
GEÇEN haftaki yazımızda Demokrat
Parti’nin hangi sosyal ve siyâsî ortamda kurulduğunu anlatmıştık. Bu haftaki
yazımızda da Cumhuriyet Halk Partisi’nin demokrasiden ne anladığını ve ülkenin
demokrasiye hangi baskı şartlarında geçtiğinden bahsedeceğiz.
CHP’nin sahte demokrasi peşrevleri
Gerek Millî Şef’in, gerekse ülkede artık
kemikleşmiş bir yapı arz eden Şeflik bürokrasisinin çok partili hayata alışması
uzun zaman sürmüş, bu alışma safahatında ülke halkı ve rakip siyâsiler ağır
bedel ödemişlerdir. Devlet, DP’nin kurulmasının ardından rakip partiye ve
partililere karşı âdeta bir suç makinesine dönüşmüş, ülkede bir “kamçılı demokrasi” düzeni hâkim olmuştur.
Şüphesiz bu zulmün ortaya çıkmasında, başta Millî
Şef olmak üzere CHP üst seviye bürokrasisinin izlediği tutumun önemli hissesi
vardır. Onlar söyledikleri sözlerle, izledikleri tavırlarla halka karşı
uygulanan bu şiddet politikalarının tetikleyicisi olmuşlardır. Nitekim DP’nin
kurulmasının hemen ardından, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılacak şekilde bir
baskın seçim ilân edilmiş, DP, çiçeği burnunda bir siyâsî teşekkül olarak bu
seçime katılmak zorunda kalmıştır.
Buna rağmen CHP’liler ancak hileyle seçimi
kazanabilmişlerdi. Hattâ “Seçim sırasında Millî Şef İnönü, yurt gezilerine
çıkarak Demokrat Parti aleyhinde propaganda yapmış ve valilere, ‘İlinize DP’yi
sokmayın’ talimatı vermişti” (Ağaoğlu Samet,1993:441).
Devrin Genelkurmay Başkanı Salih Omurtak, “Ben
kanun filan dinlemem. Beni buraya İnönü getirdi. Kendisine sadâkat borcum var”
diyerek (Ağaoğlu Samet,1993:242) DP’lilere karşı yürütülen imha politikasına
destek vermekteydi. Genelkurmay Başkanı bütün eleştirilere rağmen Millî Şef’e
sonsuz bağlılığını içeren yılbaşı mesajları yayınlıyordu.
Yapılan 1946 seçimlerinin ardından CHP’nin
kazandığını gören valiler, “Oh, çok şükür, seçimi biz kazandık!” (Ulay,
1990:32) şeklinde açıklamalar yaparak DP’nin karşısındaki güç blokunda nasıl
yer aldıklarını alenen tescil ettirmişlerdi. O kadar ki, DP’nin ilk bir yıllık
siyâsî faaliyeti, Halk Partisi karşısında bir siyâsî mücadele yapmaktan çok,
“Eli sopalı devlet güçleri karşısında varlık-yokluk mücadelesi vermekle
geçmişti” (Toker, 1970:135).
Eli sopalı ve kamçılı CHP bürokrasisi, savunmasız
ve çâresiz halka karşı kesif bir yıldırma harekâtı sürdürürken, her seviyede DP
yöneticisine karşı da savaş açmıştı. Zaten o sıralarda Cumhuriyet Halk Partililerin
Demokrat Parti’ye verdikleri bir sıfat vardı: “Yalınayaklar Partisi” (Oğuz, 2004:279)…
Konumu itibarıyla CHP’lilerin saldırılarına en çok
hedef olan, Demokrat Parti Başkanı Celâl Bayar’dı. Bayar, çeşitli yurt
gezilerinde bazen devletin güvenlik güçlerinin, bazen de CHP’li militanların
açık ve tehlikeli saldırılarıyla karşılaşmıştı. Nitekim Trakya gezisi sırasında
“Babaeski ilçesinde üzerine rakı şişesi atılmış” (Bozdağ, 1991:226), “İzmir
mitingi sırasında polis kuvvetleri havaya ve halkın ayaklarına doğru ateş
açmıştı” (Bozdağ, 1991:153).
Bayar’ın Edremit’e girmesini istemeyen Halk
Partililer, kasabaya girecek tek köprünün üzerine büyük bir Türk bayrağı
sererek ziyarete engel olmuşlardı. “Bayar, ilçeye giriş yapılacak köprü kapatıldığından
Edremit’e alınmamıştı” (Birand, 1999:37).
“Lüleburgaz’dan
geçerken Halk Partililerin kendini bilmez partizanları, bizi yaralaması için
bol miktarda gazoz şişelerini başlarımıza fırlattılar. Akıllarınca Celâl
Bayar’ı korkutacak, Edirne seyahatinden vazgeçireceklerdi.” (Sarol, 2014:76)
Bu saldırıların yanı sıra Bayar’a karşı bir de
soğuk savaş taktikleri uygulanıyordu. “Yurt gezisi yapacak Bayar’a trende
koltuk verilmiyor” (Arzık, 1966:45), kamuoyuna ise “Bayar’ın ülkenin gizli bir
yerinde milis güçleri beslediği” (Bozdağ, 1991:222) haberleri sızdırılıyordu.
Demokrat Parti’nin diğer önemli ismi ve kurucusu
Adnan Menderes de saldırı ve yıpratmalardan nasibini kendi ölçeğinde alıyordu. “Adnan
Menderes, İstanbul Polis Müdürlüğünce takip ediliyor” (Ağaoğlu Samet,1993:217),
İzmir’de yaptığı bir konuşmadan dolayı hakkında kanunî işlem başlatılıyordu.
İktidarın hedefi, partinin bu önemli kurmayının dokunulmazlığını kaldırtarak
onu cezaevine göndermekti.
Parti müfettişi Samet Ağaoğlu da Menderes’in İzmir
konuşmasından dolayı suçlananlar kapsamına alınanlardandı. Samet Ağaoğlu,
Menderes’in İzmir konuşmasını Kuvvet Gazetesi’nde yayınladığı için savcılık
tarafından hakkında işlem başlatılmıştı. “Samet Ağaoğlu, Fuat Arna başta
olmak üzere birkaç parti mensubuyla birlikte 3 gün cezaevinde kalmıştı”
(Ağaoğlu Samet, 1993:424). Bir başka zaman da Ankara’daki evinden bir gece
yarısı polislerce alınarak, “Meclis’i basmak” ithamıyla sorgulanmıştı (Ağaoğlu
Samet, 1993:413).
CHP’nin kırbaçlı basın hürriyeti
Demokrat Parti’nin çeşitli vilâyetlerdeki
idarecileri de aynı terör politikalarıyla karşı karşıya kalıyorlardı. Trabzon
İl Başkanı, bir mitingde yaptığı konuşmadan dolayı; Erzurum İl Başkanı ise
gizli cemiyet kurma (!) teşebbüsünden dolayı yargılanarak hapse atılmışlardı.
Şeflik rejiminin kırbacı DP’li politikacılar
tarafından ülkedeki çok partili hayata destek veren basın yayın organları
üzerinde de ağır bir baskı oluşturmaktaydı. “İzmir’de Adnan Menderes’in yaptığı
konuşmayı yayınlayan gazeteciler elleri kelepçelenerek hapsediliyor” (Toker, 1970:277),
konuşmayı yayınlayan Tasvir, Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri süresiz
kapatılıyordu” (Toker, 1970:179).
Atom Gazetesi sahibi İhsan Yurtoğlu, hükûmet
aleyhinde yazdığı bir yazıdan dolayı dokuz ay ceza alıyor, “Mustafa Kemal’in
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hikmet Bayur, yazdığı bir yazıdan dolayı
kovuşturmaya tâbi tutuluyordu” (Ağaoğlu Samet, 1993:228).
Ülkeyi idare edenler hakkında söylenmiş her türlü
söz, “Meclis’in mânevî şahsiyetini tahkir” kapsamına sokuluyor, basın ve gazete
sahipleri ceza üzerine ceza alıyorlardı. “Karı koca Serteller, Tan gazetesi
yazarı Cami Baykurt ve matbaacıları Halil Lütfi, yaklaşık bir yıla varan mahkûmiyetlere
çarptırılmışlardı” (Toker, 1970:151).Vatan, Yeni Türkiye, Tasvir, Yeni Mersin gazeteleri
de hükûmete karşı saldırgan tenkitlerde bulunmak suçundan mahkemeye verilmişti.
“16 Ocak 1946 günü sendikaların tamamı, altı gazete ve dergi, süresiz
kapatılmıştı” (Karpat, 1996:153).
Saffet Ulusoy, o günlerde basına karşı uygulanan baskıyı şöyle anlatır: “Tam istibdat devri uygulamaları ile karşı karşıyaydık. Haber alma özgürlüğü bile kısıtlanır durumdaydı. Demokrat Parti’nin çıkardığı gazetelerin satılması ve dağıtılması yasaktı. Biz, gençliğin verdiği heyecanla -üstelik araba yolundan giderken yakalanmayalım diye yaya olarak- o gazeteleri Çaykara'nın köylerine götürüp dağıtırdık.” (Ulusoy, 2005:180)
“Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hikmet Bayur, yazdığı bir yazıdan dolayı kovuşturmaya tâbi tutuluyordu”. Ülkeyi idare edenler hakkında söylenmiş her türlü söz, “Meclis’in mânevî şahsiyetini tahkir” kapsamına sokuluyor, basın ve gazete sahipleri ceza üzerine ceza alıyorlardı.
CHP’nin kırbaçları
Pek tabiî ki bir suç ve zulüm makinesi olarak
çalışan Şeflik bürokrasisinin kırbacı en çok savunmasız halk kitlelerinin
sırtında şaklıyordu. Bütün idare mekanizması, polisi, jandarması, hattâ muhtar
ve korucusu ile Demokrat Parti’yi baskı altına almış, eziyorlardı. “Halk,
CHP iktidarının bu ceberut tutumundan bıkmış, usanmış, sabırla intikam alacağı günü
beklemeye başlamıştı” (Ahmad, 1999:135).
Dönemin
şâhitlerinden biri olan Mükerrem Sarol, o günleri şöyle anlatıyor: “O
tarihlerde Nazilli’de zehir gibi acımasız, sert yaradılışlı bir emniyet âmiri
vardı. O günkü polis, Vazife ve Salahiyet Kanununa dayanarak dehşet yaratmak
için gelişigüzel partili arkadaşlarımızı sudan sebeplerle içeriye alıyor,
günlerce süren korku ve acılara sebep oluyordu.” (Sarol, 2014:30)
Her gün ülkenin bir değişik yöresinden CHP’nin
emrindeki bürokrasinin ve güvenlik güçlerinin halka yönelik yaptığı bir zulmün
haberi geliyordu. Saadettin Bilgiç o günleri şöyle anlatıyor: “Yalvaç-Şarkikaraağaç
Sıtma Savaş Tabipliğine tayinim çıkınca, CHP’lilerde bir telâş ve endişe
başladı. İki ilçe ve beldenin köylerine yaptığım geziler, halkla içli dışlı
olmam, kendilerini rahatsız ediyordu. Kim bana selâm verse belediyeye çağrılıyor,
baskı görüyordu. Bir huzursuzluk vardı. Halk, esnaf, tüccar bana selâm veremez
hâle getiriliyordu. Bana gözdağı vermek için hazırlık yapıyorlardı. Bu davranışlarla
ilçede DP’nin kuruluşunu önleyeceklerini sanıyorlardı. Hâkim Ahmet Hamdi
Sancar, CHP ilçe başkanı gibi hareket ediyor, Demokrat Partilileri topyekûn
komünistlikle suçluyordu.” (Bilgiç, 1998:25-26)
Bursa’da Vali Haşim İşcan’ın emriyle Karacabey
köylüleri köy meydanında toplanıp dövülüyor, “Demokrat Eşekler” denilerek
sırtlarına biniliyor” (Bozdağ, 1991:33) ve “DP’nin ilçe ve bucaklardaki kapı
levhaları sökülüp toplanıyor, postalarına el konuluyor, DP’liler vatan
hainliğiyle suçlanıyordu” (Bozdağ, 1991:23).
“Demokrat Parti Eskişehir İl Başkanı, vali
tarafından partiden çekilmesi için sıkıştırılıyor, Uşak’ta halka alenen baskı
yapılıyordu” (Ağaoğlu Samet, 1993:50). “Nevşehir’de partililer elleri
sopalı militan CHP’liler tarafından linç edilme teşebbüsünü ise ucuz
atlatıyorlardı” (Ağaoğlu Samet, 1993:409).
Dönemin bir başka şâhidi Saffet Ulusoy, o günlerde
yaşadıklarını şöyle anlatıyor: Menderes, Türk siyâset sahnesinde önemli bir yer
edinmeye başlamış, bu arada ben de DP’li olmuştum. DP’nin Trabzon İl Başkanı
Kemal Atal’ın konuşmasını dinlemek üzere Erzurum’a gitmiştik. Kemal Atal henüz
konuşmasının başında, ‘Ey İsmet İnönü, bir kişiye bir kilo mısır veriyorsun! Bir
kilo mısırı insan tavuğa vermeye utanır. Ne hakla bu milletten rey istiyorsun?’
deyince, polis, Atal’ı apar topar kürsüden indirip gözaltına aldı. Böylece
Başkan’la gittiğimiz Erzurum’dan başkansız dönmüştük.” (Ulusoy, 2005:178)
Zorbalık o günlerde CHP’nin elindeki tek silahtı.
Kaymakamlar DP’li köylülere meydan sopaları çekerken, bu yaptıklarını “asayiş
ve tanzim adına yaptıklarını” (Ağaoğlu Samet, 1993:68) açıklıyorlardı.
“Çubuk Kaymakamı, yanında Jandarma komutanıyla
köyleri dolaşarak DP’lileri yüzünü kana bulayacak kadar öldüresiye dövdürüyor,
ölümle tehdit ediyordu” (Karakuş, 1977:122). Halkı böyle öldüresiye dövdüren
“Çubuk Kaymakamı Turgut Göle, cezalandırılmak yerine ödüllendirilerek ABD’ye
gönderiliyordu” (Ağaoğlu Samet, 1993:408).
Nazilli
ve Çine kaymakamlarının korkunç oyunları seçimlerin üzerinde çok meşum rol oynamıştı.
Çine Kaymakamının vatandaşlara eziyet ettiği, Demokrat Parti ocaklarını zor
kullanarak dayak tehdidiyle kapattırdığı, çeşitli türde baskılar yaparak
Çine’de seçimi Halk Partisi’ne büyük çoğunlukla kazandırdığı da kayıtlarda
yerini almıştı. Bazı bölgelerde Halk Partisi’nin aldığı oylar seçmen adedinden
fazla çıkmıştı. Sandık kurullarında istedikleri gibi oyunlar oynuyor,
sandıkları kazançlarına göre düzenliyorlardı (Sarol, 2014:42).
Sarol,
Çine Kaymakamı ile görüşmesini şöyle anlatıyor: “Baskıları, tehditleri Çine Kaymakamına
anlatmak üzere mâkâmına gittiğimiz zaman kaymakam bizi çok laubali bir edâ ile
karşıladı. Bana hitaben, ‘Canım Doktor Bey, ne üzülüyorsunuz, biz inkılâplara
bağlı genç idare âmirleriyiz. Partimize bağlıyız. Başka türlü hareket edemeyiz.
Bu cahil halkı kandırmanız için meydanı size mi bırakalım? Stalin Amcanızla,
Mareşal Amcanız nasıl olsa el ele verecekler, bugün olmasa bile ileride
seçimleri siz de kazanırsınız” diye çirkin bir gülüşle hepimizi şaşırtan,
seviyesiz bir imada bulunmuştu. (Sarol, 2014:48-49)
Kaynaklar
Ağaoğlu Samet, (1993), Siyasî Günlük, İstanbul:
İletişim Yay.
Ahmad Feroz, (1999), Modern Türkiye’nin
Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yay.
Arzık Nimet, (1984), Anılar 2, İstanbul: Kaynak Yay.
Bilgiç Saadettin, (1998), Hatıralar, İstanbul:
Boğaziçi Yay.
Birand M. Ali, (1999), Demirkırat, İstanbul:
Doğan Kitap
Bozdağ
İsmet, (1991), Demirkırat Aldatmacası, İstanbul: Emre Yay.
Karakuş Emin, (1977), İşte Ankara, İstanbul:
Hürriyet Yay.
Karpat Kemal, (1996), Türk Demokrasi Tarihi,
İstanbul:Afa Yay.
Oğuz Orhan, (2004), Cumhuriyete Yaşıt
Bir Hayat, İstanbul: Doğan Kitap
Sarol Mükerrem, (2014), Bilinmeyen
Menderes, Cilt:1, İstanbul: İnkılap Yayınevi
Toker Metin, (1970), Tek Partiden Çok
Partiye, İstanbul: Milliyet Yay.
Ulay Sıtkı, (1990), Giderayak,
İstanbul: Milliyet Yay.
Ulusoy Saffet, (2005), Aklımda Kalanlar, İstanbul: ?