Ömür
sayacı hep ileri sayar.
Bu
sayaç bazen genç, bazen orta yaşlı, bazen yaşlı, bazen de ileri vakitlerde
yazmayı durdurur; yazmanın durduğu yerde de ömür biter, yaşam sona erer.
Bugün
kaç yaşındasınız? Aynaya baktığınızda akseden dışarıdaki görünüşünüzle
içerideki görünüşünüz birbirine uyumlu mu?
Yaşlılık
yaşam süresinin (ömrün) belirli bir döneminden sonra, yetişkinliğin devamında
fizikî ve ruhî değişimlerin görüldüğü bir evre olarak tanımlansa da, kas
kuvvetinin azaldığı, kemiklerin zayıfladığı, işitme ve görme kaybı gibi çok
sayıda sağlık probleminin yaşandığı ileri yaşlarda pek çok kimse bu durumu
kabullenmek istemez. Geçmişe döner, zamana karşı koyar, gücü yettiğince direnir;
içindeki çocuğun hep aynı saflıkta, hep aynı durulukta kalmasını ve fakat
büyümesini hiç istemez.
Meselâ,
aynaya baktığında kendini yorgun hisseden, yaşlı gibi davranan, içindeki
enerjiyi bitirmiş ve tükenmişlik hissine kapılmış insanın aksine, “Ben yaşlı
değilim” diyen, “Kendimi 18 yaşında hissediyorum” lâtifesini yapan, hayat dolu,
ruhsal açıdan genç gören binlerce insan görürsünüz etrafınızda.
Bir
kişi, yaş itibariyle ne kadar genç olsa da kendini yaşlı hisseder, hayatın
anlamını yakalayamaz, yaşlılığa karşı en güçlü silah olan hayat bağını
güçlendirecek maddî ve mânevî unsurlarla besleyemezse, beyin olarak da, beden
olarak da kendini bitirmiş demektir.
İnsan
yaşadığı müddetçe ömür sermayesini tüketip eskirken, ömrü (günübirlik yaşamı)
kolaylaştıracak teknolojiler de hızlı bir şekilde geliştirilip yenilenir,
hayatımıza girer. Bilgisayar ve mobil cihaz yazılımcıları, piyasaya sürdükleri
yeni bir modeli tüketiciler henüz benimsemişken, daha üst özelliklerle
geliştirilmiş, daha çok zaman ve daha çok emek tasarrufu sağlayacak yeni bir
modeli piyasaya sürerler. Üreticiler, tasarımcılar, yazılımcılar daha iyisini,
daha pratiğini, daha cafcaflısını, daha donanımlısını üretmek, para kazanmak
için çalışırken, tüketiciyse kullanmayacağı onlarca özelliği
dâhili-tümleşik (on board) olan bir cihaza sahip olabilmek için binlerce
lira para harcar.
Bir
cihazın niteliği arttıkça, insan davranış ve düşüncelerinde de birçok değişime
yol açar. Cihazın sahip olduğu özelliklerin ne işe yaradığı hususunda pratiği
geliştikçe; geliştirilen her yeni teknolojinin daha çok zaman ve daha çok emek
tasarrufu olduğu konusunda yeni bir anlayış kazandıkça, cihazın işletim ve
donanım gücünün üstünlüğü sayesinde işin kısa bir sürede bittiğini, kendi
hayatının ve dolayısıyla etrafındaki hayatın bazı noktalarında önemli ölçüde
değiştiğini görünce, bazı davranış alışkanlıklarını sahip olduğu bu yeni
cihazın işleyiş tarzına göre ayarlamaya başlayınca, değişen zamana karşı
kendini değiştirmeye ve gelişen teknolojiye karşı kendini geliştirmeye mecbur
kalıyor.
Bir
sosyal paylaşım hikâyesi
En
mâhir insanların bile kullanmakta bazen zorlandığı yeni model cihazları yaşlı
ve ileri yaşlı insanların; bazı
zihinsel yeteneklerinin zayıflamasından dolayı benimsemeleri, pratiğini
anlamakta ve kullanmakta zorluk yaşasalar da eski nesil teknoloji ürünleri
(özellikle bilgisayar ve mobil telefon) ellerinden atarak yeni modellere rağbet
ediyor olmaları, gençlerle yarışacak kadar olmasa da pratik birer kullanıcı
olma istekleri gözlerden kaçmıyor.
Hayat
dolu, geçmişle bağını koparmamış, yüzünü geleceğe dönmüş, meraklı, araştıran,
okuyan, sorgulayan, ilerleyen yaşına rağmen döneminin bilgisayar modelini
kullanmayı öğrenmiş emekli bir hanımın, torunlarıyla geçirdiği hoş vakitlerin
ardından kendine ayırdığı zamanı açtığı sahte bir sosyal medya hesabıyla
bilgisayar karşısında nasıl geçirdiğini ve buradan nasıl eğlendiğini anlatmak
istiyorum.
Bundan
yaklaşık on dört yıl kadar önce, ailece tatilimizi geçirmek üzere gittiğimiz
İzmir Özdere’de bir tesadüf sonucu aynı kampta tanıştığım, tahminen yetmiş
yaşın üzerinde bir hanımefendi ile sohbet ederken, ilerleyen yaşına rağmen
bilgisayarı çok rahat kullandığını, bir “sosyal paylaşım sitesine” üye olduğunu
ve orada genç insanlarla arkadaşlık kurduğunu anlatmıştı. Kendi akranlarının
basit bir cep telefonunu bile kullanmakta zorlandığı ileri yaştaki bu
hanımefendinin anlattıkları çok hoşuma gitmişti.
Bu
hanımefendinin sanal âlemdeki arkadaşlarından kendi gerçek, tanınan ve bilinen
kimliği ile yaşını ve kişiliğini gizlemesi, kendini eğitim fakültesinde okuyan
idealist bir öğretmen olarak tanıtması, sohbetimizin en ilgi çekici yanıydı.
Hanımefendi büyük bir nezaketle, sosyal medya hesabında profilini bekâr olarak
düzenlediğini, kendisini bekâr olarak tanıtan onlarca sanal erkeği peşinden
koşturduğunu, bu sanal erkeklerin ısrarla bir araya gelme, yüz yüze tanışma
teklifleri karşısında ise sürekli bahane ürettiğini ve kaçtığını anlatıyordu.
Âlem
sanal olunca, orada kurulan dostlukların da, yapılan yazışmaların da,
birbirlerine anlattıklarının da, gerçeklerden ve samîmiyetten oldukça uzak,
sanal ve sahte olması kadar doğal bir şey olamazdı. Orada gerçek olan tek şey,
klavyeden dökülen sanal yalanlardı.
İkiyüzlü
bir ortam
“Mobil
ve bilgisayar teknolojilerinin otobanı” diyebileceğimiz internet, bugün
iletişim alanında gelinen en son noktayı ifade ediyor. İnternet, üzerinde en çok araştırma yapılan,
milyonlarca belge, fotoğraf, ses kaydı ve video yüklenen, milyarlarca insanın
kullandığı koskoca bir derya. İnternette yararlı bilgiler kadar, tehlike saçan
onlarca zararlı bilgi, belge, program, yazılım ve virüs var.
Facebook,
Twitter, WordPress, Google Plus, LinkedIn, Instagram, Badoo, Windows Live,
Myspace, Flixter, Flickr, LiveJournal, Foursquare, Blogger, Youtube, My Yahoo,
SlideShare, FriendFeed, DailyMotion, Delicious, Tiktok gibi arkadaşlık, dosya
paylaşım, sosyal ve sanatsal paylaşım, fotoğraf, video paylaşım, mikroblog
siteleri ve blog tarama siteleri ile akıllı telefonlar ve masaüstü işletim
sistemleri için geliştirilen, çoklu plâtform desteği sunan, kablosuz bağlantı
alanı (Wireless Fidelity/Wi-Fi) üzerinden yazılı, sesli ve görüntülü haberleşme
sağlayan WhatsApp, Facebook Messenger, Telegram, Viber, BİP ve Skype gibi anlık
mesajlaşma uygulamaları, internet üzerinden iletişim ve telefon görüşmesi
yapılmasını sağlayan yazılımlar, iletişim dünyamızın önemli birer etkileşim,
paylaşım ve ortak kullanım alanları olarak yürüdüğümüz bütün kulvarlar ile hayatımızın
kontrolünü ele geçirdi.
İnsanlar
yaptıkları faaliyetleri burada paylaşmayı, kendilerine ait bir şeyler
yüklemeyi, yükledikleri şeylerin internette dolaşımda olmasından, aradıklarında
bulmalarından, arandıklarında bulunmalarından büyük heyecan duyuyorlar. Bundan
kolay kolay vazgeçilmesi de pek mümkün görünmüyor.
Bu
dijital-siber-sanal âlem/sosyal medya, insanlar üzerinde büyük tehdit
oluşturuyor. Gelişmiş bilgisayarlarla, geliştirilmiş çok özel yazılımlar
üzerinde doğru algoritmalar kullanılarak kişinin ekran karşısındaki tüm
aksiyonları, geçmiş bütün verileri büyük bir hızla taranarak ekrana yansıttığı
ve dışarı yansıtmadığı psikolojisini anlamlandıracak şekilde “bingo”
denilebilecek çok yakın analizler yapılıyor, kişilik özellikleri ve haritaları
çıkarılıyor. Ve algoritmalar sizi eşinizden, yakın çevrenizden, iş
arkadaşlarınızdan, anne ve babanızdan daha iyi algılıyor, tanıyor, tespitler
yapıyor ve arşivliyor.
Sosyal
açlık mı, asosyal yalnızlık mı?
Hiç
tanımadığınız insanları sıcak, samîmi, candan, içten ve doğal bir iletişime
gerçekten ihtiyacınız olduğundan mı, yoksa biraz eğlence olsun diye mi sosyal
ağlar üzerinden hayatınıza girmelerine izin veriyorsunuz?
Özünde
ihtiyaç duyulmayan, yalan temeller üzerine kurulan bütün dostluklar güven duygusunu
ortadan kaldırır. Dolaştığınız alan sanal olunca, kurulacak dostluklar da sanal
olacak, hissiyatın olmadığı bir ortamda karşılaşacağınız karakterler elbette
güven vermeyecektir. İşaret parmağının ucuyla basılan “ESC” tuşu sayesinde, kurulan
yalan ve sahte dostlukların fişi çekilmiş yani eğlence sona ermiş olacaktır.
Amacına
uygun ve doğru kullanılırsa büyük kolaylık
Yapılan
bir araştırma, dünyada her beş kişiden ikisinin internet kullandığını,
ülkemizde ise her iki kişiden birinin internet kullanıcısı olduğunu ortaya
koyuyor. Yine aynı araştırma, ülkemizde her beş internet kullanıcısından
dördünün, sosyal medyaya girebilmek için internet kullandığını, dünyada her üç
kişiden birinin sosyal medya hesabı varken, ülkemizde ise her iki kişiden
birinin sosyal medya hesabı bulunduğunu söylüyor.
Sosyal
paylaşım sitelerinin en önemli ve taşınabilir özelliği, internetin olduğu her
yerde akıllı telefonlarla ulaşılabilir olmasıdır. Bugün çocukların ve gençlerin
neredeyse tamamına yakını, sosyal medyayı aktif olarak kullanmaktadır.
Doğru
ve amacına uygun kullanıldığında sosyal paylaşım siteleri insan hayatına renk
katan, büyük kolaylıklar kazandıran uygulamalardır. Meselâ, anlık mesajlaşma
uygulamaları da ailenizle, arkadaşlarınızla, beğendiğiniz politikacılarla,
yazarlarla, sanatçılarla hızlı iletişim kurmanıza imkân sağlarken, bilgiye
kolay erişmenize, ders ve ödevleriniz hakkında farklı kaynaklardan bilgi sahibi
olmanıza, üyesi olduğunuz sosyal-kültürel-hobi gruplarının faaliyetlerinden ânında
haberdar olmanıza, evrak, dosya, fotoğraf, bilgi ve belgelere kolay erişim
sağlamanıza ve kendinizi daha rahat ifade etmenize dair özgürlük sunar.
Özel
hayatınızı tehlikeye atmayın!
Sanal
âlemin sanal portföyü arttıkça, sanal otobanın trafiği kalabalıklaştıkça
karşılaşılacak tehlikelerin boyutları da bir o kadar artıyor. Yapılan bir
araştırmada, sosyal paylaşım siteleri üzerinden milyonlarca kişinin bilgilerine
rahatlıkla ulaşılabildiği, gizlilik ayarlarının kullanılmadığı, binlerce
kullanıcının sosyal paylaşım sitelerinde kimlik bilgilerinden oturduğu adrese,
çalıştığı işyerine kadar birçok bilgiyi çekinmeden paylaştığı sonucuna
varıldığı yazıyordu. Gizlilik hesap ayarlarının çok iyi yapılması önemli; aksi
takdirde bu paylaşımların veya özel hayata ait bilgilerin kötü niyetli birilerinin
eline geçmesiyle öngörülemez sonuçları olacaktır.
İnternetin
yararı kadar zararları da var
Bilgisayar,
internet ve mobil telefonlar hayatın bütün faaliyetlerinde çok büyük
kolaylıklar sağlasa da, ardında çok büyük tehlikeler barındırıyor. Sosyal
medyanın beklenen ve bilinen en büyük tehlikelerinin başında dezenformasyon,
manipülasyon ve bağımlılık geliyor.
Sürekli
ekran karşısında oturarak dışarıda arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamanı
kısıtlar, ailenizden ve toplumdan uzaklaşırsanız yalnızlaşırsınız.
Hareketsizliğin insan üzerinde yapacağı baskının doğal bir sonucu olarak aşırı
kilo alır, fizyolojik ve psikolojik sağlığınızın bozulmasına neden olursunuz.
Ve sahte (fake) hesaplar üzerinden sahte kimlik oluşturan kişiler tarafından
uygun olmayan ilişkilerin içine çekilerek suiistimale uğrarsınız…
İki
farklı dünya
Şöyle
bir düşünün: Duyduğunuz, gördüğünüz, dokunduğunuz, hissettiğiniz, refleks
verdiğiniz gerçek sosyal alan ile hiçbir duygunun yaşanmadığı, mimik-hareketlerin
görülmediği, tepkinin ortaya konulmadığı sanal ortam aynı olabilir mi? Olamaz…
Çünkü her ikisi birbirine taban tabana zıt iki farklı dünyadır.
Sanal
ortamlar ulusal veya uluslararası sınırları ortadan kaldırarak herkesin her
şey(in)den haberdar olduğu evrensel bir sosyal etkinlik ve paylaşım alanı
oluşturmakta. Aynı sosyal paylaşım siteleri iletişim kuran karakterleri
arasında doğruları gizleme ve gerçekleri saklama imkânı vermesi yönüyle de her
toplumun, her kültürün kendine has bazı değer ölçülerinin yitirilmesine zemin
hazırlamaktadır. Bu da maddî ve mânevî değer yargılarından uzak, kültürsüz bir
toplum demektir.
Bir
ferdin, gerçek hayattan yavaş yavaş koparak, hayatına soktuğu internet
kültürünü kontrol edemeyeceği bir alışkanlığa dönüştürmesi, kendini yapay bir
âlemin içine hapsetmesi, hissiyattan uzak bir ortamda saatlerce ekranın
karşısında vakit geçirmesi, doğru bir seçim olarak kabul edilebilir mi?
Sosyal
ağların tüm kullanıcı bireyler ve onların karakterleri üzerinde aynı
olumlu/olumsuz etkiyi bıraktığını elbette iddia edemeyiz. Ancak kurgulanmış,
önceden çalışılmış, plânlanmış, sahici olmayan kimlik bilgileriyle, sahte
hesaplarla, takma-sahte isimlerin cirit attığı bu sanal plâtformlarda, sürekli
ring yapılan bu sosyal ağ otobanında, sağlam bir iradeniz, güçlü bir mânevî ve
psikolojik altyapınız, çelik gibi imanınız yoksa gerçek/yalan dengesini
kuramaz, sanal gerçekliğe kendinizi kaptırırsanız, siber âlemin çöplüğünde
kaybolmakla kalmaz, deyim yerindeyse iç âleminizde onarılamaz hasarlara yol
açarsınız.
Gerçek
ile sahte arasındaki farkı anlıyor, mâneviyatınızı koruyor, ahlâkî altyapınız
çökmüyorsa, karşılaşacağınız nahoş durumlarda iradenizi kaybetmiyor ve direnç
gösterebiliyorsanız, ne âlâ! Aksi bir durum, felâkettir. Allah korusun,
cesaretiniz kırılır, yuvanız yıkılır, hayatınız kayar, 3’üncü sayfa haber
konuğu olarak üzerinde günlerce konuşulan bir malzeme olursunuz.
Yüz
yüze olmak sosyal bir terapidir
Yüz
yüze olmanın, sohbet etmenin, fikir teatisinde bulunmanın, konuşmalara mimik
katmanın, beden dilini kullanmanın vereceği keyfi hiçbir mekanik,
elektromanyetik iletişim aracı, sosyal ağ ve sanal dünya veremez.
Güzelliklerin
ve insana has güzel duyguların paylaşıldığı dost ortamları, “Merhaba” demenin
sıcaklığını, selâm vermenin samîmiyetini, yüz yüze yapılan sohbetleri hep
önemsemişimdir.
Sosyal
ağları hangi maksatla kullandığınızı, gerçek niyetinizin ne olduğunu hiç kimse
bilemez.
Sahici
ortamları ister sevin, ister sevmeyin… Gerçek ortamlardan ister uzak durun,
ister yakın… Sanal muhabbetlere ister açık olun, ister kapalı… Sosyal ağlara
ister bağımlı olun, ister bağımsız… Her an, her saat ister çevrimiçi olun,
ister çevrimdışı… Mânevî bağların zayıfladığı, diyalogların koptuğu,
aldatmanın, kandırmanın, sahtekârlığın, dolandırıcılığın pervasızca yapıldığı,
utanma arlanmanın pek de kalmadığı günümüzde samimi ve candan kurulan dostlukları,
dünyada gelişen olayları konuşmayı, günün havadislerini tartışmayı, birlikte
ortak vakit geçirmeyi, içten gelen o sıcacık sohbetleri, birbirimize uzattığımız
o temiz elleri tutmayı “sosyal terapi” olarak görüyorum.
Velhasılıkelâm…
Tüm
dünyayı etkisi altına alan Koronavirüsün etkileri hâlâ devam ediyor. Bu süreçte
uygulanan karantinalar ve getirilen sokağa çıkma yasakları sonrası yaşlısından
gencine, büyüğünden küçüğüne herkes teknolojiyle daha yakınlaştı. Meslek
dallarının pek çoğu yarı zamanlı çalışmak, işlerin bir kısmını evden yürütmek
ve interneti daha yakından kullanmak zorunda kaldı.
Hayatımızın
bir parçası hâline gelen bilgisayar-telefon-internet-sosyal medya-sosyal plâtformlar
ve uygulamaların (aplikasyon) sosyal ve toplumsal etkileri üzerinde hepimiz
kafa yormalı, şu soruların cevabını aramalıyız: Nasıl kullanalım, neyi
kullanmayalım? Bu uygulamalara ne kadar ihtiyacımız var?
Bir
tarafta hayatın gerçek yüzü, diğer tarafta bilgisayarın derin, insanı kendine
çeken sanal âlemi… Bu seçimi doğru yapmak, ihtiyacınızın dozunu ayarlamak sizin
elinizde!