CHP’deki Atatürk düşmanları partiyi bitirir

CHP Tiyatrosu İftiharla Sunar! (Bir bakıma Kemal sunar) Tek perdelik komedi…

ORADAKİLER:

“Vay alçak vay!”

“Seni gidi vatan haini!”

“Vay Atatürk düşmanı vay!”

Yeni gelen:

“Ne oluyor abi? Kavga mı var?”

Oradakilerden biri:

“Hem de ne kavga! Görülmemişinden…”

Yeni gelen:

“Ne olmuş ki?”

Oradakilerden öbürü:

“Daha ne olsun arkadaş! CHP İstanbul İl Başkanı, Atatürk’e ne diyormuş, biliyor musun?”

Yeni gelen:

“Ne diyormuş?”

Oradakilerden birincisi:

“‘Gazi Mustafa Kemal’ diyormuş.”

Yeni gelen:

“Sahi mi? Vay ki vay…”

Oradakilerden ikincisi:

“‘Sahi mi’ ne demek be arkadaş! Kendi ağzıyla söyledi. Biz de kendi kulağımızla duyduk…”

Oradakilerden üçüncüsü:

“Valla ben kendi gözümle de gördüm. Tam olarak ‘Gazi Mustafa Kemal’ dedi.”

Yeni gelen:

“Aboo…”

Oradakiler koro hâlinde:

“Ne sandın?”

“Ne sandın?”

“Ya ne?”

Yeni gelen:

“Olmaz böyle şey! Hâddini bildirmek lâzım…”

En yeni gelen:

“Açılın…”

Koro:

“Ne oluyor?”

En yeni gelen:

“Açılın, ben de saldırayım. Sinirim tepemde, çok kızgınım. Sağlam bir vurmak istiyorum.”

Kalabalık:

“Vurun…”

“Vurun…”

“Durun, ben de vurayım…”

Kalabalıktan biri:

“Yol açın, arkadaş da vuracak.”

Son gelen:

“Ah, uh, of… Vuramadım ki… Iskaladım…”

Rabarba:

“Yahu olmaz böyle şey! Nerede görülmüş? Sen kalk, CHP İstanbul İl Başkanı olarak, Atatürk’e ‘Gazi Mustafa Kemal’ de…”

“Yakışır mı? Sen Atatürk’e nasıl böyle dersin?”

“Olur şey değil…”

“Çıldıracağım arkadaş!”

“Havsalam almıyor!”

“Benim de…”

“Benim de…”

“Abi ben doğma büyüme Edirneliyim ama babam Uzunköprülü, ana tarafım Havsalı… Benim de havsalam almıyor!”

“Yahu kardeşim, memleketleri niye karıştırıyorsun? Nereli olursan ol, almaz tabiî. Bak ben Boluluyum, ama sinirden yerimde duramıyorum.”

“Bolunun neresi abi? Hasan Usta’yı tanır mısın?”

“Beyler, beyler… Mevzu dağılmasın. Memleketin her tarafı bizim. Hemşeri derneğindeymiş gibi davranmayalım. Lütfen yani…”

“Arkadaş haklı…”

“He valla…”

“Bak bu iş burada kalmaz… Diyim ben sana…”

“Ne olur abi?”

“Valla ne bileyim, hesabı sorulur. Mutlaka sorulur.”

“Sorulsun.”

“Soruyoruz işte! ‘Ne hakla böyle konuşuyorsun?’ diyoruz. ‘Nasıl böyle söylersin?’ diyoruz. Gözüne kaşına vuruyoruz. Böbreklere çalışıyoruz… Bana mısın demiyor yine de.”

“Yahu arkadaş… Böyle bir şeyi başka partiden biri yapsaydı, fena hâlde yüklenirdik ama şimdi yani… Nasıl desem? Kendi aramızdan biri…”

“Öyle ya, öyle ya…”

“Hem de herhangi bir ilin başkanı değil, koskoca İstanbul bu…”

“Dili sürçmüş olmasın? Belki ağzından kaçırmıştır…”

“Yok be, eskiden beri böyle söylermiş.”

“Abi ben tam anlayamadım galiba. Ne zamandan beri böyle söylüyormuş?”

“Hep…”

“Hep mi?”

“Kendi dedi.”

“Ya…”

“Yaa…”

“Haydaa…”

“Hayda mayda, böyleyken böyle işte…”

“Kendi aramızda beslemiş büyütmüş, o koltuğu emanet etmişiz.”

“Evet, bir de seçmişiz.”

“Ne denir?”

“Ne denir abi?”

“Ne desek az gelir arkadaş!”

“Vay Atatürk düşmanı vay…”

“Vay hain vay…”

“Halide Edip’in meşhur romanı var ya, ‘Vurun’ diye başlayan. Onu hatırlatacağım ama yanlış anlaşılır diye korkuyorum.”

“Yani… Çok da şey etmemek lâzım. Ölçüyü kaçırma...”

“E peki abi, bunca zamandır böyle söylüyormuş da bugüne kadar kimse farkına varmamış mı bunun?”

“Ne bileyim?”

“Varılmamış demek ki…”

“Demek sözlere yeterince dikkat etmiyoruz. Etsek, önce varırdık farkına.”

“Etsek ne olacak? Varsak ne olacak? Biri de çıktı vakti zamanında, bütün kitleye aptal dedi, kimin gıkı çıktı? Ha? Sorarım…”

“Yok arkadaş, aptal demedi, şizofren dediydi…”

“Yahu ne fark eder, aynı şey…”

“Aynı şey değil abi… Şimdi şizo demek…”

“Arkadaşlar, arkadaşlar, dağıtmayın. Akıllı olun. Şimdi durum bu merkezdeyken eskileri karıştırmayın…”

“Elâlemin ağzına sakız olduk. Dağıtsak ne, dağıtmasak ne!”

“Ne?”

“Yok bişey…”

“Şimdi, sakız makız bilmem de… Kafama takılan bir husus var.”

“Kardeşim, hepimizin kafasına bir şeyler takılıyor…”

“Bak, benimki ciddî yalnız. Söylim mi?”

“Söyle abi…”

“Bak, benim okulum Gazi Üniversitesi. Yeğen geçen hafta Hatay’da üniversiteyi kazandı.”

“Eee?”

“E’si şu: Hatay’daki üniversitenin adı da Mustafa Kemal Üniversitesi...”

“Ne demek istiyorsun?”

“Yani… Kem, küm… Daha ne diyeyim arkadaş? Anlasana!”

“Anlamadım.”

“Ben biraz anlar gibi oldum.”

“Okulların adı ilginç.”

“Ne yapalım? Hepimiz Atatürk Üniversitesinde mi okuyacaktık yani?”

“Beyler, beyler… Üniversitenin adı başka, bu hitap durumu başka…”

“Hiç de bilem başka değil. Aynı.”

“Ne yapalım? Gidip bütün üniversitelerin adını Atatürk mü yapalım?”

“Bizim gücümüz yeter mi abi hepsinin adını Atatürk yapmaya?”

“Olmaz ki… Bir yerde üniversitenin adı Gazi olur, bir yerde Mustafa Kemal olur, bir yerde de Atatürk olur… Hepsini aynı yapsan karışır ortalık.”

“Zaten şimdi de yeterince karıştı arkadaş!”

“Ne karıştı?”

“Burası…”

“Toparlarız… Merak etmeyin…”

“Önce şu meseleyi halledelim.”

“Sorun büyük.”

“Çok büyük.”

“Bir CHP’li Atatürk’e Atatürk demezse, olmaz.”

“Abi, ayıptır sorması, aynı olmuyor mu Gazi Mustafa Kemal deyince?”

“Olmuyor… Sinirlendirme beni. Tepem atık zaten, hıncımı senden çıkarmayayım şimdi.”

“Abi bak, lütfen yani, bir kenara çektim de fısıltıyla soruyorum o yüzden. Bağırmadan çağırmadan anlamaya çalışıyorum.”

“Anlamaya çalışma arkadaşım, anla! Sadece anla! Ne diyorsak, o! Anladın mı?”

“Anladım abi.”

“Tamam, çekil kenara. Toplanalım, bir çözüm yolu bulalım. Önce hesap soralım. Sonra ne yapacağımıza karar verelim. Bu böyle yürümez. Bu şekilde bir yere varamayız.”

“Varamayız.”

“Arkadaş, bak şimdi! Üniversiteler böyle de liseler, ortaokulların isimleri başka türlü mü? Ankara’da şehrin göbeğinde bir taraf GMK yani Gazi Mustafa Kemal Bulvarı, bir taraf Atatürk Bulvarı…”

“Eee, nereye varmak istiyorsun?”

“Ben bir yere varmak istemiyorum. Kızılay’dan Çankaya’ya çıkmak istiyorum farzı misâl…”

“Yolu biliyorsun. Yukarı doğru git işte…”

“Arkadaşım, o değil. Ülkenin birçok yerinde Gazi Lisesi var, Mustafa Kemal Lisesi var, Atatürk Lisesi var… Aynı şekilde ortaokullar var, caddeler var… Onları da değiştirecek miyiz?”

“Senin kafan karışmış. Sen etki altında kalmışsın.”

“Aramızda bir ajan var arkadaşlar…”

“Ne ajanı arkadaş, nereden çıkarıyorsunuz? Vaktiyle Can Dündar da yaptığı belgesele ve yazdığı kitaba ‘Mustafa’ adını vermemiş miydi?”

“O başka…”

“Nesi başka?”

“Hesabı görüldü onun. Sonrasını da biliyoruz zaten. Kimse Can Dündar’a laf sokmasın şimdi.”

“O ne Gazi dedi, ne Kemal dedi, ne Paşa dedi… Sadece Mustafa dedi.”

“Hoop, bi dakka! Karıştırma ortalığı… Geçmiş gitmiş, hesabı görülmüş o konunun. Çarpıtıp başka yere kaydırma meseleyi. Sen nereden geldin bakayım?”

“Ayrancı tarafından geldim…”

“Onu demiyorum arkadaşım… Hangi partidensin? Aramıza sızmış biri misin, nesin?”

“Yok abi, yedi göbek CHP’liyim.”

“Sen nasıl CHP’lisin arkadaş? Fitne sokmaya çalışıyorsun sabahtan beri? Yok caddeymiş, liseymiş, Can Dündar’mış falan?”

“Yok arkadaşım, ben durumu özetledim sadece. Diyorum ki…”

“Ne diyorsun? Sen de mi hainsin? Atatürk düşmanı mısın? Söyle, kim besledi büyüttü, bugünlere kim getirdi seni?”