YAZININ başlığına
bakınca, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurdurulan en eski partisinin kabuk
değiştirdiği, olağanüstü bir hamleye (!) hazırlandığı, uzaydan aldığı işaretle yeni
bir dünya görüşüne kapı araladığı zannedilebilir.
Yaklaşık
yüz yıllık bir mazisi olan, kargadan başka kuş tanımayan bu fırka-i halk
kalabalığının mayasındaki iksirin formülü ve işin aslı şudur: Vesayet rejiminin
şartlarından bilistifade kısa dönem iktidarları hariç tutarsak, hiç iktidar
olmayı hak ve hayâl etmeyen CHP’nin Türkiye’deki görevi, “ana muhalefet”
payesini uhdesinde bulundurmak, halkçılık masalının aksine halka tepeden bakan,
mirasyedi, Jakoben evlâtlarının hak etmediği Cumhuriyet’in millî mirasını
tapulamak…
Bir
diğer mahareti ise, mevcut iktidarlara her konuda bariyer olmak, gayr-ı kanunî
yollarla şeytanî hedefine varmak için her yolun mubah olduğunu kabul eden bir
fikir yapısına sahip olmak... Anlaşılır bir ifade ile söylersek, CHP türü bir
muhalefet partisinin dünyada eşi menendi yoktur!
Süslü
püslü ve sloganik ifadelerine bakınca heyecanlandıran(!), ana muhalefetin
amblemindeki altı okun neyi ifade ettiğini meraklılarına bırakalım. Öyle ya, rahmetli
Nasrüddin’in darb-ı meselinde ifade edildiği gibi “Gençliğinde de bir şey
değildin” hesabıdır…
***
ABD’de
yapılan son başkanlık seçimlerinin birinci kazananı Demokratlar, Türkiye’deki
ortakları ise Bremen mızıkacıları oldu(!). Bizdekilerin Biden sevdası ise, adeta
bir tükenmişliğin ve celladına âşık olanların ruh hâlini yansıtıyor. Siyâset
sosyologlarının dediği zorlama ABD ve NATO görüşleri,
CHP’yi, CHP-HDP işbirliğinin aşılamaz çelişkilerini zihnen ve zımnen çözeceği
varsayımına götürüyor. Bu zihniyet ve siyâset CHP’yi, Millî Mücadele sırasında
işgalcilerle mandacı ilişkiler geliştirerek kurtuluşun mümkün olduğunu düşünen
aktörlere dönüştürüyor. Bu tavrın CHP’yi giderek ontolojik bir krize sokması
kaçınılmazdır. En son Türk Devleti’nin -bihakkın Gara’daki şehitlerimizin
ruhaniyetini baş tâcı bilerek- tarihî müdahalesinin akabinde yeni altı oklu
“ana muhalefetin” PKKHDP ile ortak dil kullanması, adı geçen hizbin birinci
okunun “PKKHDP ile beraber Türkiye’yi Lübnanlaştıralım” şeklindeki yolun işaret
taşlarını döşemektir.
Hizb-i KK’nin okundaki ikinci umde ise, Bidenizme körü körüne biat
etmektir. Bu bizim yakıştırmamız mı, yoksa acaba aleni şekilde KK’nin dostları
ile olan ahdi midir?
Soğuk Savaş’ın bitmesi ve ABD ile Batı blokunun yeni Orta Doğu
vizyonu/öngörüsü, Türkiye’nin millî menfaatimizdeki/medeniyet tasavvurumuzdaki
mavera ve egemenlik haklarıyla bağdaşmıyor. Sömürge krallığı, müstevlilerin
imparatorluklarının en bilineni ABD, İsrail ve onlarla beraber hareket eden Batılı
ülkelerin Orta Doğu’da Irak ve Suriye başta olmak üzere birçok ülkenin
sınırlarını yeniden çizmek, emperyalistlerin icat ettikleri ve “Kürdistan” diye
ifade ettikleri bölge başta olmak üzere yeni etnik/mezhebî siyâsî yapılar inşâ
etmek ve de bölgeyi Lübnanlaştırarak merkezî millî/ulus-devletleri dağıtarak içeriden
yönetilmesi mümkün olmayan bağımlı siyâsî yapılar ortaya çıkarma istekleri
artık aşikâr.
Bu projeye otoriter veya demokratik, güçlü, millî/ulus-devletleri
kendisine tehdit olarak gören Körfez monarşileri ve bu parçalanmayla muhtemel
rakiplerini bertaraf ederek bu ülkelerdeki Şii/Alevî nüfus üzerinde hakîmiyet
kurarak jeopolitik imkânlar elde edeceğini düşünen İran da tam anlamıyla karşı
çıkmıyor. Çünkü İslâm dünyasının kalbine bıçak gibi saplanmaya çalışılan Şia hilâlinin
mucidi Bay Obama ve şimdiki mirasçısı Bay Biden’dir. Anlaşılan CHP’de
anti-Amerikancı kalmamış ve sosyalizm şarkıları çalan monşerler hâllerinden
memnunlar.
Yukarıda izah edilen projenin, evveliyatı yüz yıla dayanan bir
Sykes-Picot versiyonudur. Başrol oyunculuğu AB’den ABD’ye devredilmiştir. Türkiye’deki
ortakları muhalif kliklerden oluşan Bremen mızıkacıları gibidir.
Yaşadığımız zaman diliminde KK’nin şahsında muhalefetin neden koro
hâlinde ABD’nin bu projesine karşı çıkan ve direnen Devlet Başkanımızın şahs-ı manevîlerinde
sembolleşen düşmanlığının anlaşılması için kâhin olmaya gerek yoktur. Bu anlattıklarımız
nedenlerden ötürü Türkiye bu ülkelerin gizli ve açık hedefi hâline geldi. Tabiî
ki Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, devlet aklının tarihî ve kadim mirasının
sırrını çözdü, aldığı manevî terbiye, o tehlikeyi zaten biliyordu. Gücünün
farkında ve o andan itibaren bu projeye karşı direnecek bir hazırlığa yöneldi.
Vesayet sisteminin, darbelerin ve Batılı ülkelerin istihbarat faaliyetlerinin
zarar verdiği siyâset ve bürokrasi, yaşadığı tahribata rağmen, yaklaşan
tehlikeyi fark ederek tedbirler almaya yöneldi.
Güvenlik sektörünün seçilmiş demokratik iktidar tarafından
yönetilmediği ve farklı darbeci grupların varlığı, bu tedbirlerin bütünlüklü
bir şekilde gelişmesine mani olsa da -ki biz bunu Gezi kalkışmasında, 17-25
Aralık Yargı-Emniyet darbesinde gördük- bütün namüsait şartlara rağmen yine de
siyâset ve bürokrasi bu mücadelede yalnız değildi. Türkiye bu projeyi fark ettiği
için tehlikeyi görenler, ellerinden gelenleri yapmaya başladılar.
***
Buna karşılık, Soğuk Savaş dönemi ve vesayet sisteminin şartları
içinde düşünen bir kısım siyâsetçi ve bürokrat, bu yeni senaryoya karşı çıkmak
yerine desteklediler. Hatta karşı çıkanlara karşı maalesef ölümüne bir mücadele
vererek Türkiye’deki iç cepheyi bölmeye çalıştılar. Nitekim bugün bazı yazarlar
tarafından “muhafazakâr muhalefet” diye tabir edilen Gül’ün, Karamollaoğlu’nun
ve tekebbür abidesi Davutoğlu’nun KK ile beraber olması, altı okun başka bir
umdesinin işaretidir.
Milliyetçilik kavramına lâikos solun şerbetiyle sabah kahvaltısı
çayı içiren bir hanım başkanla Yeşilçam aktörlerine taş çıkartan bir demokrat
delikanlının ortaklığı ise altı okun bir diğer umdesi. Bu mücadele hâlâ devam
ediyor.
Biraz hafızalarımızı tazeleyelim… Bütün bu olayların Irak ve
Suriye’nin parçalanmasına karşı çıkması ve buna karşı mücadele edeceğinin
anlaşılmasıyla Türkiye’yi içine kapatmak amacına matuf olduğu açıktır. Devlet
aklını temsilen Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan, bu projeye karşı açıkça
mücadele ederken, FETÖ ve PKK’nın terör ve darbe teşebbüsleri dışındaki siyâsî
direnç ve komplolarıyla da karşılaştı. Bunları hatırlarsak, bugün Sayın
Cumhurbaşkanımız Erdoğan karşısındaki ittifakın dış politika mantığını da
anlayabiliriz.
Her şeyden evvel, yukarıda saydığımız terör ve darbe teşebbüsleri
karşısında CHP’nin nerede durduğunu hatırlamalıyız. CHP, bütün bu sürece rağmen
meşru şekilde seçilmiş Devlet Başkanı Erdoğan’ın karşısında durdu. Ancak CHP’den
önce Abdullah Gül’ün olayların başlangıcından itibaren gösterdiği ikircikli
durumu ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında mevzilendiğini hatırlayalım.
Gül açıkça, Türkiye’nin hiçbir şekilde ABD/Batı ve Orta Doğu projesinin
karşısında olmaması gerektiğini ihsas etti.
Karnından konuşmayı maharet belleyen Abdullah Gül’den sonra eski Başbakan
Ahmet Davutoğlu hizbi de ABD-İsrail ve Batılı koalisyonun Suriye ve Irak’ın
parçalanacağı, yeni Skyes-Picot bölüşümünde Türkiye’nin Batı’nın yanında
durarak ve HDP’ye taviz vererek en az zararla kurtulacağını, Batı’ya direnmenin
mümkün olmadığını ve bunun için de Batı’ya direnmeyi tercih eden Sayın
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, usul dairesinde AK Parti’den uzaklaştırılarak Cumhurbaşkanlığı
veya Yüce Divan’da etkisizleştirilmesini denedi. Hani şu meşhur Rus uçağının
düşürülmesindeki kahramanlığını (!) anlatırken o kibirli hâlini hiç unutamıyorum.
CHP’nin altı okunun neyi ifade ettiğini bilen varsa beri gelsin!
***
Aklıselimin,
ehl-i imanın şiar edindiği hakikat şudur: Hazreti Muhammed’in (sas) sahabesi Enes
bin Malik (ra) anlatıyor ki, Rasûlullah Efendimiz’e bir adam geldi ve “Ya
Rasûlallah! Kıyamet ne zamandır?” dedi. Efendimiz (sav), “Kıyamet için ne
hazırladın?” diye sorunca, o da, “Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini” cevabını
verdi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz,
“Öyleyse sen, sevdiğinle beraber olacaksın” buyurdular.
Hazreti Rasûl, bize rehberdir. Düşmanın ne hazırladığından
ziyade, bizim ne yaptığımız önemlidir. Düşman ittifakı,
HDP/PKK/Öcalan ise başlangıçtan itibaren ABD, İsrail, Batı koalisyonu, Körfez
ülkeleri, İran ve içeride de FETÖ ve Batıcıların baskı yahut darbesiyle içeri
ve dışarıda her şeyi alacaklarının hesabını yaptılar.
Bu her şey, Türkiye’de demokratik özerklik, HDP’nin koalisyon
ortağı olması, Öcalan’ın tahliyesi ve önce Suriye’deki sözde PYD devletinin ve
sonra da Suriye, Irak, Türkiye ve İran’daki dört yapılı konfederasyonun başına
gelmesiydi. Bütün bu projeler, “Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
İnkâr edenler seni tutup bağlamaları, öldürmeleri ya da sürmeleri için
sana tuzak kuruyorlardı.
Onlar tuzak kurarlarken
Allah da tuzak kuruyordu.
Allah tuzak kuranların en
iyisidir” İlâhî fermanının bendesi olan Sayın Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
yürüttüğü büyük mücadeleyle başarısız oldu.
Ancak bu projelerin başarısız aktörleri, ABD’de Biden’in başkan
seçilmesiyle kazandıkları motivasyon ve hırsla yeniden denemek istiyorlar. İlk
hedefleri, şu veya bu şekilde seçilmiş Devlet Başkanı Sayın Erdoğan’ı devirmek.
Bundan sonraki fasılda ittifakın içindeki her aktör, ilişkide olduğu yabancı
devletler, devlet içinde kendileriyle işbirliği yapacaklarını düşündükleri
aktörler, büyük sermaye ve medya desteğiyle ittifakın yönetimini ele geçireceğini
var sayıyor. Türkiye’de siyâsette ne olacağına ABD’nin karar verdiğini düşünen
bu siyâsî elitin böyle düşünmesi gerçekçi değil ama başka türlüsünü
bilmedikleri için onların siyâset dünyasındaki gerçeklik bu. O yüzden kapalı
kapılar ardında ABD ile en yakın ilişkiyi kendisinin geliştirdiğini düşünen her
aktörün gönlünde bir aslan yatıyor.
Bunu gayet iyi bilen ABD ise, her aktörün gönlünü çelecek bir elma
şekeri vaat ediyor. İktidarı seçmenin değil, ABD’nin verdiğini düşünen bu
aktörler de en Amerikancının kendileri olduğunu gösterme yarışı içindeler. Bu
coşkulu yarış, ABD’nin karar verme sürecini etkileyecek hatalı bilgi havuzunu
şimdiden garanti ediyor. Ayıdan post, ABD’den dost olmaz.
Allah’ın emrine râm ve Rasûlullah’ı (sas) lider seçenlere korku
yoktur. Bizim görevimiz Hakk’ın rızası ile seferde olmaktır. Rabbim, zaferi hak
edene nasip eder.
Vesselâm…