
BU yazımızda,
bundan 79 yıl önce, 11 Kasım
1942 tarihinde CHP iktidarı tarafından azınlıklara yönelik olarak yürürlüğe
alınan Varlık Vergisi Kanunu’nun çıkartılması konusunu sizlerle
paylaşacağız.
Varlık
Vergisi Kanunu
Varlık
Vergisi, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de uygulanan bir servet vergisidir.
1942 yılında uygulamaya konulan bu verginin gâyesi, harp zamanındaki karaborsa
ve spekülasyon kazançlarını bir defaya mahsus olmak üzere vergilemekti. Ancak verginin
matrahı ve nispetinin kanunla tespit edilmemiş olması, idarenin keyfî takdirine
yol açmış ve vergi mükelleflerinin arasında adaletsiz bir yük dağılımı meydana
getirmiştir.
Varlık
Vergisi’nde mükellefiyetin parayla ödenmemesi hâlinde bedenî olarak îfâsı söz
konusuydu. Karaborsa spekülasyon kazançlarıyla hiç ilgisi olmayan halktan
vergisini ödeyemeyenler, Anadolu’da yol inşaatlarında ve taş ocaklarında
çalıştırılmışlardır. Ne var ki, bu vergi gâyesine ulaşamamış ve beklenen
hâsılatı sağlayamamıştır. Özellikle gayr-i Müslim ticaret erbâbını hedefleyen “Varlık
Vergisi Kanunu” yürürlüğü bir buçuk yıl sürmüştür. Ödeme yapmayanlar çalışma
kamplarına gönderilmişlerdir. Bu durum, CHP’nin büyük bir siyâsî hatâsı olarak tarihe
geçmiştir.
Sembolik bazı icraatlar, o rejimin karakterini
ortaya koyan önemli ipuçlarıdır. Rejimin dünya görüşünü ve hayat felsefesini
anlamanın yolu, bu sembolik icraatlarını tespit etmekle mümkündür.
Millî Şeflik rejiminin karakter özelliklerini ve
genetik şifrelerini ortaya koyan belli başlı bazı sembolik icraatlar vardı.
Bunlardan biri de Varlık Vergisi uygulamasıydı.
Şeflik rejiminin, devrin güçlü devleti Nazi Almanya’sının
tesirinde giriştiği bu uygulama, Türkiye’yi bir anda dünyanın gündemine
getirmiş ve sabıkalı ülkeler konumuna sokmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın
başlamasıyla birlikte azınlıklara duyulan resmî güvensizlik hâd safhaya
çıkmıştı. Eski aile kayıtları araştırılıyor, kimin Yahudi menşeli olduğu
bulunmaya çalışılıyordu.
Bazı yorumculara göre Varlık Vergisi, Millî Şeflik rejiminin dış politika sahasında sürdürdüğü “denge oyunu”ndan doğmuş bir uygulamaydı. Yabancı araştırmacılara göre ise bu uygulama, Şeflik devrinin ırkçı icraatlarının bir parçasıydı. Hugh Paulton’göre, “1941 yılında Hitler Almanya’sı ile yapılan anlaşmanın da bu kanunun çıkmasında önemli hissesi vardı”. (Paulton, 1999:138)
Findley’in analizini şu şekilde
taşıyabiliriz:
“Varlık Vergisi Kanunu hiçbir ölçü tanımıyordu. Belli ki,
Nazi usûllerini taklit yoluyla azınlıkları ezmek, siyâsî düşmanlara meydan
okumak ve siyâsî dostları korumak maksadıyla meydana getirilmişti. Gizli
çalışan bir komisyonun bir adama biçtiği vergi borcu bütün varlığının beş on
misli fazla bile olsa, buna karşı hiçbir itiraz ve şikâyet kapısı yoktu. Adam,
bütün malını yok bahasına derhâl paraya çevirmek sûretiyle ödeyebildiği kadar
ödüyor, üst tarafını borçlu kalıyor ve borçlu bir adam sıfatıyla Erzurum’da
Aşkale’ye gönderilen kafilelerin listesine adı geçiyordu.
(…)
1942’de Başbakan Refik Saydam, Yahudilerin devlet haber
ajanslarından, otel ve lokantalardan çıkarılmasını talep etti. Basın, ülkedeki
gayr-i Müslimleri olumsuz bir şekilde resmetme konusunda serbest bırakıldı.
Hâlbuki bu küçük azınlıkların artık ülke siyasetinde hiçbir rolleri kalmamıştı.” (Findley, 2015:266)
1942 yılının Kasım ayında kabul edilen Varlık
Vergisi Kanunu, esas olarak tüccarlardan, istisnâî olarak da çiftçi ve
esnaflardan bir defaya mahsus olmak üzere alınacak bir servet vergisi
niteliğindeydi. Verginin miktarı, husûsî olarak kurulan komisyonlarca tespit
edilmişti. Mükelleflerin tespit edilen miktara itiraz hakları yoktu ve
vergilerini bir ay içinde ödemeyenler önce kamplara alınmış, daha sonra çalışma
yükümlülüğüne tâbi tutulmak üzere Aşkale’ye sevk edilmişlerdi. Bu ağır
şartlarda tahsil edilen verginin yarıdan fazlası azınlıklar tarafından ödendi.
Prof. Dr. Murat Belge’nin bir tespiti şöyledir: “İkinci
Dünya Savaşı yıllarında, 1942’de, Saracoğlu başbakanken çıkan Varlık Vergisi Yasası,
savaş koşullarının masraflarını bahane olarak kullanıyor, ama azınlıkları hedef
alıyor, bu yolla onlardan alınacak mal-mülk üstüne oturacak bir ‘millî burjuvazi’
yaratmayı kolluyordu. 1915 gibi bu operasyon için de bir ‘savaş dönemi’
seçilmişti.”
(Belge, 2011:616)
Prof. Dr. Şükrü Karatepe’ye göre bu vergi, “azınlıkları hedef alan haksız bir uygulama
olarak tarihe geçti”. (Karatepe, 1993:81)
Bütün ülke halkını kapsayan ve “devlet terörü”
niteliğindeki bu topyekûn angarya, vergi ve yükümlülükler hiç kimsenin ilgisini
çekmez ve ilgilendirmezken, hâdisenin mağdur taraflarından biri “azınlıklar”
olunca, uygulamayı duymayan da kalmamıştı.
Varlık
Vergisi rezâleti
Varlık Vergisi Kanunu, Şeflik rejiminin
bürokratları tarafından bir cinnet aracı olarak kullanıldı. Bir gecede büyük
bir gizlilik içinde daktiloya çekilen listeler eşliğinde tahsilat başlatıldı.
On beş gün içinde, o zamanın parasıyla yarım milyara yakın para toplanması
gerekiyordu.
Bu arada bazı sadistçe davranışlar da oluyordu. Bir
maliyeci, kendi bölgesindeki altın ve mücevherat satıcısı kuyumcuların tümüne
haciz koydurmuştu. Dönemin Maliye
Müfettişlerinden Cahit Kayra, bu olayı hatıralarında şöyle anlatır: “Dükkânının ondüle kepenklerini yağlayan bir
garibana, ‘yağ tüccarı’ olarak büyük vergiler yüklenmişti. Vergiyi
ödeyemeyenler Aşkale’ye gönderilmişti.” (Kayra, 1995:107)
İş adamı Saffet Ulusoy da yaşananları yakından
gözleyen şahıslardan biridir: “İkinci
Dünya Savaşı yıllarında Hazîne’ye kaynak oluşturmak için uygulanan Varlık
Vergisi, büyük tepki çekmişti. Vergisini ödemeyenlerin Kop dağında yol
yapımında çalıştırıldığını hatırlıyorum.” (Ulusoy, 2005:178)
1943 yılının Ocak ayının en soğuk ve dondurucu günleri, Varlık Vergisi borcunu ödeyemeyen mükelleflerin Aşkale’ye gönderildiği günler olarak tarihe geçti. O kadar ki, “Aşkale’ye gönderilenlerin fecî vaziyetleri Türkiye’yi aşarak dünyayı hayretler içerisinde bırakmıştı”. (Akandere, 1998:202)
İş adamı İshak Alaton’un babası, Varlık Vergisi
zulmünün en sembolik mağdurlarından biridir. Alaton, ailece yaşadıkları kötü
günleri hatıralarında şöyle anlatır:
“Varlık Vergisi
işlerinin asıl sorumlusu İsmet Paşa’ydı. Çok kızgınım ona; bunu İsmet İnönü’ye
de söylemişimdir. Nazizmi ve dışlama politikasını savaş sonrası da devam
ettirdi.
Babamdan istedikleri
16 bin liralık vergi ihbarnamesini Eminönü, 64 bin liralığı ise Hoca Paşa Vergi
Dairesi yolluyor. Sanki ‘Fırsat bu fırsat, bitirelim şu Yahudi’yi!’ demişler. ‘Bir
yanlış var, düzeltilir’ beklentisiyle evrakları alıp vilâyete gidiyor babam.
Heyete soruyor: ‘İki ayrı tebligat aldım, hangisi geçerli?’ Cevap çok net: ‘İkisini
de ödeyeceksin.’
(…)
Sonunda eve haciz
geldi. Mutfaktakilerden sonra yatak odalarına geçildi. Mobilyalardan geriye bir
iki yatak döşek bıraktılar. Giyeceklerimiz yerlere atıldı. Yemek yiyecek ne bir
masa, ne de ısınacak soba kaldı. Isınacak sobayı bile sattılar. Kış ortasında
seni böyle bırakıyor devlet.” (Alaton, 2012:33-37)
Alaton Ailesine yaptıklarını yeterli bulmayan
Şeflik rejiminin bürokratları, son olarak Baba Alaton’u Aşkale’ye kampa
gönderirler: “İstikamet, Aşkale Taş Kırma
Kampı… Babamın vergi borcunu bu şekilde ödeyebilmesi için yani 64 bin lira için
yaklaşık 115 yıl taş kırması lâzım…” (Alaton, 2012:40)
Neresinden bakılırsa bakılsın, Varlık Vergisi, bir
ırkçı cinnet uygulaması olarak tarihe geçti. Yetmiş yaşında felçli bir Yahudi
ile 65 yaşında özürlü bir Yahudi’nin sürgüne gönderilmesi, cinnetin boyutlarını
gösteren mânidar bir uygulamaydı. Dönemin CHP’li bakanlarından Hilmi Uran, bu
vakıayı hatıralarında şöyle itiraf eder: “Vergi,
Büyük Millet Meclisi’nden çıkan bir kanunla tahsil edilmiş ve kanunun tatbikî
şekli de o vakit hepimizin gözü önünde cereyan etmiş olduğu için, eser
tamamıyla Halk Partisi’nindir.” (Uran, 2007:316)
Kanunun varlığı kadar, yürürlük ve uygulanış tarzı da
yerli ve yabancı birçok insanın adalet duygusunu derinden yaralamıştı. Prof.
Dr. Osman Akandere’ye göre, “kanunun
uygulanış tarzı ne hak, ne hukuk, ne de sosyal adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak
derecede keyfî ve totaliter bir yaklaşımdı”. (Akandere, 1998:205)
Bernard Lewis ise şöyle bir ayrıntıyı nakleder: “Kanunun mimarlarından İstanbul Defterdarı
Faik Ökte, İktisat Fakültesi’ndeki hocası tarafından aranarak, ‘Oğlum, siz
toptan deli mi oldunuz?’ ifadesiyle suçlanmıştı.” (Lewis, 2000:171)
Dikkat
çeken muafiyet!
Konuyla ilgili inceleme yapan araştırmacılar,
kanunun uygulanışında ırkçı karakterin ağır bastığı yönünde ittifak ederler. Trajikomik
olan şuydu ki, Şeflik rejimine ideologluk yapan azınlık mensubu iki kişi Tekin
Alp (Moiz Kohen) ve Karabet Devletliyan, Varlık Vergisi Kanunu uygulamasından muaf tutulmuşlardı.
Orhan Oğuz, bu durumu şöyle anlatmaktadır: “Varlık Vergisi’ne tâbi olması gerekenler korundu.
Gerekmeyenlere, hattâ bazen hınç duyulan, aradaki münasebetlerin olumsuz olduğu
kimselere vergi yüklendi. Bu meselede, Eskişehir de dâhil, bütün Türkiye’de
partizanca tutumlar aldı yürüdü. Millet, vergisini ödemek için varını yoğunu
sattı; ödeyemeyince Aşkale’ye yol yapmaya, taş kırmaya gönderildi. Bunların
yanında harbin sıkıntıları, harp vurgunculuğu, karaborsacılık alıp yürümüştü.” (Oğuz, 2004:57)
Varlık Vergisi Kanunu, 15 Mart 1944’te, tahsil edilemeyen alacakların iptal edilmesiyle
birlikte tarihe karıştı. Ancak bu uygulama, toplum vicdanında unutulmaz yaralar
bırakmıştır. Hikmet Bila, bu gerçeği kayıtlara şöyle geçirir: “Varlık Vergisi, geride rüşvet, kayırma,
kandırma ve çalışma kamplarının yarattığı bir hınç bırakmıştı.” (Bila, 1999:100)
Kaynaklar
Akandere, Osman (1998), Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay.
Alaton, İshak (2012), Lüzumlu Adam (İshak Alaton’un Hatıraları), İstanbul: Alfa
Belge, Murat (2011), Militarist Modernleşme, İstanbul, İletişim Yay.
Bila, Hikmet (1999), CHP, İstanbul: Doğan Kitap
Findley, Carter V. (2015), Modern Türkiye Tarihi, İslâm Milliyetçilik
ve Modernlik,1789-2007 İstanbul: Timaş Yayınları
Karatepe, Şükrü (1993), Tek Parti Devri, İstanbul: Ağaç Yay.
Kayra, Cahit (1995), 1938 Kuşağı, İstanbul: Cem Yay.
Lewis, Bernard (2000), Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara: Türk
Tarih Kurumu
Oğuz, Orhan (2004), Cumhuriyete Yaşıt Bir Hayat, İstanbul:
Doğan Kitap,
Poulton, H. (1999), Silindir Şapka-Bozkurt ve Hilâl, İstanbul: Sarmal Yayınevi
Ulusoy, Saffet (2005), Aklımda Kalanlar, İstanbul
Uran, Hilmi (2007), Meşrutiyet, Tek Parti, Çok Parti Hatıralarım, İstanbul: İş Bankası Yay.