SALGIN günlerinin
başlangıcında virüsün niteliği, niceliği, verdiği dersler ve düşündürdüğü
fikirleri sıralıyor, içtimaî ve iktisadî anlamda artık hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağını yazıyorduk…
Ancak
bu işin tam da yazdığımız gibi olmayacağını düşünüyorum artık.
Çünkü
değişen hiçbir şey yok!
Çünkü
cahil insan, nankör!
İman
edenlerin iman artışı nasıl bir seviyeye eriştiyse, etmeyenlerin inkârları da
aynı seviyede…
***
Muhafazakârlık,
toplumumuzda mütedeyyin, mazbut ve dindar kesimin çok sarıldığı bir kavram.
Bu
kavramın kullanım sebebi, “değerleri korumaktan” ileri geliyor.
Bunu
kullanan kesimin diğer kesim tarafından “irtica” ile suçlanması da bu yüzden…
Salgının
başlangıcından itibaren hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyleyenler,
içtimaî anlamda büyük değişimlerin yaşanacağını ve bu değişimlerin insanî ve
imanî anlamda kontrol edilmesi gerektiğini söyleyen ve kendisini
muhafazakârlıkla tanımlayan kesim…
İcraatıyla
da bunu gösteriyor ve geleceğe hazırlanmanın hakkını veriyor.
O
kesimin gurur duyduğu birileri, ülkemizi yerli cihazlar üreterek geleceğe hazır
hâle getirmeye çalışıyorlar.
Hiçbir
şeyin değişmemesi için elinden geleni yapansa, bu ülkenin müzmin muhalefeti…
E
öyleyse, kendisini ileri eşiklerden geçmeye şartlayan tarafın kendini tarif
ederken kullandığı “muhafazakâr” kavramı kime daha çok yakışıyor?
***
Ebu
Cehil’in lakabı, İslâm evvelinde Ebu’l-Hikme idi. Yani “Hikmetin Babası”…
Hikmetli sözler ederdi zira. Geçmişten gelen tecrübeleri aktararak…
İslâm’ın
tebliği ile birlikte uğraştığı tek şey, kurduğu sisteme ve kendisine olan
inancı, ilerinin eşiklerine serdiği korku halılarının kaldırılmasını engellemek
adına İslâm’a düşmanlık oldu.
O
ve beraberindekiler sürekli mucizeler görmek istediler. Hem de inatla inanmamak
üzere…
Hâlbuki
mucize, iman etmeyene tesir etmez; tarih de, güncel de buna şâhit… İman
edeninse sadâkat ve ihlâsını arttırır.
Bir
de o ve beraberindekiler, kendilerine tebliğ edilene iman etmedikleri için
hemen cezalandırılmaları gerektiğini söylediler. Zira iddia ettiklerine göre,
tebliğ edilen şey hakikat olsaydı, onlar inkârlarının karşılığını mutlaka derhâl
görürlerdi. Onlara göre, kendilerine yalan söylendiği için böyle bir şey
olmuyordu.
Onlar
kendilerinden biliyorlardı ki, kendi sistemlerinin dışına çıkana kendileri
derhâl bir ceza verirlerdi…
İşte
böyle, müminlerin imtihanı, iman etmeyenlerin varlığıdır.
Bundan
şikâyetçi olmayacağız. Zira imtihan dünyasındayız…
Güncelin
cahillerini de, her şeyin eskisi gibi, hattâ ondan da kötüsü olması için
çabalarken görüyoruz.
İşte
gerçek muhafazakârlık bu!
Daha
kıvamlısını söyleyeyim hattâ: İşte gerçek irtica bu!
Bugünün
Türkiye muhalefeti, gösterdiği reaksiyonla vatanseverlere demek istiyor ki, “Söyledikleriniz doğruysa niçin bize bir şey
olmuyor?”.
Zira
kendileri, iktidarı ellerine aldıklarında kendilerine itaat etmeyenlere türlü
zulüm ve işkencelere girişiyorlar.
Bu
yüzden bizden de aynını bekliyorlar.
Biz
bu karşılığı göstermeyince, küfür, inkâr ve saldırganlıkları daha da artıyor.
Enfâl
Sûresi’nde (32-34) şöyle buyuruyor Cenâb- Hakk:
“Bir vakit de, ‘Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap
ise, hiç durma, üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver’
demişlerdi.
Hâlbuki Sen içlerinde iken, Allah, onlara azap edecek değildi. İstiğfar
ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildir.
Şimdi ise, Allah’ın kendilerine azap etmemesi için neleri var ki? Oysa
Mescid-i Harâm’dan men ediyorlar. Üstelik onun hizmetine ehil kişiler de
değiller. Çünkü onun hizmetine ehil olanlar, ancak müttakilerdir. Lâkin çoğu
bunu bilmezler.”
***
Bu
ülkenin muhalefetine cevap verirken, bu ülkede hayatta kalmalarının sizin
yüzüsuyu hürmetinize olduğunu söyleyin ve çatlamalarını seyredin, yeter!
Üzülmeyin
o zavallıların söyledikleri karşısında, hiddete de kapılmayın…
Öyle
ya, 15 Temmuz’da darbe gerçekleşmez sizin yüzüsuyu hürmetinize, “Olmadı, çünkü tiyatroydu” derler…
Salgın
sizin yüzüsuyu hürmetinize daha hafif atlatılıyordur, “Siz ne yaptınız ki? Allah ne bilir ki? Bilim var” derler.
Deyiniz
ki, “Öfkenizde boğulun!”…
Bakın,
Metin Külünk Ağabey yazdı da bir plânları daha çöktü!
Bu
Devletin nasıl işlediğini nasıl görsün kalpleri mühürlü, gözleri kör olanlar?
Hakikî
mürtecilere acıyın!
Ama
onları irticaya inandırana acımayın!