
BU yazımızda, bundan 76 yıl önce, 25 Kasım 1944
tarihinde, CHP İktidarı tarafından Bakanlar Kurulu kararıyla dinî kitapların
yasaklanması konusunu sizlerle paylaşacağız…
Din ve dinî değer düşmanlığı
Millî Şef Devri
Türkiye’sinin hatıralarda ve kayıtlarda kalan en bâriz vasıflarından biri,
rejimin dine ve dinî değerlere karşı yürüttüğü amansız mücadeledir. “Halkın din
ile irtibatının kesilmesi” şeklinde verilmiş bir kararın tatbikini ihtiva eden
bu uygulamalar, daha düne kadar Hilâfet ile yönetilen ülke insanlarını Ankara
rejiminden kalbî ve hissî olarak uzak mesafelere itmekten başka işe yaramıyordu.
Tek parti rejimi tarafından sistemli bir şekilde
uygulanan proje gereği dinî yapılar yok ediliyor yahut işgal edilerek başka
maksatlara tahsis ediliyordu. Bu
devirde gerek İstanbul ve gerekse tüm yurtta birçok mabed, mabed olmaktan
çıkmış ve başka ellere geçmişti. Bazı camiler ise resmen satılmıştı. Meselâ
Edirne’deki Balaban Paşa Camiî 30 liraya, Esmehan Sultan Camiî 70 liraya,
İbrahim Paşa Camiî ise 450 liraya Keresteci Mişon’a satılmıştı.
Millî Şef rejimi, bazı
dinî binaları da bizzat kullanmayı uygun görmüştü. Bu mânâda İstanbul Küçüksu
Camiî “CHP Ocak Merkezi”, Simkeşhane Dersanesi “Bayezid Ocak Merkezi”,
Süleymaniye Kütüphanesi ise “CHP Ocak Merkezi” hâline getirilmişti. Arvas’ın
ifadesiyle, “Millî Şef Devri bürokratları, dinî değerleri, üzerinde deneyler
yapılabilecek malzemeler olarak görüyorlardı” (Arvas, 1946:79).
Muğla Müftülüğünde bulunan
9 Nisan 1931 tarihli resmî yazıya göre, dönemin tek parti yönetimi, camilere “askerî
ihtiyaç” bahanesiyle el koymuştu. Açık kalan camilerde de salâ okunmasını
yasaklamıştı. Bunun yanı sıra, camilere yapılan baskınlarda Kelime-i Şahâdet
yazılı havlu, mum ve süpürgeler, “ele geçen doküman” olarak gösterilmişti.
Zaman içerisinde dinî
değerleri topyekûn imha süreci ortaya çıkmıştı. “Polis ve Jandarma baskısından
bunalan halk, ellerinde bulunan dinî kitap ve yayınları zâhire ambarlarına,
odun depolarına, hattâ toprağa gömmeye başlamıştı” (Akandere, 1998:238).
Sonraki dönem milletvekillerinden Cebeci, olayın geldiği boyutu çok acı bir hatıra ile şöyle dile getirir: “Kolay alfabeye geçildiği söyleniyordu. Ama babam ve ziyaretine gelen büyükler, yapılan bu işin din ve kültür hayatına yapılmış amansız bir darbe olduğunu ifade ederek üzülüyorlardı. Bin yıllık bilgi hazînesi olan kitaplardan genç nesil istifade edemeyecek, ana kaynaklardan mahrum kalacaklar; dinî hayat, telâfisi mümkün olmayan darbe alacak diye hüzünleniyorlardı. Babam, ‘Öldüğümde mezarımı çift kazın, birine beni, diğerine de kitaplarımı defnedin’ diyerek hüznünü dile getirmişti.” (Cebeci, 2014:27)
Kur’ân-ı Kerîm ve dinî
kitaplar
Şeflik rejiminin hedefinde olan konulardan biri de
dinî kitaplardır. Rejim, “kitap
düşmanı” olarak ün salmıştır. Dönemin şâhitlerinden İsmail Karaçam, bu
düşmanlığı şöyle anlatır:
“Bin dokuz yüz otuzlu yıllar idi. Din aleyhtarı devlet
terörü büyük hızla devam ediyordu. Bir evde bir eski harfli kitabın bulunması,
kitap sahibinin şikâyet edilmesi hâlinde sürünmesine ve rezil edilmesine,
hakarete uğramasına yetiyordu. Bizim evde ise bir hayli kitap vardı.
Dedem bana, ‘Oğlum, evimizdeki bu kitaplardan her biri
bir bomba tehlikesinde. Bir şikâyet hâlinde mahvoluruz. Onun için başımızın çâresine
bakmalıyız. Sen hemen bir kazma kürek al, evimizin önündeki bahçeye in, genişçe
bir kabir kaz, epeyce geniş olsun, bu kitapları oraya götürüp gömelim’ dedi.
Ben de dedemin emrine uyarak gittim, büyükçe bir kabir
kazdım, kitapları çuvallara doldurarak kazdığım kabre attım ve üstünü de
toprakla kapattım.” (Karaçam,
2009:55)
Diyanet İşleri Başkanı olan Ahmet Hamdi Akseki’nin
Hazreti Peygamber’in hayatını anlatan kitabı, 1943 yılında yayınlandığı zaman
soruşturma konusu olur ve İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla toplatılır. Toplama
gerekçesi, “dinî bir atmosfer meydana getirilmesine ve gençlik için dinî bir
zihniyet fideliği vücûda getirilmesine çalışmaktır” (Ertunç, 2010:181).
Doç. Dr. Emin Işık,
verdiği bir konferansta, tek parti döneminde Kur’ân-ı Kerîm’in bile
toplatıldığını şöyle anlatıyor: “Amme
cüzünden Kur’ân-ı Kerîm öğrenmek yasaklanmıştı. Jandarma ve Polis, Koruma Kanunu
adı altında çeşmelerin üstündeki eski yazıları kazımıştı. Eski yazılı hece
taşları sökülmüş, Kur’ân-ı Kerîmler toplatılmıştı. Arşivler dahi yakılmaya,
ortadan kaldırılmaya çalışılmıştı.” (Nakleden: Kabaklı, 1989:242)
Yine CHP döneminde
Kur’ân-ı Kerîmlerin toplatıldığını belirten Zeki Demircan, “Ben, İsmet İnönü zamanında Ağrı’da iken Kur’ân’ı toprağa gömdüm.
Cenazemiz oldu, kefen alamadık. Yorganımın yüzünü söküp cenazeme kefen yaptım.
Sigara paketlerinin üzerindeki eski yazılara bile tahammülleri yoktu”
diyerek (Demircan, 2011) yaşadıklarını anlatır.
“Peki, sen bu memlekette
Kur’ân okutmanın suç olduğunu bilmiyor musun?”
Milli Şef İsmet İnönü
tarafından, “Reisicumhur” imzalı belgede, “Tam Mevlid-i Şerif” ve “54 Farzlı
Büyük ve Tam Namaz Hocası” isimli kitaplar, 25 Kasım 1944 tarihinde Bakanlar
Kurulu kararıyla yasaklanmıştı. Eski Müftü Mustafa Efe, mahkemede duruşma
sırasında “Evde Kur’ân okutuyordum” deyince, hâkimin kendisine, “Peki, sen bu memlekette Kur’ân okutmanın
suç olduğunu bilmiyor musun?” (Efe, 2013:73) diye bağırdığını nakleder.
“O yıllarda izinsiz cami dersleri yasaktı. Zaman zaman
camiye polis baskınları olurdu. Biz pencereden atlar, kaçardık. Birkaç sefer
baskına uğrayınca dersleri bıraktık.”
(Oğuz, 2004:29)
Sonraki dönemin Diyanet
İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç da hatıralarında, bu anlamda çeşitli ayrıntılara yer verir:
“O yıllarda bizim köyün ilkokulu üç yıllıktı. Yani o
yıllarda üç yıllık ilkokullar vardı ve bu okullar köylerde olurdu. Buralarda
öğretmen değil, beş yıllık ilkokullardan mezun eğitmenler görev yapardı.
Tek parti döneminin ceberut uygulamaları biraz
tavsamış olmakla birlikte, köye bir yabancı veya jandarma geldiğinde Kur’ân
dersi alıyor olmamızın bilinmesi istenmezdi. Sanki bu faaliyet gizli yürütülmeliydi.
Bu işi yaparken bana sıkı sıkıya tembih ederlerdi. ‘Aman oğlum, aşağıdan (köyün
alt tarafındaki transit yoldan) jandarmaların geçtiğini görürsen hemen eve koş,
mushafını sakla’ derlerdi.
(…)
Mazhar Bey, Adıyaman’ın Samsat ilçesine bağlı Bağören köyündendir.
Merhum babası Hasan Ağa’dan dinlediğine göre, ağabeyi, amcaları ve diğer
köylüler, köyün hemen yanındaki vadide (bostan haymasında) imam Mahmut
Atalay’dan Kur’ân dersi alırlarmış. Ama bu derslerin selâmeti ve güvenliği
açısından kursun yapıldığı yere yaklaşık 100-150 metre uzaktaki tepeye nöbetçi
koyarlarmış. Çünkü köye yaklaşık 1 kilometre mesafeden geçen telefon-telgraf
hattını onarmak üzere zaman zaman jandarmalar geçermiş. Nöbetçi kişi veya
öğrenci, jandarmayı gördüğü zaman ıslık çalarak kursiyerlerin dağılması gerektiğini
bildirir, onlar da derhâl dağılırlarmış.
(…)
Bu konuda Mehmet Kervancı’nın anlattığı olay da
oldukça ilginçtir. Şöyle ki; Kervancı, 7-8 yaşında bir çocuk iken (1948
yılında) mahalle imamının hâfız olan 40 yaşlarındaki kızının evine giderek
Kur’ân dersi alıyorlarmış. Daha doğrusu, henüz elifba okuyorlarmış. Köydeki
ilkokulun eğitmeninin ihbarı üzerine, bir gün 5-6 çocuğun bu hanımın evinde
bulunduğu sırada jandarma gelip bunları suçüstü (!) yakalamış. Çocukları bırakıp
ev sahibi bayanı Eğirdir Hapishanesine götürmüşler.” (Altıkulaç, 2011:41, 42, 43)
Ali Özek de bu anlamda bir
hatırasını şöyle nakleder: “Hâfızlığımı
yaptığım yıllar, 1941-44 senelere denk geliyor. Tek parti rejimi vardı o
zamanlar. Önceleri din eğitimi yasaktı, gizli yapılıyordu bu işler.”
(Özek-Yıldırım, 2012:37)
Bu tür baskınlarda
öncelikle Arapça yazılı tüm eserler toplanıp yakılıyordu. Arap alfabesinde
yazılmış her şey yakıldığından, çok kıymetli el yazması Osmanlıca ve Arapça
eserler de köy meydanlarında yakılan ateşlerin dumanları arasında yok olup
gitmişlerdi.
Cemal Cebeci de o günlerin
atmosferini şöyle özetler: “Kur’ân-ı
Kerîm suç aleti hâline gelmişti. Okuyanlar ve okutanlar sıkı takibe alındı. Yakalananlar
acımasızca cezalandırıldı. Bu şiddetli yasağa rağmen Doğu, Güneydoğu Anadolu’da
bazı müderrisler ve hâfızlar tarafından
kaçak olarak yetiştirilen elemanlarla mihrapların imamsız, kürsülerin vaizsiz
bırakılmamasına çalışıldı. Ama ihtiyaç karşılanamadı. Özellikle köylerde
hizmetler durma noktasına gelmişti. Bazı köylerde ölülerin techiz ve tekfini dahi yapılamıyordu. Halk bu durumdan
şikâyetçiydi.” (Cebeci, 2014:63)
“Benim zamanımda okullarda din dersleri bulunmadığı
gibi, bütün Kur’ân kursları da kapalıydı. Daha önce bahsettiğim mahalle
camimizin imamı Şifavermez Ahmet Hoca’nın dersleri ise sık sık polis baskınına
uğradığından bir müddet sonra devam edemez olmuştur.” (Oğuz, 2004:50)
“Sabahın erken saatinde karlara bata çıka faytonların
izinden Mustafa Efendi’nin evine gidiyorduk. Mustafa Efendi’nin kardeşi Hüsnü
Efendi, bizim geleceğimizi bildiği için kapının gerisinde bizi bekler ve kapıyı
ilk o açardı. O kadar erken saatte gitmemizin sebebi, polislerin bizi görmemesi
idi. O zamanlar Kur’ân ve dinî ilimleri okumak yasaktı, ezanlar da Türkçe
okunuyordu. Polisler daha uyanmadan hocamızın evine giderdik, saat sekize,
sekiz buçuğa kadar okurduk, sonra evimize dönerdik. Bu kadar tedbire rağmen
yine de Hoca Efendi’den şüphelenerek defalarca evine geceleri baskın yaptılar.” (Kırkıncı,2004:26).
Yozgat merkezindeki Demirli Medrese ve Kütüphanesi’ndeki
pek çok kıymetli yazma eser, Köseyusuflu’daki Abdullah Ağa Medresesi ve
Kütüphanesi’nde bulunan nâdir yazma eserler medrese avlularında yakılarak imha
edilmiştir. Bakiyesinin de toprağa gömülerek yok edildiği, mahallinde hâlâ
söylenmektedir.
Harp sonrasındaki siyâsî iktidarın Harf İnkılâbı ile
ilgili katı uygulamaları netîcesinde, tekkelerde ve hattâ mensuplarının
evlerinde ve ellerinde eskiye dair kitap, defter ve teberrükat eşyası cinsinden
ne varsa, mevcût olanlar türlü yollarla elden çıkarılmış, geride kalanlar da Jandarma
korkusuyla mezarlıklara gömülerek veya yakılarak imha edilmiştir. Bununla da
yetinilmemiş, tuğra ve armalarla ilgili 1057 sayılı kanundan sonra Meydan Yeri’ndeki
mermer Hamidiye Şadırvanı üzerindeki âyetler ve edebî şiirler kırılıp kazınmış,
okunmaz hâle getirilmiştir (Ergin,2016:58).
Kaynakça
Akandere
Osman, (1998), Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay.
Altıkulaç
Tayyar,(2011) Zorlukları Aşarken I, İstanbul: Ufuk Yayınları
Arvas
İbrahim, (1946), Tarihî Hakikatler, Ankara: Yargıçoğlu Matb.
Cebeci
M. Cemal (2014), Doksan Üç Yılın Ardından, Hatıralarım, Ankara: Kimder Yay.
Efe
Ahmet,(2013), Bir Müftünün Hatıraları, Ankara: Boğaziçi Yayınları
Ergin Ali Şakir, (2016), Bir
Şeyh Bir Şehzâde, İstanbul: Seçil Ofset
Ertunç Ahmet Cemil,(2010)
Cumhuriyetin Tarihi, İstanbul: Pınar Yay.
Kabaklı
Ahmet,(1989), Temellerin Duruşması, İstanbul: Türk Edebiyat Vakfı Yay.
Karaçam
İsmail, (2009), Hatıralar, İstanbul: Çamlıca Yayınevi
Kırkıncı
Mehmet, (2004), Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul: Zafer Yayınları
Oğuz Orhan, (2004), Cumhuriyete Yaşıt Bir Hayat, İstanbul:
Doğan Kitap
Özek
Ali-Yıldırım Ramazan,(2012), Ali Özek’in Hatıraları, İstanbul: Düşün Yayıncılık