya çalışmıştır.

2015’te Beyaz Kitap’ta yayınlanan “Terörizm ve Radikalizmin 40 Belirtisi” adlı genelgede, daha önce içki içen ama sonra bırakan, daha önce sigara içip sonra bırakan, daha önce ayyaş olup sonra düzelen kişilerin hepsi terörizm ve radikalizme meyilli, dolayısıyla ideolojik beyin yıkamasından geçirilmesi gereken insanlar olarak belirtilmişlerdir. Bu durum uluslararası yasalar çerçevesinde neden “ahlâkî soykırım” olarak tanınmasın ki?

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Ofisi’ndeki kadrolar senelerdir ne yapıyorlar? Bosna’daki soykırımı tanıma çalışmalarından sonra boş geçirilen onlarca seneye bir anlam katmak ve boş maaş almaya son vermek için acilen Doğu Türkistan’daki Çin soykırımına yönelmelidirler. Bunun için de yukarıda etraflıca durduğumuz sekiz çeşit soykırım suçunun hepsi birden, eksizsiz ve açıkça işlenmekte olan, ümmetin yetimi Doğu Türkistan’ın mazlum halkı, duyarlı ve vicdanlı uluslararası avukatların ve uluslararası kurum, kuruluş ve STK’ların acilen harekete geçmesini beklemektedir.


[1] bkz. Şen Töner Semin, Uluslararası Hukukta Soykırım, Etnik Temizlik ve Saldırı, 2010, Levha Yayıncılık, sh.80.

[2] (https://unpo.org/members/7872, Erişim: 20.02.2019)

[3] bkz. Şen Töner Semin, Uluslararası Hukukta Soykırım, Etnik Temizlik ve Saldırı, 2010, Levha Yayıncılık, sh.81.

[4] bkz. Şen Töner Semin, Uluslararası Hukukta Soykırım, Etnik Temizlik ve Saldırı, 2010, Levha Yayıncılık, sh.90

[5] https://tr.euronews.com/2020/09/25/aspi-raporu-dogu-turkistan-da-16-bin-cami-k-smen-tahrip-edildi-8-bin-500-cami-y-k-ld

[6] Esedullah OĞUZ, Newsweek, 21. Yüzyılın Kuveyt’inde Karmaşa, Temmuz 2009

[7] bkz. Şen Töner Semin, Uluslararası Hukukta Soykırım, Etnik Temizlik ve Saldırı, 2010, Levha Yayıncılık, sh.92)

[8] bkz. Alpyavuz, Tolgahan, Soykırım Suçu, 2009, Deniz Bilimleri ve Mühendisliği Enstitüsü, sh.51

[9] Alpyavuz, Tolgahan, Soykırım Suçu, 2009, Deniz Bilimleri ve Mühendisliği Enstitüsü, sh.52

[10] https://birikimdergisi.com/guncel/9859/dogu-turkistan-otoriter-rejimler-icin-bir-laboratuvar-mehmet-volkan-kasikci-yla-soylesi

[11] Kocaoğlu, Sinan Serhat, “Suçların Suçu Soykırım”, 2003, Ankara Barosu Dergisi, Cilt 68, Sayı 1, sh.140.

[12] https://tr.euronews.com/2020/09/25/aspi-raporu-dogu-turkistan-da-16-bin-cami-k-smen-tahrip-edildi-8-bin-500-cami-y-k-ld

[13] Kocaoğlu, Sinan Serhat, “Suçların Suçu Soykırım”, 2003, Ankara Barosu Dergisi, Cilt 68, Sayı 1, sh.141.