CHP döneminde bir demokrasi tiyatrosu: 21 Temmuz 1946 Seçimleri

Seçimlerin ardından yeni kabineyi kurmakla görevlendirilmiş Recep Peker 5 Ağustos 1946 akşamı Millet Meclisi Binası’nda iken, kendisinin ifadesine göre karşı kaldırımları dolduran “basit kılıklı” bir kalabalık, “Yaşasın Demokratlar” diye bağırarak hileli seçimleri protesto etmiştir. Bunun üzerine atlı polisler kılıçlarını çekerek Meclis kapısında biriken kalabalığı dağıtmış, bu hareket Meclis’in yalnız kapısına değil, mânevî şahsiyetine karşı bir saldırı sayılmıştır.

BU yazımızda, bundan 73 yıl önce, dönemin CHP iktidarı tarafından “açık oy-gizli sayım” şeklinde icra edilen 21 Temmuz 1946 Seçimleri’nden bahsedeceğiz.

Dönemin siyâsî yapısı

21 Temmuz 1946 Seçimleri, Türk demokrasisinin sancılı günlerini gösteren anlamlı bir örnektir. Dış tesirlerin baskısı altında ülkemizde çok partili hayata kerhen de olsa adım atan CHP yöneticileri, mevcut atmosfer kendi aleyhlerine dönmeden bir oldubittiyle ilk seçimi yapmaya çalışmışlardı.

Bernard Lewis, tek partinin ve yöneticisi Millî Şef İnönü’nün kendisiyle çelişkiye düştüğü bu sürece işaret ederken, Prof. Dr. Kemal Karpat da erken seçimin CHP’deki bir endişe ve panikten doğduğuna şöyle dikkat çeker: “Cumhurbaşkanı İnönü, Kasım söylevinde, gelecek seçimlerin Meclis’in mevcut döneminin tamamlanması üzerine 1947’de yapılacağını söylemişti. Fakat 1946 Nisan’ında Halk Partisi Kurultayı, belli bir şekilde yeni parti seçime hazır olmadan önce davranmak amacıyla, seçim tarihini öne almaya karar verdi. Genel seçimler 21 Temmuz 1946’da, belediye seçimleri de hemen yapılacaktı.” (Karpat, 1996:305)

Esasen CHP iktidarı tarafından önce yerel seçimler öne alınmış, 7 Ocak 1946’da kuruluşunu henüz gerçekleştirmiş Demokrat Parti ve eşzamanlı kurulmuş diğer partilerse bu seçimi protesto ederek bu haksız yarışa katılmamışlardı.

CHP yöneticileri bu kez, 1947 yılında yapılması gereken genel seçimleri öne alan kanunu kabul ederek ve mevcut Meclis’i feshederek ülke demokrasisini yeni bir oldubittiyle karşı karşıya bırakmışlardı.

Karpat bu gelişmeden şöyle bahsediyor: “Kuruluşundan altı ay sonra Demokrat Parti bu derece kuvvetlenince, Halk Partisi hükûmeti, ilk düşündüğü gibi 1947’de değil, 21 Temmuz 1946’da genel seçimlere gitmek kararı aldı. Demokratlara göre hükûmet, bunu dört yıl daha iktidarda kalmayı sağlamak için yapmıştı. Halk Partililer, Demokratların daha ziyâde şehirde temerküz eden ufak bir teşekkül olarak kalacağını ve uysal bir muhalefet rolü oynayacağını düşünmüşlerdi. Fakat Demokrat Parti’nin süratle gelişmesi endişe uyandırmıştı.” (Karpat, 1996:325)

Bu karar henüz ülke çapında örgütlenmesini tamamlayamamış DP dâhil birçok parti için yeni bir sarsıntı sebebi olmuş, seçimlere katılıp katılmama hususunda partilerin üst düzey yöneticileri uzun süren tartışmalar gerçekleştirmişlerdi. Tek parti idaresinin kesif sansür uygulamalarından iyice yılmış basın da “seçimlere girilmemesi” şeklinde bir yayın başlatmıştı.

Yapılan uzun tartışmaların ardından DP yöneticileri, “Demokrasi içinde var olmanın ve meşru kalmanın bir vesîlesi olur” kanaatiyle 21 Temmuz Seçimleri’ne girme kararı almışlardır. Bu karara rağmen, muhalefet cephesinin lideri konumunda bulunan DP’nin 16 ilde seçimlere girememesi, muhalefet partilerinin bu seçime ne kadar hazırlıksız yakalandığını gösteren çarpıcı bir örnektir.


CHP’nin tarihî seçim tiyatrosu

Seçim sath-ı mâiline girildiği andan itibaren, Türk seçmeninin muhalif kanadı, ağır bir baskı bombardımanına tâbi tutulmuş ve muhalif olmanın bedelini ağır ödemiştir. Birçok ilde meydana gelen sövme, dövme, darp ve gözaltı gibi uygulamalar, her kademeden devlet görevlisi tarafından muhalif vatandaşlara uygulanmıştı.

CHP görevlilerinin vatandaşlara uyguladığı fiilî ve psikolojik şiddet, ayrıntılarıyla birçok kaynakta kayıtlıdır. Bunlardan bazılarını, dönemin atmosferini kavramak bakımından zikretmekte fayda vardır.

Bir dönem Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği görevinde bulunan Emin Karakuş, o günleri şöyle anlatıyor:

“Seçim günü yaklaştıkça, ülkedeki siyasal tansiyon da artmaya başladı. Özellikle Ege bölgesinde çok şiddetli bir seçim kampanyası egemendi. Gazeteler, İzmir’de eli bıçaklı tanınmış sâbıkalıların CHP hesabına çalışmak üzere görev aldıklarını haber veriyorlardı. Buna karşılık CHP çevrelerinin halk üzerindeki baskısı gün geçtikçe artmaya başladı.

Ankara’nın köylerinde kanlı olaylar meydana geldi. Çubuk Kaymakamı, yanında Jandarma Komutanı olmak üzere köyleri dolaşıyor, halkı dövüp ölümle korkutuyordu. Yüzü gözü kan içinde kalan köylüler, ‘Yetişir artık çektiklerimiz, particilik bu mudur?’ diye haykırıyorlardı.

Bu haberi İzmir’den gelen bir başkası izliyor, elleri zincirlenerek, gözleri kapalı tutularak yurttaşların karakollarda sabaha kadar dayak yedikleri ileri sürülüyordu.” (Karakuş, 1977:122)

Yazar İsmet Bozdağ ise, Bursa civarında yaşananları şöyle anlatıyor: “Bütün Türkiye sathında Demokrat Parti teşkilâtı büyük bir baskı altındaydı. Bazı vilâyetlerde Demokrat Parti’nin kapanacağı günler bekleniyor, valiler ve bu arada Bursa Valisi, Demokrat Parti ileri gelenleri için birer sahte ‘zabıt dosyası’ hazırlatıyor ve bu kimselerin asılmalarını sağlayacak suçlar icat ediyordu.” (Bozdağ, 1993:52)

Bir dönem CHP’nin önemli kurmaylarından biri olan CHP Milletvekili Sırrı Atalay da o günlere şu cümlelerle tanıklık ediyor: “1946 yılıydı. Seçimlerden birkaç gün önce Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığım Lice’de ilginç bir olay yaşadım. Karahasan Mahallesi’nde oturan Ahmet Erdoğan isimli vatandaş, Lice’de DP örgütünü kurmak istediğini, ancak resmî makamların buna engel olduğunu bildiriyordu. Araştırdım, Lice’de muhalefet partisinin kurulmasının istenmediği yanıtını aldım. Ben Ahmet Erdoğan’a olumlu yanıt verdim. Ertesi gün Lice’ye Diyarbakır İl Müdürlerinden biri geldi. Yemekte, Lice’de DP örgütünün kurulmasını Valilik, Genel Müfettişlik ve CHP yöneticilerinin iyi karşılamadığını, öfke içinde olduklarını söyledi.” (Atalay, 1986:77-78)

Atalay şöyle devam ediyor: “Vali, iktidarın eleştirilmesine dayanamıyordu. Sert eleştirilerde bulunan DP’lilerin derhâl salondan atılmasını ve haklarında işlem yapılmasını emretti. Görevli jandarmalar gözlerimin önünde DP’lileri çok sert bir şekilde hırpalamaya başladılar.” (Atalay, 1986:80)

Bir başka CHP kurmayı Turan Güneş’in tanıklığı ise bir başka bölgeden: “Olaylı bir seçim yaşanmış Kandıra’da o yıl... Seçimde oylar değiştirilmiş. Kandıra Savcısı, ‘Ben böyle bir hükûmete hizmet etmem’ diyerek görevinden istifa etmiş.” (Barlas, 2000:171)

DP Milletvekili Gıyasettin Emre, 21 Temmuz Seçimleri’nde yaşananların canlı şâhitlerindendir: “O zaman köyümdeydim. 125 seçmenimiz vardı. Hepsi oyunu açık açık Demokrat Parti’ye verdi. Akşam üzeri bir yüzbaşı geldi. Oyları tasnif etmeye başladı. 125 oy da CHP’ye çıktı. Yüzbaşıya dedim ki, ‘125 kişi açık açık DP’ye oy verdi. Nasıl oldu da bu oylar CHP’ye çıktı?’. Ben öyle der demez, karga tulumba tuttular. Vazîfesi başında yüzbaşıya hakaret etmişim. Bir ay hapis cezası verip Bulanık Hapishanesi’ne koydular.” (Apuhan,1993:41)

O günlerin önemli şâhitlerinden biri olan Müzehher Va-Nu, bir döneme tanıklığını şu cümlelerle yapıyor:

“Biz seçimi izlemeye Bursa’ya gittiğimizde, madalyonun öteki yüzünü gördük. Bursa köylerinin birinden bir çiftlik ağası, pabuçlu pabuçsuz, üstü başı dökülen tüm işçileri sandık başına sıralamış, avuçladığı Halk Partisi oy pusulalarını onların eline birer birer tutuşturuyordu. Bursa’nın ünlü Zehra Hocası da bir sandık başındaydı. Onca gazetecinin önünde hiç umursamadan Halk Partisi oy kâğıtlarını sandık başına gelenlerin önüne sürüyordu.

Geçtiğimiz başka bölgelerde, örneğin Balıkesir’de, örneğin Bolu’da durum bundan farklı değildi. Cumhurbaşkanı ve tek partinin başkanı İnönü’ye durumu bildirdiklerinde, Çankaya’da yüzünü pencereden yana döndürdüğünü ve bir cümle söylediğini anlatıyorlardı: ‘Seçimi Halk Partisi kazandı, o kadar!’” (Va-Nu, 109)

Dönemin önemli şâhitlerinden gazeteci yazar Nimet Arzık da o günkü gelişmeleri şu cümlelerle ifade eder: “CHP için hırçınlık ve falsolar devri başladı. Seçim hilelerinden hurdalarından bahsedilmesini istemiyordu CHP. Etmeme kararı alındı partice. Nedeni? İnönü, denetiminden birçok şey kaçtığını, taştığını görmüştü. Örtbas etmekten başka çâresi kalmamıştı. Gürültü büyüyecekti aksi takdirde.Bostancı’da, İstanbul’un göbeğinde gördüğüm kadar pervasızca davrandılarsa, Anadolu’yu tahmin etmek kolay…” (Arzık, 1984:44,45)


CHP oy vermemek: Devlete karşı gelmek suçu

Demokrat Partili bir bakanın oğlu olan Mehmet Dülger, o günleri şöyle anlatıyor:

“1946’da, yeni ilkelerle seçim yapıldı. Ne yazık ki, ‘açık rey, gizli tasnif’ prensibini benimseyen ve yeni kurulan Demokrat Parti’yi hazırlıksız yakalamak için tarihi erkene alınan bu seçim, çok partili hayatımızın yegâne şâibeli seçimi olmuştur.

Seçimlere hile karıştı, sandık sonuçları hemen ilân edilmeye başlandı. DP’nin pusulalarının seçim mahallerine sokulması yasaklandı. Pek çok yerde şiddetli itirazlar oldu. Mersin’in Aslanköy’ünde silme CHP oyu çıktığı ilân edilince, köy kadınları, sandıkları jandarmaya teslim etmeyip zabıt tutturmak istediler. Hayli hırpalanıp tutuklandılar. Mersin’e ve Konya’ya sevk edildiler. ‘Devlete karşı gelmekten’ üç buçuk yıl süren bir dâvâda yargılandılar.” (Dülger,2004)

Radikal Gazetesi yazarı Türker Alkan da 1946 Seçimleri’ne ait hatırasını şu çarpıcı cümlelerle anlatıyor: “Oyların açık atılıp gizli gizli sayıldığı, kaymakamların CHP İlçe Başkanı, valilerin il başkanı olduğu tek parti döneminde yapılan seçimlerden birinde, babamla dayım, oy vermek için yola çıkmışlar. Babam, ‘Sandıkların bulunduğu okulun kapısında polisler duruyordu. Bizi görünce, ‘Haydi gidin, aizin oyunuza ihtiyacımız yok!’ dediler’ diyor. (Alkan, 2002)

Eski Vakit gazetesi yazarlarından Hüseyin Üzmez de aynı günün tanıklarından: “Akşam oldu, sandıklar açıldı. Bir onbaşı, bir polis, bir de muhtar, oy sandığını alıp okulun bir sınıfına kapandılar. Biraz sonra partilerin ne kadar oy aldıklarını açıkladılar. Sandıktan 104 geçerli oy çıkmıştı. CHP’ye 102 oy, DP’ye de sadece 2 oy vermişlerdi. Rahmetli Osman dayım, DP’nin Ocak Başkanı’ydı. Bu sonucu öğrenince çılgına döndü. ‘Bizim bu sokakta 102 kayıtlı üyemiz var. Partimize sadece 2 oy çıktı. Onların da biri benim, öbürü de karımın... Öbür üyelerimizin oyları nereye gitti?’ diye bar bar bağırıyordu. DP’li komşularımız, dayıma hak veriyorlardı. ‘Haklısın Osman dayı haklısın’ diyorlardı. Bu oyun Türkiye’nin her tarafında oynanmıştı. DP’nin oyları CHP’ye, CHP’ninkiler de DP’ye aktarılmıştı. İşte mesele bu kadar basitti!” (Üzmez, 2002)

Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı Doğan Nadi de 1946 Seçimleri’ni şu ironik dil ile eleştiriyordu: “Meşhur hokkabaz Zati Sungur, İzmir’den gitmiş. Ayol ne oldu? Güzel güzel temsiller verirken neden birdenbire kaçtı? Merak ettik. Telgraf çektik. Şu cevap geldi. Rey sandıklarının başında yapılan numaraları gördükten sonra İzmir’de bana iş kalmadı.” (Dilipak,1990:107)


Tarihî seçim tiyatrosunun ardından

İşte bu şartlarda gerçekleşen 21 Temmuz Seçimleri’nin ardından basın ve kamuoyu infial içinde ayağa kalkar. CHP, demokrasi konusunda ilk sınavını verememiş, sınıfta kalmıştır.

Seçim yapıldıktan sonra hile ve baskı tartışmaları daha da arttı. Çünkü mevcut seçim yasasına göre oylar açıkta atılıyor yani seçmenin hangi partiye oy verdiği belli oluyor, fakat tasnif ise kapalı kapılar arkasında gerçekleştiriliyordu. Hiçbir art niyet olmasa bile seçimdeki bu işleyiş biçimi sonuçlara gölge düşürmekte, seçmenin özgürce oy kullanması ve oyunun güvence altında bulunması gibi ilkeleri zedelemekteydi.

Yasanın bu açıkları, yerel yöneticilerin baskılarına da temel teşkil etti. Sonuçlar üzerindeki Meclis tartışmaları da 46 Seçimleri’ndeki oyların boyutunu gösterir.

Şaibeli seçim sonuçlarına göre CHP’den 403, bütün engelleme ve hilelere rağmen DP’den 54 ve ayrıca 8 kişi de bağımsız kimlikleriyle Meclis’e milletvekili olarak girerler. DP’liler bu sonucu kabul etmeyip seçim sonuçlarına büyük tepki gösterirler. DP sandık temsilcilerinin verdikleri raporlara göre seçimlerde 279 DP ve 186 CHP adayının kazanmış olması gerekmektedir. (Ertunç,2010:374)     

O günkü atmosferi ve seçim sonuçlarını günün gazetelerinden izleyelim:

“Seçim yapıldı. Seçimlerin özellikle illerde, CHP’li devlet görevlilerinin büyük baskısı altında yapıldığı söylentisi çıktı. DP’liler şikâyetlerini basın yoluyla yansıttı. Demokrat Parti hemen bütün memlekette tazyikin birdenbire artıp son hâddini bulduğunu iddia ediyor.” (Cumhuriyet, 22 Temmuz 1947)

“İstanbul’da, İzmir’de, Aydın’da, Manisa’da, Konya’da ve diğer bazı yerlerde heyecanlı bir hava içinde şüpheler ileri sürülüyor, Demokratlar seçim mazbatalarının değiştirildiğini söyleyerek durumu protesto ediyorlar.” (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1946/ Ahmad, 1976: 23)

Ahmad şöyle devam ediyor: “Seçimlere karıştırılan şaibe o kadar büyük boyuttadır ki, ülkenin en büyük vilâyeti olan İstanbul’da bile sonuçlar üç gün sonra açıklanır. Şehir oyları DP’nin, köy oylarının ezici çoğunluğu CHP lehine idi. İstanbul’da sonuçların seçim akşamı alınması beklenirken, ancak üç gün sonra sonuçlar ilân edildi.Muhalefete göre, İstanbul’da seçim sonuçları gizli görüşmelerden sonra CHP lehine değiştirilmiş ve ancak Mareşal Fevzi Çakmak, valiyi ziyaret edip oya saygı gösterilmesini bir vatandaş ve bir aday olarak talep ettikten sonradır ki sonuçlar ilân edilmişti.” (Ahmad, 1976:143)

Ahmet Emin Yalman, seçimlerde yaşanan hilelerle ile ilgili sadece CHP’nin değil, devlet mâkâmlarının da işin içinde olduğunu vesikalandıran bir hatırasını şöyle anlatır: “Bir gün Vali (İstanbul Valisi) Lütfü Kırdar beni mâkâmına çağırdı ve dedi ki, ‘Size güvenim olduğu için memlekete ait bir dâvâyı danışmak istiyorum. Evet, İstanbul’da Demokrat Parti seçimi kesin bir şekilde kazandı fakat buradan Kazım Karabekir, Hamdullah Suphi Tanrıöver, General Cemil Cahit Toydemir, General Refet Bele ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın çıkarılması ve Demokrat Parti’ye ancak 18 kişilik yer bırakılması hakkında sıkı bir emir aldım. Dürüst bir memur ve memleketçi sıfatıyla nasıl hareket edeyim? Bu emri yerine getirmezsem İstanbul seçimlerini kökünden bozmak için bahane aranması ve yeni partinin 18 kişilik mühim kuvveti elden kaçırması ihtimâli vardır. Bana ne tavsiye edersiniz?’.” (Ertunç, 2010:373)     

Ahmet Emin Yalman’ın, “İşlerin içinde yaşadığım için 1946 Seçimleri’nin geniş ölçüde baskı, fesat ve hileyle yürütülmüş bir seçim olduğunu kesin şekilde biliyorum, bu devrin canlı bir şâhidiyim” dediği 1946 Seçimleri için Burhan Felek’in tespiti şu şekildedir: “İstanbul’da seçimi Demokratlar, mazbataları Halkçılar kazanıyordu. Çünkü oylar sandıktan kurula gelirken yolda değiştiriliyordu. Ben bunu utanarak gördüm.” (Ertunç, 2010:374)  

1946 Genel Seçimleri ile ilgili kanaat ortaktır: Seçimlere iktidar partisi hile karıştırmış, devlet görevlisi ve jandarmanın açık oy baskısı altında yapılan seçimlere rağmen halk DP’yi tercih etmiş, CHP’nin iktidardan olacağı anlaşılınca gizli sayım sırasında DP’nin oyları CHP’ye yazılmıştır.

Dönemle ilgili değerlendirmeler yapan yazarlar bu şaibeyi değişik cümlelerle izah ederler. Karpat, kanaatini şöyle açıklar: “Daha önce de belirtildiği gibi, 1946 Seçimleri demokratik olmaktan çok uzaktı. Seçim sonuçları ise halkoyunu kesinlikle aksettirmiyordu.” (Karpat, 1996: 325)

Hikmet Özdemir de benzeri kanaattedir: “DP’nin katıldığı ilk siyâsî yarış, 1946 Seçimleri demokrasi adına bir rezalet olarak tarihe geçmiştir. Seçimlerde hileler yapıldığını sosyal demokrat politikacılar da ifade etmektedir.” (Özdemir, 1995:176)

Feroz Ahmad, baskı ve korku ortamından şöyle bahseder: “Seçimlerin bir baskı ve korku ortamında yapıldığına dair genel bir konsensus vardı ve bunun sonucu olarak iki parti arasındaki ilişkiler geleceğe dönük olarak zehirlendi.” (Ahmad, 1999:130)

Tevfik Çavdar da gölgeli seçimleri şöyle anlatır:

“1946 Seçimleri, İkinci Meşrutiyet döneminin ünlü 1912 Seçimleri kadar çok tartışılan, dürüstlüğünden kuşku duyulan bir seçim olmuştur. Seçim yasasının istenilen güvenceleri sağlamaması, özellikle Anadolu’da iktidar partisinin birçok hileleri yapmasına yol açmıştır. Bunların boyutu ise, iktidarın bağnaz tutumunu sürdürmesinden ötürü ortaya çıkmamış, böylece 1946 Seçimleri, CHP açısından bir galebeden çok bir yenilginin ezikliğini getirmiştir.

(….) Fakat ne olursa olsun, 1946 Seçimleri, gölge düşürülmüş bir seçimdir, bunun için de hiçbir zaman unutulmamıştır.” (Çavdar, 1999:413)

Seçimlerin ardından yeni kabineyi kurmakla görevlendirilmiş Recep Peker 5 Ağustos 1946 akşamı Millet Meclisi Binası’nda iken, kendisinin ifadesine göre karşı kaldırımları dolduran “basit kılıklı” bir kalabalık, “Yaşasın Demokratlar” diye bağırarak hileli seçimleri protesto etmiştir. Bunun üzerine atlı polisler kılıçlarını çekerek Meclis kapısında biriken kalabalığı dağıtmış, bu hareket Meclis’in yalnız kapısına değil, mânevî şahsiyetine karşı bir saldırı sayılmıştır.

Tek parti döneminde CHP ile Devlet o kadar içiçe geçmişti ki seçimlere hile karıştırıldığına dair idddialar Devletin hükm-ü şahsiyetine karşı yöneltilmiş suçlama sayılıyordu. CHP İzmir Milletvekili Murat Birsel, seçim sırasında yaşananlardan şikâyet eden Fevzi Çakmak Paşa’yı, valilere, kaymakamlara, jandarma komutanları, savcı ve hâkimlere karşı güvensizlik duymakla suçlamıştı. (Dilipak, 1990:112)

Dr. Osman Akandere, 21 Temmuz Seçimleri ve sonrasını şöyle tahlil eder: “Yeni parti halkta taban bulmuştu. DP’nin 1946 Milletvekili Seçimleri’nde üç milyona yaklaşan bir oy tabanı olmuştu. Bu, kuruluşunun henüz altıncı ayında olan ve birçok merkezde teşkilâtlanamamış bir parti için büyük başarıydı.” (Akandere, 1998: 454)

21 Temmuz 1946 Seçimleri’nde hile ile bastırılan toplumsal dip dalgası, 4 yıllık gecikmenin ardından siyaset tarihimize damgasını vurmuş, 14 Mayıs 1950 yılında yapılan seçimle Demokrat Parti, tek parti iktidarını silip süpürerek halkın iradesini iktidara taşımıştır.

 

Kaynaklar

 

Ahmad Feroz-Bedia (1976), Türkiye’de Çok Partili Hayatın Açık. Kronolojisi, Ankara: Bilgi Yay.

Ahmad Feroz (1999), Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Kaynak Yay.

Akandere Osman (1998), Milli Şef Devri, İstanbul: İz Yay.

Alkan Türker (2002), Radikal,09.06.2002

Apuhan Recep (1993), Öteki Menderes, İstanbul: Timaş Yay.

Arzık Nimet (1984), Anılar 2, İstanbul: Kaynak Yay.

Atalay Sırrı (1986), Bir Ömür Politika, İstanbul: Milliyet Yay.

Barlas Mehmet (2000), Darbeler ve Kavgalar Devri, İstanbul: Birey Yay.

Bozdağ İsmet (1993), Demokrasi Şafağı, İstanbul: Emre Yay.

Çavdar Tevfik (1999), Türkiye’nin Demokrasi Tãrihi Cilt:1-2, İstanbul: İmge Kitabevi.

Dilipak Abdurrahman (1990), Menderes Devri. İstanbul: Beyan Yayınları.

Ertunç Ahmet Cemil (2010), Cumhuriyetin Tarihi, İstanbul, Pınar Yay.

Karakuş Emin (1977), İşte Ankara, İstanbul: Hürriyet Yay.

Karpat Kemal (1996), Türk Demokrasi Tãrihi, İstanbul: Afa Yay.

Lewis Bernard (2000), Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Özdemir Hikmet (1995), Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yay.

Üzmez Hüseyin (2002), Vakit, 03.08.2002

Vâ-Nu Müzehher (tarihsiz), Bir Devrin Tanıklığı, İstanbul: Cem Yay.