TÜRKİYE Cumhuriyeti devlet
erkânının Kıbrıs’a çıkarma yapması, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in Tunus Meclisi’nin
tüm yetkilerini dondurması, art arda yangınların yaşanması ve PKK çöplüklerinin
TSK tarafından vurulması bir haftalık sürede oldu.
Kıbrıs
çıkarması, Tunus, yangın ve göçmen olayları tamamen bir elin işaretiyle
başlatılıyor, kuklaları da oynuyor.
Kıbrıs’ta
büyük müjde ile başlayan söylem, iki bağımsız devlet olması noktasında
perçinleşti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’ta “Kıbrıs Türk Devleti” ismiyle
yeni bir devletin tanınması noktasındaki atılımı, çabuk kabul görecek bir
duruma benzemiyor. Bir defa Putin, Kıbrıs’ta tek devletten yana. Putin,
Rusya’nın üç yüz yıllık sıcak denizlere inme hayâlini gerçekleştirmişken Kıbrıs
Türk Devleti’nin tanınmaması noktasında elinden gelen bütün takozları kullanacaktır.
Bu durum hem ABD, hem Avrupa, hem de Yunanistan’ın işine gelecektir. Bu arada İngilizler
de arka plânda gemilerini yürütecektir.
Kıbrıs
Türk Devleti tanınma noktasına gelemedi. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde resmî
olmayan bir durumda terör devleti kuran ABD ve buna ses çıkarmayan Avrupa ile
Putin, Kıbrıs konusunda şiddetli bir direnç gösteriyor. Direnç gösterenlerin en
başında ise İngiltere yer alıyor.
Türkiye,
Kıbrıs Türk Devleti’ni dünyaya resmî olarak tanıtmada muvaffak olduğu gün
farklı bir raya geçmiş olacaktır. Bu kadar önemli bir olay karşısında tabiî ki dışarıda
ve içeride düşmanlar boş durmayacaklardır.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin resmî heyetiyle Kıbrıs’a ayak basmasının hemen ardından
Tunus’ta “darbe girişimi” yaşandı. Hemen ardından Türkiye’mizin en güzel
ormanları ateşe verildi. Suriye ve Afganistan göçmenlerini kapımıza dayadılar.
Tunus
olayları büyürse, Libya ve Cezayir’de benzer durumlar yaşanır ve Türkiye’nin
Libya çıkarması sekteye uğrardı. Bu süreç devam ederken Tunus halkı darbeye
direnerek “15 Temmuz’da Türk halkı darbeye direndi ve kazandı, biz de
direnirsek kazanırız” noktasına geldi. Tam bu aşamadan hemen sonra orman
yangınları baş gösterdi. İki gün içinde yüz yerde aynı anda ciğerlerimizi ateşe
verdiler.
Çünkü
millet galeyana gelecek, kaos olacak, halk Devlet’i yetersiz görecek ve Gezi,
17/25 Aralık ve de 15 Temmuz’da başarılamayan olayın bir şekilde kaos
çıkarılarak gerçekleşmesi sağlanacaktı. Olmadı. Patolojik bir hâlde milleti
küçümseyen, millete tepeden bakan, tipi bizden olsa da çipi bizden olmayan
azınlık, çoğunluğu yönetmek istiyor.
1990’lı
yıllarda bazı gazete başlıkları, köşe yazıları ve kitap sayfaları karıştırılırsa
terörün yangını bir savaş silahı olarak kullanmak istediği görülür. Bunu o
zamanlar destekleyenin İsrail olduğu da görülebilir. Zira Kayseri civarındaki
yangın mevki, İsrailli turistlerin (!) uğrak yeridir.
Ülkeyi
ateşe verince istediklerini elde edemeyenler, bu kez de bu olaylar üzerinden
toplumun sosyal dokusuyla oynamaya başladılar.
Bu
yangın ve sosyal yapıyla oynama olayını sanırım bazı gazeteci görünümlü
yabancılardan para alan çipsizler, devleti düşürmek için çalışanlar biliyormuş.
Attıkları her adım, yangını söndürmek yerine başka sosyal yangınlar çıkarmaya
yönelik. Türk-Kürt, Alevî-Sünnî ve lâik-antilâik çatışması hortlatmaya çalışmak
tam da bunun göstergesidir!
Ciğerlerimizi
yakanların teröristler olduğu açıktır. Elbette uygun zamanı ve şartları iyi gözlemiş
olmalılar.
Türkiye’nin
Karabağ Zaferi’nin ardından “Kıbrıs Türk Devleti” tanınacak ve Irak ile Suriye’nin
kuzeyindeki gayr-i resmî terör devleti yerle yeksan olacaktı. Bunu istemeyen
ABD, Rusya, İngiltere, Yunanistan, Fransa ve içerideki çipsiz Gezi zekâlılar,
tam anlamıyla “darbe” peşindeler.
İçerideki
patolojik vakaların anlamadığı, anlayamadıkları ya da anlamak istemedikleri ise,
Batı’nın Türkiye Cumhuriyeti ve İslâm ile savaşıyor olmasıdır. Türkiye’nin bir
şekilde kabuğuna çekilmesi, bölgesinde belirleyici olmaması, Sevr ve 15
Temmuz’la çizilmek istenen haritanın yeniden masaya konulması, Batı’nın
hedefinden hiç gitmedi.
Böyle
bir zamanda birlikte tek yumruk olup vatan, millet, devlet ve bayrak gibi
değerlere kenetlenerek ciğerlerimize su serpilecek yerde, sosyal yapı üzerinden
iç savaş, kaos ve kargaşa çıkarmak isteyenlere izin verilmemelidir.
İstanbul’dan kalkıp Bodrum’da yangının sıcaklığında “Yakarım, Roma’yı da
yakarım” söyleyerek oyalanmak, etiket meselesidir.
Türkler
devletsiz kalmaz ve devletsiz yaşamazlar! Ancak olay olduktan sonra çözüm
üretmekten, ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız ve beceriksiz bazı kişilere yetki
vermekten acilen kurtulmak gerekiyor. Zira doyum noktası, metal yorgunluğundan
daha tehlikelidir. Tam bu aşamada PKK çöplüklerinin vurulması takdire şayandır.
“Korkma,
sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” ve “Siper et gövdeni, dursun bu
hayâsızca akın!”…