Darbenin
muhtemel sebebi
ABD
ve genel olarak Batı ülkeleri, 1916’da Sykes-Picott ile başlayan Ortadoğu’yu
parçalama işini bir asır sonrasında daha da minorize etme konusunda
hemfikirler. Şu an için en yakın hedef, Suriye’nin kuzeyinde “PYD Kürdistanı”
oluşturmak. Böylesi bir niyet fiiliyata geçecek olursa, “Barzani Kürdistanı” da
Irak’tan ayrılmak için her yolu deneyecektir.
Aşikâr
ki, stratejik müttefiklerimiz (!) ile başta Suriye ve Irak konularında olmak
üzere bir dizi meselede farklı nihaî hedeflere sahibiz. Buna mukabil,
Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan en güçlü ülke Rusya. Nitekim Türkiye
Rusya ile yakınlaşınca, IŞİD, Atatürk Havalimanı’nda kanlı bir eylem yaptı.
Mesaj açıktı. Lâkin Hükûmet kararlılığından taviz vermedi. Hatta Sayın
Başbakanımız, Suriye ve Irak konusunda da barışa yönelik benzer adımların
atılabileceğini söyledi. Bir hafta sonra malûm hain kalkışma gerçekleşti.
Evvelce
yaşamış olduğumuz birçok darbenin Rusya’ya yakınlaştığımız dönemlerde
gerçekleşmiş olması ve yukarıda özetlenen okuma şekli, darbe teşebbüsünün ABD
kaynaklı olduğunu gösteriyor. Süreç içinde şahit olduğumuz İncirlik kaynaklı
haberler, karşılıklı resmî açıklamalar ve F. Gülen’in iade edilmesi talebimiz
karşısında gelen tavırlar da bu kalkışmanın ABD merkezli olduğunu bir kez daha
teyit etmekte.
Peki,
ABD-NATO, arzu ettiği ara hedeflere ulaştı mı?
Kalkışmanın
taşeronu olan FETÖ üyesi subayların ve destekçilerinin gözaltına alınmış
olmaları veya tutuklanmalarına bakarak, “Teşebbüs başarısız oldu!” diyebiliriz.
Oysa malûm taşerona bu işi veren akıl-irade açısından darbeyle plânlanan ilk
sonuç elde edilmiş durumda. Zira binlerce yetişmiş personeli-yetkilisi açığa
alınmış, güveni zedelenmiş, hâliyle de harekât yeteneği minimize olmuş bir
ordumuz var artık. Bölgemizdeki, komşularımızdaki muhtemel
gelişmelere-tehditlere karşı caydırıcı gücümüz maalesef ağır yara almış
durumda!
Darbe
heveslilerinin bundan sonra yapabilecekleri neler var?
Aradan
bir hafta geçmiş olmasına rağmen ikinci bir kalkışma riskinin hâlen mevcut
olduğu söyleniyor. Buna karşı değişik tedbirler de alınmış durumda. Naçizane
dikkat çekmek istediğim başka bir husus mevcut.
Darbe
teşebbüsü veya FETÖ üyeliğinden içeri alınıp sorgulanan subayların ve
istihbaratçıların verecekleri ifadelere, bunların kamuoyuna ulaştırılma
zamanlaması ve şekline azamî dikkat gösterilmeli! Zira bu adamlar herhangi bir
mafya veya hırsızlık çetesinin üyeleri değiller. Hemen her birinin psikolojik
harp ve propaganda teknikleri konusunda NATO bazlı eğitimleri var. Güya samimi
itiraflarda bulunurken, “başarılı bir darbede” elde edebileceklerinden daha
fazla manipülasyon ve kafa karışıklığı oluşturabilirler. Hâliyle darbecilerin
bu sorgulamalarda verecekleri bilgiler-iddialar-itiraflar, çapraz kontrollerle
teyit edilmeden medyanın eline düşürülmemeli. Yahut kripto kaynaklarca yine
kripto olan gazetecilere ve/veya “ahmak trol hesaplara” servis edilecek böylesi
kasıtlı beyanatlara karşı önlem alınmalı!
Bu
konuya dair ilk örneğimiz yurtiçine dair. Tam da “Malatya’da Sünnîler Alevîleri
linç ediyor” haberleri ve kripto hesaplardan karşılıklı provokatif mesajlar
sosyal medyada zirve yaparken, dışarıya bir itiraf (!) servis ediliyor.
Sosyal
ve yazılı medyada “Flaş! Flaş!” diye verilen ve üzerinde evvelce çalışıldığı
belli olan itiraf (!) görünümlü bu provokatif haber aynen şu şekildeydi: “Darbe
başarılı olsaydı, filanca Alevî muhtarın 300 adamı silahlandırılacaktı ve
Sünnîler katledilecekti.”
Evet,
darbeciler evvelce çalışılmış bu sözde itirafları sorgularda söyleyebilirler.
Ama bunları dışarıya sızdırmak için ya ahmak olmak gerekir ya da kripto bir
hain.
Çalışılmış
böylesi provokatif itiraflar (!) kriptolar eliyle dışarıya servis edildikten
sonra bunu flaş haber olarak kamuoyuna sunanlar ya ahmaktırlar, ya kripto.
Sanırım
OHAL uygulamaları, provokasyonlara alet olan böylesi ahmaklıkları bertaraf
etmek veya bilinçli şekilde hareket eden kripto kaynak ve aracıları gözaltına
alabilmek için yeterli imkân sunmakta.
Bahse
konu “evvelce çalışılmış itirafların” sızdırılmasına dair bir diğer örnekse
komşularımızla ilgili. Metin-iddia birçok kurgusal mantıksızlık içeriyor. Lâkin
yine de müşterisi bol çıktı.
Buna
göre filanca general sorguda itiraf etmiş; darbe başarılı olsaymış 10 bin IŞİD
militanı, 50 bin Iraklı Şii milis ve bin Suriyeli ajan Türkiye’ye sokulacakmış.
Ülkelerini IŞİD işgalinden korumaya çalışan binlerce Şii milis, IŞİD’le Irak’ta
savaşmayı bırakıp, üstelik bir de düşmanıyla birleşip İskenderun’a
saldıracakmış.
Görüldüğü
üzere çalışılmış böylesi itiraflar(!), darbe konusunda ABD’yi-NATO’yu değil,
başkalarını zan altında bırakıyor. Türkiye’yi içeride ve dışarıda mezhep
savaşına davet ediyor. Böylesi nice sızdırmalar yoluyla sahada-darbede
başaramadıklarını, içerideyken başarabilecek bir ortam hazırlıyorlar. Tabiî, bu
sözde itirafları sızdıran ve haberleştiren kripto gazeteciler ve kendilerini
kullandırtan ahmak trol hesaplar eliyle…
Bu
konuda acilen bir önlem alınmazsa önümüzdeki ayların gündem konularını sivil
Hükûmetimiz değil, “başarısız darbeciler” belirleyebilirler. Her türlü
dezenformasyon, manipülasyon ve provokasyonla kendi ajandalarını ülkeye
dayatabilirler.
Yeniden kalkışmanın sıcak günlerine dönüp iki farklı vurguyla soralım: Darbeyi nasıl önledik? Veya bu teşebbüs neden akim kaldı?
Sorunun
ilk kısmının cevabı, milletimizin demokrasi şuuru ve cesareti, Sayın
Cumhurbaşkanımızın, Hükûmet’in, muhalefetin ve de medyanın dik duruşu ve
kararlılığı, Emniyet’in ve darbe karşıtı askerlerin direnciyle açıklanabilir.
Buraya dair birçok sahneye-habere medya yoluyla vâkıfız zaten.
Aynı
sorunun ikinci kısmı, yani darbenin neden akim kaldığını da fikredebiliriz.
Elbette ki, buraya dair analizler yukarıda özetlenen “darbeyi önleme başarısını
veya buna dair aktörleri” önemsizleştirme amacı gütmemekte.
Hissiyatım
o ki, birileri malûm cuntaya önce darbe için cesaret verdi, sonra da onları
yarı yolda bıraktı. FETÖ üyesi üniformalı teröristler, Askeriye’nin birçok
unsuruyla kendilerine katılacağının ve Emniyet’ten de destek bulacaklarının
sözünü almışlardı. Ama yarı yolda “satıldılar”!
Neden?
Darbenin
aklı olan ABD-NATO açısından “içine kapanmak zorunda kalan bir Türkiye” yeterli
bir kazanımdı. Bunu elde ettiklerine kani oldular. Ve asıl büyük oyunu
başlatmaya karar verdiler.
Nedir
ülkeyi bekleyen bu büyük oyun?
Eğer
darbeciler “yarı yolda satılmayıp” kendilerine vaat edilen her türlü
yardımı-desteği elde etselerdi, kalkışmanın sıcak süreci 24 saat değil, haftalar
boyunca devam eder, 246 şehit yerine binlerce kaybımız olur ve ordu tüm
imkânları ve ağırlığıyla yönetime el koyardı.
Ayrıca
ülkeyi yönetmeye başlayan üniformalı dikta, gerek düşük yoğunluklu iç savaşın
oluşturacağı ekonomik kriz, gerekse donanımsızlıklarından kaynaklanan birçok
sorunla mücadele etmek durumunda kalır, hâliyle yapılacak ilk serbest seçimde
kapatılan AK Parti yerine kurulan “PAK Parti” kadroları ile bu kez yüzde 65-70
gibi ezici bir çoğunlukla iktidara gelirdi.
Eğer
darbeciler hedeflerine ulaşırken Tayyip Bey’i şehit etseler, merhum Menderes
yahut Özal’ı da aşan, II. Abdülhamid Han veya Fatih Sultan Mehmed’inkine muadil
bir efsane yaratmış olacaklardı; hem de kendi elleriyle…
Yukarıda
özetlenen bu iki sebep ve benzeri birkaç husus nedeniyle ABD-NATO derin aklı,
FETÖ’ye ısmarladığı bu darbe kalkışmasını sattı ve “büyük oyununun” perdelerini
açtı.
Nedir
bu muhtemel “büyük oyun”?
Özetle,
Sayın Cumhurbaşkanımızın şahs-ı manevîsini ve onunla temsil bulan birçok
ideali, Müslüman halklar ve Türk milleti indinde gözden düşürüp intihara
sürüklemek…
Tedbir
deminden ifade bulan bu teoriye göre, ülkemizi “sivil yönetim baştayken”
ekonomik krize ve iç savaşa sürüklemek istiyorlar. Bu iki tehditten ikincisi
için ufak ufak kazan kaynatmaya başlayanlar mevcut. Üstelik bu kazanı
kaynatırken IŞİD ve DHKP-C misali “Allah’sız Sünnî(!)” ve “Ali’siz Alevî(!)”
terör örgütlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Terör düelloları yoluyla
kaynatılmak istenen kazanın ateşine odun atabilecek “ahmak trollerin” ve “kripto
FETÖ üyelerinin” ayrı ayrı varlığı da başlı başına bir risk konusu!
“İç
savaş lobilerine” destek verebilecek bir ekonomik kriz riskine karşı ülke
ekonomisi şu an için güven vazeden veriler sunuyor. Onca sıkıntıya rağmen
ekonomik verilerimizin sağlam kalmaya devam edebilmesi için “sıcak para
akışına” ihtiyacımız olduğu da aşikâr. İşte tam da bu kısım detay mülahazalara
gebe! Zira ülke ekonomimizin en önemli sıcak para kaynağı durumundaki iki ülke
olan Katar ve Suudi Arabistan’ın kalkışma ve sonrasındaki süreçte takındıkları
tavırlar iyi irdelenmeli!
Suudi
Arabistan devlet yetkilileri, kalkışmanın göreceli başarılı olduğu saatlerde
darbecileri kınamadılar. Kalkışmanın akim kalacağı kesinleşince kınayıcılar
listesine dâhil olup sivil Hükûmet’e destek açıkladılar.
Ortadoğu’nun
genel politikasına yoğunlaşanlar farkındadırlar; “Demokrasi küfürdür” diyen
Selefi monarşiler, “İslâm” ve “sandık, seçim” kelimelerinin yan yana
gelmesinden rahatsızdırlar. Nitekim 2006 yılında henüz Arap Baharı (!) projesi
ortada yokken Filistin’de seçimle işbaşına gelmiş olan Hamas hükûmeti,
Suudilerin sponsorluğunda FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) ve Cumhurbaşkanı
Mahmud Abbas tarafından darbeye uğradı. Arap dünyasının seçimle işbaşına gelen
ikinci İslâmcı yöneticisi Muhammed Mursî de yine Suudilerin ve diğer Körfez
Selefi monarşilerin sponsorluğu ve politik desteğiyle Sisi tarafından darbeyle
indirildi.
Rusya,
İran, Irak ve Esed rejimi ile gayet mesafeli ve yer yer kanlı-bıçaklı olan
Suudi Hanedanlığı, “ortak düşmanlara-rakiplere” karşı müşterek hareket
edebilmek adına “dindar-demokrat olmasına rağmen” Sayın Cumhurbaşkanımızı ve
Türkiye’yi bugüne değin destekledi. Biz de darbeci Sisi’ye lânetler yağdırıp
darbenin azmettiricisi ve de fiilî sponsoru olan Kral Abdullah’ın ölümüne yas ilan
ettik. Nihayetiyle “müşterek rakiplerimize-düşmanlarımıza karşı işbirliği”
adına aramızdaki temel problemlerimizi karşılıklı olarak görmezden geldik. Ta
ki Rusya ile fiilen barışıp Irak ve Suriye ile yumuşayacağımızı deklare edene
değin…
AB
ile yaşanan mültecî sorunu, idam cezası, PYD-PKK ve benzeri krizler sonrası
Şangay Ülkeleri (hâliyle Rusya ve İran) ile işbirliğine gidebileceğimizi
belirtmemizin Suudi yönetimi ve Körfez monarşiler indinde huzursuzluk
oluşturacağı açık. Nitekim Mısır darbe yönetimi, (eğer ABD’den sınır dışı
edilirse) F. Gülen’i ağırlamaktan gurur duyacağını açıkladı. Mısır’ın bu
açıklamayı Suudilere rağmen yapabileceğini düşünmek pek akıl kârı değil.
İlle
de basiret!
Netice
itibariyle ekonomimiz için pek önemli bir can damarı olan Körfez sermayesi,
ülkemize eskisince gelmekten vazgeçer veya yeniden Batı’ya taşınmaya karar
verirse, ekonomik kriz riski zirve yapacaktır. Ekonomik kriz ile eşzamanlı bir
iç savaş provası bir araya gelirse tüm ülke ve “dindar-demokrat”
kadrolar/yönetim, 15 Temmuz’dan daha tehlikeli günler yaşayacaktır. Eğer
böylesi bir “büyük oyunun” icra edilmesine engel olunamazsa, geriye en azından
“sonraki nesillere ilham kaynağı olacak bir efsane” de bırakılamaz.
“Demokrasiyle barışık İslâm” ideali tarih sayfalarına hapsolmuş olur.
Tedbir
ve uyarı bâbından özetlenen bu “bilerek yarım bıraktırılmış darbe ve sonrasına
dair büyük oyun” teorisi, şüphesiz ki bizler gibi bazı beşerlerin hedefi
olabilir ancak. Tuzak Kuranların En Hayırlısı olan Allah’ın plânı ise mutlak
galip olandır.
Unutmayalım
ki, 15-16 Temmuz’da da görüldüğü üzere cesaret ve gönül birliğiyle elde edilen
değerlerin muhafaza edilebilmesi şuur, hakkaniyet, gayret, samimiyet, istişare
ve ille de basiret ile mümkündür.
Stratejistlerin
En Hayırlısı olan Allah’ın muradına-rızasına uygun işlerde, aksiyonlarda ve
karşı hamlelerde bulunabilmek ümidiyle…