Ciğersizler ciğerlerimizi yaktılar!

Kendi ateşini yakana bu dünyada verilecek cezaî müeyyideler olabildiğince arttırılmalı ve bu tür kişiler affa tâbi tutulmamalıdır.

ANADOLU, Türklerin, atayurttan sonraki son otağı ve bin yıllık yurdu…

“Cennet-âsa” diye de tâbir edilen ve kadim bir medeniyetin izlerini taşıyan ebedî vatanımız…

Alp Arslan’ın, Süleyman Şah’ın, Ertuğrul Bey’in, Osman Gazi’nin, Yıldırım Bayezid’in, Yavuz Sultan Selim’in, Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Kanûnî Sultan Süleyman’ın ve daha nicesinin zafer muştularının yankılandığı turkuaz kubbe…

Satırlardan, hikâyelerden taşan güzelliği ile içinde yaşayanlara asırlık huzur; Moğol İstilâlarından, Haçlı Seferlerinden, İtilâf Devletlerinden, askerî vesâyetten, terör örgütlerinden ve şer şebekelerinden medet umanlara ise bozgun üstüne bozgun…

Bin yıllık intikam yemini etmişlerin gözü kulağı üstünde olan Cihan Devleti, bahsi geçen bâdireleri, gizli-aşikâr hileleri her seferinde bir başına bertaraf etmiş, ümidinden ödün vermeden yoluna devam etmişti.

Onlar hücûm ederken, biz de Mîsak-ı Millî’yi savunurken pes etmedik. Etmeyeceğiz de…

Ve biz biliyorduk ki, şerlerin her hain saldırısı, sonrakinin ipucuydu. Korkuya, endişeye kapılmadan, dünde kalan zafer tarrakalarının sesi gök kubbeden silinmeden hedeflerimize ilerlemeyi ilke edindik.

Hâl böyle olunca, düşmanlarımız çoğaldı, dostlarımız azaldı. Ama ümidimiz ve inancımız da aynı oranda arttı.

İşgallerden, darbelerden, ihtilâllerden, kışkırtmalardan, mezhep çatışmalarından, kaoslardan, öğrenci hareketlerinden, ekonomik buhranlardan medet umanlar, şeytanî plânlarını gerçekleştirmek için “Her yol mubah” diyerek insanî vazîfelerinden ıraklaştılar…

Üç kıtada altı asır süren adâlet ve huzurdan rahatsız olanlar, mazlumların ve masumların hâmisi Türkleri sıkıştırdıkları 783 bin kilometrekarelik son toprak parçasında rahat bırakmak istemiyor ve akıl almaz yöntemlere başvuruyorlar.

Binlerce cana kıydılar, doymadılar. Yapılan hizmetleri baltaladılar, yakıp yıktılar, yine yetinmediler. Şimdi de, şanlı tarihe tanıklık eden topraklarımızı bozkır olmaktan kurtaran, ülkemizin genel alan toplamının yüzde 30’una teşekkül eden ve sarıçam, kayın, karaçam, sedir, kızılçam, göknar, ladin, fıstıkçamı, ardıç, porsuk, servi, meşe, gürgen, kızılağaç, akçaağaç, dişbudak, kestane, çınar, huş, ıhlamur, sığla ve de kavak olmak üzere 22 ayrı ağaç türüne beşiklik eden ormanlarımızı yakarak yok etmeye yeltendiler!

Evet, hafta sonu o bilindik “Ciğerlerimiz yandı” repliğiyle haberdar olduk Hatay, Trabzon ve Kahramanmaraş’ta meydana gelen orman yangınlarından…

Yanan ciğerlerimiz değildi. Bizi gurbet elden sılaya ulaştıran dört tekerli araçların, demiryolundan ilerleyen sıralı vagonların, 9 bin fitten uçan demir kanatlıların camından bakarken ferahlatan ve gülümseten tabiî güzelliklerimiz yandı! İçinde koşup oynayanların hatıraları, sincapların, kuşların, kaplumbağaların, karıncaların, hattâ yılanların yuvaları da…

Dağlar bir süre kekik kokmayacak, keklikler avcılara av olmayacak, kartallar yalnız bırakacak, ayılar, kurtlar, çakallar ve tilkiler av peşinde koşamayacak. Tavşanlar zıplayamayacak, köstebekler, sıçanlar toprağı eşeleyemeyecek, bülbüllerin de sesi duyulmayacak…

Eli çakmağa, kibrite gidenler için “Ateşin Çocukları” yakıştırması yapıldı… Kendi gemisini delenler misâliydi şâhit olduklarımız; içinde bulundukları, nefes alıp verdikleri atmosferi ateşe vererek dumana, zifte ve küle çevirmek istediler. İsteyenler, belki de Moğol soyundan gelmeliydiler…

Acımız büyüktü ve onu dindirecek gözyaşı kâfi değildi. Üç tarafı sularla çevrili ülkede göğe yükselen alevler, İbrâhim’i ateşe atan Nemrut’un çocuklarınındı aslında. Ama bilmiyorlardı, ateş yakmayacaktı İbrâhimleri. Tıpkı kuyunun Yûsufları yutmadığı gibi… 

Bu yangılar ne ilkti, ne de son olacaklar. Gerek ilgili bakanlık ve yerel yönetimler ile gönüllü kuruluşlar, üzerlerine düşeni fazlasıyla yapacak ve tez vakitte ağaçlandırmalar tamamlanacaktı, ama giden, candı!

Peki, ya bundan sonrası?

Evet, bundan sonra yapılacaklar, önce yapılanlara ek olarak ele alınmalı, ağacı da neslimiz gibi görmeye devam etmeli, Peygamber Efendimizin (sav) “Kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı dikiniz” hadîs-i şerîfini hatırdan çıkarmamalı, ilkokuldan üniversiteye kadar ağaç dikmenin ve onu korumanın önemine atıfta bulunacak dersler konulmalı, etkinlikler yapılmalı.

Unutulmamalıdır ki, burası dünyamız için cennet... Cennetin olduğu yerde cehennemin de varlığından rahatlıkla söz edebiliriz. Tıpkı İbrâhim’in olduğu yerde ateş, ateşin olduğu yerde ise su, balık ve gülün olduğu gibi…

O hâlde kendi ateşini yakana bu dünyada verilecek cezaî müeyyideler olabildiğince arttırılmalı ve bu tür kişiler affa tâbi tutulmamalıdır.