
TARAFSIZLIK nedir? Herkes bir taraf değil midir aslında? Kimi
kendinden taraf, kimi devletinden. Kimi dininden taraf, kimi şeytandan. Kimi
anayasadan, kimi kendi kurallarından. Kimi haktan, kimi yalandan…
Anayasa’da geçen “tarafsızlık” kavramını anlayabilmek
için “taraf olma” kavramını çok basit bir cümle ile tarif etmek gerekir belki
de. Meselâ, kendi tarafında olanları doğrusuna yanlışına bakmadan savunmak,
kanunları kendi menfaati doğrultusunda yorumlamak, vatandaşı “Bizden” ya da
“Sizden” diye kategorize etmek olarak düşünürsek, yanlış bir tarif yapmış
olmayız herhâlde. Ve bu tarif, devlet yönetiminde hak sahibi olan seçilmiş ya
da atanmış her mâkâm için “taraf olmayı” suç hâline getirir; kanunen ya da
ahlâken…
Güncel tartışmamız, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin
halkoyu ile seçilmiş ilk Cumhurbaşkanını, “Sözde Cumhurbaşkanı” ifadesiyle
itibarsızlaştırma çabası.
Kılıçdaroğlu, bir küçümseme değil de reddetme sıfatı
olarak kullanıyor bu kelimeyi. Hâlbuki bu yaptığıyla, bîhaber oldukları hâlde
ağızlarından düşürmedikleri “demokrasi” kavramının içini boşaltıyor da farkında
bile değil.
Demokrasilerde ilk kural, iktidarların halkın özgür
iradesiyle seçilmesi değil miydi? Öyle ise Erdoğan’ın, halkın yüzde 52’sinin
oyunu alıp en yakın rakibine 22 puan fark atarak kazandığı hükûmet etme
yetkisini tanımamak, hangi demokratik kural ya da teamülle açıklanabilir ki? Bu
olsa olsa anarşizmin, terörizmin ya da darbeciliğin kitabında yazan bir çıkış
yoludur!
CHP Genel Başkanı, “Sözde Cumhurbaşkanı” diyerek
Erdoğan’ın mâkâmını reddettiğini söylüyor aslında. Bu ifadeyi, “öylesine” değil
de bilinçli ve plânlı olarak kullandığını da sonraki açıklamalarından anlamış
olduk. Fitilini ateşlediği dinamitin patlamasından büyük bir zevk aldığını,
ifadesini savunmak için sıraladığı maddelerden anlamak çok mümkün. Hâlbuki
yakın zamanda da tekrarladığı gibi, kavga siyasetinden uzak durmayı düşünüyor
olsaydı ya böyle bir hâdsizliğe kalkışmaz ya da tartışmayı uzatmayarak anlık
bir refleksle ağzından kaçtığını düşünmemize imkân tanıyabilirdi. Tam aksine,
hem kendisi, hem de partilileri bu anlamsız sıfatı sahiplenip Türkiye’nin
gündemini siyâsî ahlâktan yoksun bir kelimeyle meşgul etmeyi seçti.
Demokrasi nâralarıyla oturup kalkan, her seçim
yenilgisinden kısa bir süre sonra halkın oyunu değiştirebilme rüyasıyla erken
seçim talebini dillendiren, yerel seçim başarılarını da gene halkın oyları ile
kazanan birinin, halkın seçtiği Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini anlamsız
gerekçelere bağlamaya çalışması, hakkı da değildir, hâddi de!
Bu yaptığı doğru olsa, kendi partilerinin belediye
başkanları da dâhil olmak üzere tüm seçilmişler için meşruiyet tartışmasını tabiî
hâle getirir ki asla kabul edilemez.
Tarafsızlık konusu apayrı bir konu. Cumhuriyet’in ilk
cumhurbaşkanı, devletin programının CHP programı olduğunu kürsüden söylediğinde
tarafsız mıydı sizce? Ya sonra gelenler? Siyâsetin dışından geldikleri için
tarafsızlığına en çok inanmanız gereken asker cumhurbaşkanları, darbe
demokrasisi kavramlarını bize yuttururken ne kadar tarafsız kalabilmişlerdi?
Özal’ın, Demirel’in siyâseti Çankaya’dan yönettiği
dönemler mi, Sezer’in CHP’nin kuklası olarak oturduğu dönem mi gördük tarafsız
cumhurbaşkanını? Bugün CHP’nin bile aday listesinde görebildiğimiz Gül, belki
de muhalefet tarafından en tarafsız cumhurbaşkanı olarak seçilebilir ama o da o
mâkâmdaki ömrünü tamamladığını anladıktan sonraki muhalefeti sebebiyle tarafsız
değildir.
Tarafsızlık ilkesi, Meclis marifetiyle seçilen ve
aslında sadece onay mâkâmı olarak çalışmış cumhurbaşkanlarında bile hayat
bulmadı bugüne kadar. Hep siyâsî bir tercih bildirirmiş gibi anladık taraf
olmayı ve “Ben herkesin cumhurbaşkanıyım” diyeni siyâseten de tarafsız
zannettik.
Gelelim günümüze…
Bazıları hâlâ anlamamakta, kabul etmemekte dirense de
sistem değişti. Cumhurbaşkanı, bir partinin de genel başkanı yani bir siyâsetçi
olarak hükûmet ediyor. O hâlde siyâseten tarafsız olmasını beklemek abesle iştigal
olur. Siyâseten tarafsızlık siyâsetin doğasına uymayacağı gibi, hükûmetin kendi
siyasetiyle, devleti yönetme talebiyle de örtüşmez. Artık cumhurbaşkanı, göreve
başlarken ettiği yemindeki tarafsızlık kavramından siyâseten mesul değildir.
Bu sistemi beğenmeyenin yapması gereken, Anayasa’yı
değiştirecek çoğunlukla Meclis’e girebilmektir. Değişinceye kadar kabul etmek
ve uymak zorundasınız! Bireysel olarak “Alışamadım”, “Tanımıyorum”, “Benim
cumhurbaşkanım değil” diyebilirsiniz ama kurumsal olarak bunu söylediğinizde
kimse susmaz karşınızda.
AK Parti ve Erdoğan açısından yeni bir durum söz
konusu son dönemde. Eskiden, gündemi suni meselelerle değiştirip gerçek
gündemden halkı uzak tutmaya çalışmakla suçlanan AK Parti, bir süredir CHP’nin
oluşturduğu, hattâ değiştirdiği gündemlerin rüzgârında siyâset yapmaya başladı.
Biz, pandemi döneminde dahi yatırım ve projeleri hayata geçirmeye devam
ettiğimizi, millî ve yerli savunma sanayii ürünleri geliştirip haberleşme
uydumuzu uzaya yolcu ettiğimizi, başlamış tüm yatırımları teker teker bitirerek
virüsle alay ettiğimizi anlatacağımıza, kalkmış, CHP ve zihniyetinin attığı
çamurlarla uğraşıyoruz.
Bu, CHP içindeki taciz iddiaları, çevrimiçi çıplaklık
skandalı, belediyelerindeki yolsuzlukların konuşulmaması için önümüze konulan
bir tuzak. Ve bizler de aynı rüzgârla bu tuzağa düşüp her gün, her hafta
muhalefetin yaptıklarını yazıp çiziyoruz.
Artık Başkan Erdoğan’ın, memleketin gerçek gündemini belirleyip bizi de, siyâseti de o kanala yönlendirmesini, savunma siyâsetinden çıkıp kalkınma ve taarruzu seçmesi daha hayırlı olacak gibi geliyor bana. Çünkü bu memlekete yapılan ve yapılacak çok hizmet var daha.