GEÇTİĞİMİZ hafta “Bu savaş
herkesi içine çeker” derken Rusya-Ukrayna Savaşı’nın kendi bölgesinde bulunan
her kuvveti hareketlendirdiğini, hareketlenmeyenleri dahi hareketlendireceğini
ifade etmiştim.
Yani
bu ifadeden maksadım, bir üçüncü dünya savaşı değildi. Kaldı ki, söz konusu
yazıda en önemli ayrıntı, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ukrayna’nın işgali konusunda
Rusya’ya karşı çekimser tavrına değinmemdi.
Ben
bu ayrıntıya dikkat çekerken, yazımı okuyanların veya bu konuda
konuştuklarımın, “Çin Rusya’yı destekliyor” diyerek beni uyarmaya
çalıştıklarını gördüm. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu konudaki çekimserliği
konusunda ısrarım sürüyor.
Şöyle
bir haberle beyan edeyim ne demek istediğimi:
“Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, ‘ABD,
sürekli Ukrayna’ya silah satarak, savaş çığırtkanlığı yaparak gerilimi
artırıyor. Esas sorulması gereken, Ukrayna krizinde ABD’nin ne rolü oynadığı’
dedi.
ABD’ye sert eleştiriler yönelten Çinli sözcü, ‘Ateşe
benzin dökerken başkalarını suçlamak sorumsuzluk ve ahlâksızlık’ ifadesini
kullandı.
ABD ve Avrupa Birliği’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları
hatırlatıldıktan sonra Çin’in de bu yönde karar alıp almayacağı yolundaki bir
soru üzerine Hua Chunying, yaptırımların hiçbir zaman sorunların çözümü için
temel bir araç olamayacağı görüşünü dile getirdi.
Çin, Pazartesi günü yaptığı açıklamada daha dengeli
bir tavır izleyerek, Ukrayna krizinde taraflara itidal tavsiye etmiş ve sorunun
diyalog ve müzakere yoluyla çözülmesi çağrısında bulunmuştu.” (Euronews)
Çin Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklamayla ABD’ye ayar
verme çabasında olduğunu görürken bir detaya daha vâkıf oluyoruz: Rusya ve
Ukrayna’ya karşı dengeli ve müzakere tavsiye eden bir tavır…
Rusya ve Ukrayna’ya karşı aynı mesajı veren bir ülke
daha var; Türkiye. Türkiye’nin tavrının çekimser olduğunu bütün dünya biliyor.
Demek ki neymiş? ÇHC bu konuda çekimsermiş.
Peki, ÇHC neden çekimser, neden Ukrayna’yı kendisine
mazeret göstererek Tayvan konusunda bir adım atmıyor?
Öncelikle ÇHC’nin Rusya ile arasında bölgesel bir
hâkimiyet rekabeti var. Bu anlamda Rusya’nın yanında doğrudan yer alması
neredeyse imkânsız. Bunu son bir ayda ÇHC Başkanı Xi Jin-ping’in Rusya
Federasyonu Başkanı Putin’e gösterdiği soğuk tavırlardan anlamak dahi oldukça kolay.
Son birkaç ayda Türk medyası dâhil ABD ve Avrupa
medyasında ÇHC’nin Tayvan’a saldıracağı yönünde haberler servis ediliyor. Bu
haberleri ben, Rusya’nın Ukrayna’ya savaş ilân etmesinden bir yıl önce başlayan
haberlere benzetiyorum. Neredeyse her gün servis edilen Rusya-Ukrayna haberleri
sonunda gerçekleşti. Sanırım medya, bir şeyi kırk kez demekle o şeyin olup
olmayacağını denemekle mükellef görüyor kendisini. Ve bunu ÇHC-Tayvan
meselesinde yüklüyor.
Ancak böyle bir şeyin olmayacağını, neredeyse her gün
Tayvan’ı havadan yahut denizden taciz eden ÇHC’nin özellikle içinde
bulunduğumuz süreçteki tavrından görüyoruz.
ÇHC’nin bir üçüncü dünya savaşı istemediği açıkça
ortada. Bunca yıl güç biriktirmiş ve sermaye edinmişken bir anda bu güç ve
sermayenin kendisinden kaçmasını istemeyen bir ÇHC var.
Söz konusu haberler servis edilirken, ÇHC’nin komünist
bir ülke olduğu unutturuluyor. Bu ifadeyi şunun için kullandım: Herhangi bir
ideolojinin idare ettiği ülkelerin birincil idare yöntemi propagandadır. Evet,
her idarenin ilk yöntemi budur, ancak ideoloji varsa, propaganda piktir.
ÇHC yönetimi, varlığını sürdürmek için sadece Tayvan
değil, Endonezya ve Avustralya’yı da taciz ediyor. Hatta bu tacizler Japonya ve
Malezya’yı dahi artık sıkmış durumda. Ve Tayvan, bölge ülkeleri açısından
ÇHC’ye karşı bir doğal kalkan olarak kabul ediliyor.
Tayvan’ınsa ÇHC’nin saldırı tehdidi gibi bir sorunu
yok. Öyle olsa, dünyanın tedarik merkezlerinden biri olmaya devam edemezdi
sanırım. Yani görünürde ÇHC gibi dev bir arazi ve nüfusa sahip bir ülkenin
karşısında küçük ve ona göre çok az nüfuslu bir Tayvan var. Ancak bu hiç de
göründüğü gibi değil.
Hatta bu tabloyu daha genişleterek anlatalım ve bir
üçüncü dünya savaşının Pasifik bölgesinden ateşlenmeyeceğine dair verilerimizi
bir dahaki yazımızla açıklayalım.
Cuma günü görüşmek üzere…