Ciğerlerimizi niçin ateşe verdiler?

Türkiye’nin Karabağ Zaferi’nin ardından “Kıbrıs Türk Devleti” tanınacak ve Irak ile Suriye’nin kuzeyindeki gayr-i resmî terör devleti yerle yeksan olacaktı. Bunu istemeyen ABD, Rusya, İngiltere, Yunanistan, Fransa ve içerideki çipsiz Gezi zekâlılar, tam anlamıyla “darbe” peşindeler…

TÜRKİYE Cumhuriyeti devlet erkânının Kıbrıs’a çıkarma yapması, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in Tunus Meclisi’nin tüm yetkilerini dondurması, art arda yangınların yaşanması ve PKK çöplüklerinin TSK tarafından vurulması bir haftalık sürede oldu.

Kıbrıs çıkarması, Tunus, yangın ve göçmen olayları tamamen bir elin işaretiyle başlatılıyor, kuklaları da oynuyor.

Kıbrıs’ta büyük müjde ile başlayan söylem, iki bağımsız devlet olması noktasında perçinleşti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’ta “Kıbrıs Türk Devleti” ismiyle yeni bir devletin tanınması noktasındaki atılımı, çabuk kabul görecek bir duruma benzemiyor. Bir defa Putin, Kıbrıs’ta tek devletten yana. Putin, Rusya’nın üç yüz yıllık sıcak denizlere inme hayâlini gerçekleştirmişken Kıbrıs Türk Devleti’nin tanınmaması noktasında elinden gelen bütün takozları kullanacaktır. Bu durum hem ABD, hem Avrupa, hem de Yunanistan’ın işine gelecektir. Bu arada İngilizler de arka plânda gemilerini yürütecektir.

Kıbrıs Türk Devleti tanınma noktasına gelemedi. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde resmî olmayan bir durumda terör devleti kuran ABD ve buna ses çıkarmayan Avrupa ile Putin, Kıbrıs konusunda şiddetli bir direnç gösteriyor. Direnç gösterenlerin en başında ise İngiltere yer alıyor.

Türkiye, Kıbrıs Türk Devleti’ni dünyaya resmî olarak tanıtmada muvaffak olduğu gün farklı bir raya geçmiş olacaktır. Bu kadar önemli bir olay karşısında tabiî ki dışarıda ve içeride düşmanlar boş durmayacaklardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî heyetiyle Kıbrıs’a ayak basmasının hemen ardından Tunus’ta “darbe girişimi” yaşandı. Hemen ardından Türkiye’mizin en güzel ormanları ateşe verildi. Suriye ve Afganistan göçmenlerini kapımıza dayadılar.

Tunus olayları büyürse, Libya ve Cezayir’de benzer durumlar yaşanır ve Türkiye’nin Libya çıkarması sekteye uğrardı. Bu süreç devam ederken Tunus halkı darbeye direnerek “15 Temmuz’da Türk halkı darbeye direndi ve kazandı, biz de direnirsek kazanırız” noktasına geldi. Tam bu aşamadan hemen sonra orman yangınları baş gösterdi. İki gün içinde yüz yerde aynı anda ciğerlerimizi ateşe verdiler.   

Çünkü millet galeyana gelecek, kaos olacak, halk Devlet’i yetersiz görecek ve Gezi, 17/25 Aralık ve de 15 Temmuz’da başarılamayan olayın bir şekilde kaos çıkarılarak gerçekleşmesi sağlanacaktı. Olmadı. Patolojik bir hâlde milleti küçümseyen, millete tepeden bakan, tipi bizden olsa da çipi bizden olmayan azınlık, çoğunluğu yönetmek istiyor.

1990’lı yıllarda bazı gazete başlıkları, köşe yazıları ve kitap sayfaları karıştırılırsa terörün yangını bir savaş silahı olarak kullanmak istediği görülür. Bunu o zamanlar destekleyenin İsrail olduğu da görülebilir. Zira Kayseri civarındaki yangın mevki, İsrailli turistlerin (!) uğrak yeridir.

Ülkeyi ateşe verince istediklerini elde edemeyenler, bu kez de bu olaylar üzerinden toplumun sosyal dokusuyla oynamaya başladılar.

Bu yangın ve sosyal yapıyla oynama olayını sanırım bazı gazeteci görünümlü yabancılardan para alan çipsizler, devleti düşürmek için çalışanlar biliyormuş. Attıkları her adım, yangını söndürmek yerine başka sosyal yangınlar çıkarmaya yönelik. Türk-Kürt, Alevî-Sünnî ve lâik-antilâik çatışması hortlatmaya çalışmak tam da bunun göstergesidir!

Ciğerlerimizi yakanların teröristler olduğu açıktır. Elbette uygun zamanı ve şartları iyi gözlemiş olmalılar.

Türkiye’nin Karabağ Zaferi’nin ardından “Kıbrıs Türk Devleti” tanınacak ve Irak ile Suriye’nin kuzeyindeki gayr-i resmî terör devleti yerle yeksan olacaktı. Bunu istemeyen ABD, Rusya, İngiltere, Yunanistan, Fransa ve içerideki çipsiz Gezi zekâlılar, tam anlamıyla “darbe” peşindeler.

İçerideki patolojik vakaların anlamadığı, anlayamadıkları ya da anlamak istemedikleri ise, Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti ve İslâm ile savaşıyor olmasıdır. Türkiye’nin bir şekilde kabuğuna çekilmesi, bölgesinde belirleyici olmaması, Sevr ve 15 Temmuz’la çizilmek istenen haritanın yeniden masaya konulması, Batı’nın hedefinden hiç gitmedi.

Böyle bir zamanda birlikte tek yumruk olup vatan, millet, devlet ve bayrak gibi değerlere kenetlenerek ciğerlerimize su serpilecek yerde, sosyal yapı üzerinden iç savaş, kaos ve kargaşa çıkarmak isteyenlere izin verilmemelidir. İstanbul’dan kalkıp Bodrum’da yangının sıcaklığında “Yakarım, Roma’yı da yakarım” söyleyerek oyalanmak, etiket meselesidir.

Türkler devletsiz kalmaz ve devletsiz yaşamazlar! Ancak olay olduktan sonra çözüm üretmekten, ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız ve beceriksiz bazı kişilere yetki vermekten acilen kurtulmak gerekiyor. Zira doyum noktası, metal yorgunluğundan daha tehlikelidir. Tam bu aşamada PKK çöplüklerinin vurulması takdire şayandır. 

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” ve “Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın!”…