Cennet’i istemeyenler

Gelişigüzel yaşayıp da günün birinde yok olup gitmek için yaratılmadık ki bir sonun gerçekliğini kabul edelim. Tek fark; inanmayanların ikinci, hattâ üçüncü, dördüncü kez dünyaya gelmeyi arzu etmeleridir. Allah’a ve vaat ettiklerine inanlarsa, Cennet’te sonsuz bir yaşamın hayâliyle ölümü kabullenebilirler. Yani insan, zaten Cennet’e aittir.

KİMİ der ki, “Ben ibâdeti ve hayrı Cennet için yapmam”… Ne kadar da ulvî geliyor ilk bakışta. İlk okuyana, “Ne takvâ ehli insan!” dedirtiyor. İşte itirazım tam da burada başlayacak!

Cennet’e gidip görmedik kuşkusuz. Fakat Allah’ın vaatleri ve Peygamberimizin (sav) hadîsleri ile Cennet’ten sonsuz mutluluk dışında anladığımız başka bir şey yok mu? Cennet’te kulun derecesi arttıkça Peygamber’e ve Allah’a yaklaşmış olmuyor mu? İyiliği, hayrı ve ibâdeti Cennet’i kazanmak muradıyla yapmakta nasıl bir iticilik olabilir ki bunu yok sayma derdine düşüyorlar, anlamıyorum.

Bu daha ilk itirazım! Şimdi demeyin bana “Sen Cennet için mi yapıyorsun?” diye, çok daha başka bir yere bağlayacağım çünkü…

“Sen Cennet’i ister misin?” diye sorarsanız, ona net bir cevabım var: Hem de deliler gibi isterim! Hattâ bu dünyadan geçeli çok oldu, tek isteğim, tek murâdım Cennet’tir.

Neyse, konuya dönelim…

İbâdeti Cennet için mi yapmalıyız?

Bir kere dostum, her ibâdete gidişinde bir vesilen vardır. Bunların elbette ilk sebebi iman lütfudur, Allah’ın rızâsını kazanma arzusudur. İman olduğu için seni ibâdete götüren birtakım vesilelerle kuşatılırsın. Çünkü sen, insansın. Yani nefsin var ve dünya var. Bu iki denklem bir araya geldiğinde, seni ibâdetten alıkoymaya yeter de artar bile. Peki, nasıl devam edeceksin ibâdete? Allah sevgisiyle… Âmenna, ama yetmez! Çünkü birçok beynamaz vardır ki gönülden Allah’ı sever. Buna da yarım aklımız ve benlik duygumuzla itiraz etmek isteyebiliriz. Ama bence pek oralara girmemeliyiz…

Bu dünyada özlemekten yorulursun. Acılardan belin bükülür. Borç harç, yaşamak iştihanı alır. Ailevî dertler başında döner durur. İşte bu duygular seni ibâdete götürürse, ne âlâ! Bu sana bir lütuftur işte! O zaman sen hangi duyguyla ibâdete gittin? Korku, endişe, hüzün… Ve pek tabiî bunlardan kurtulma ümidi…

Meselâ bir sadaka verirsin, “Belâ kazâ uzak dursun” dersin. Bak, yine bir murâdın var. Birine iyilik yaparsın, “Duân yeter” dersin. O duâ seni belki kabirde azaptan kurtaracaktır, ümit edersin. Yine bir murâdın var… Yani insan hem kötülüklerden azâde olmak ister, hem de güzelliklere erişmek ister. Ve bu iki kaçınılmaz duygu, insanı ibâdet ve duâya götürür. Ne hoş! Yani öyle “İbâdeti Cennet için yapmıyorum” deme! Bu birçok açıdan sakıncalı…

Bir: Cennet, Allah’a yaklaşmanın adıdır.

İki: Kurtulmak istediğin tüm sıkıntılardan kurtuluşu anlatır.

Üç: Murâd ettiğin tüm güzelliklerin eş anlamlısı Cennet’tir.

Şimdi bunları istemediğini söylediğinde, hem de imanlı bir insan olarak bunu dile getirdiğinde, kendine yalan söylediğini unutma!

Daha tuhaf olanı da ne, biliyor musun? Gerçekten bir ibâdete başlarken hangi duyguyla yaptığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Gerçekten bunu bilebileceğini zannediyor musun? “Biliyorum tabiî ki” dediğini duyar gibiyim. Katiyen ikna olmam buna!

Bin çeşit duyguyu bir lahzalık zaman diliminde seksen sekiz şekliyle yaşayıp tekrar başa dönen sisteme “insan” diyorlar. İnsan daha kendini çözümleyebilen bir yazılıma bile sahip değil. Bir an başka bir duygudasın, bir an bir başkasında… Resûlullah’ın duâsını hatırlamalı:

“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sâbit kıl!”

Bütün o dünyalık duygular var ya, sen nefsini bırak da Allah’a dön diye! Hani bir derde düşüyorsun da “Neden bu benim başıma geldi?” diyorsun ya, işte tam orada sen ibâdete meylet diye! Dünyanın yanılsamasından sıyrıl ve özünü bul diye! Bir korku, bir keder, bir düşüşle sen, Allah’ı bul diye!..

Neden ibâdetleri hangi duyguyla yaptığından emin olamazsın, biliyor musun? Çünkü her seferinde başka bir duygudasın. Bir korku düşüyor kalbine, daha fazla ibâdet etmek istiyorsun. Sonra hasta düşüyor, çâreyi Allah’a sığınmakta buluyor ve kendini bir ibâdete teslim ediyorsun. Bunlar olması gerekenler zaten… Ama bundan kaçmak neyine?

Meselâ hüzün, insanı dünya sevgisinden alır, ukba hayâline ilikler. İşte bu hüzün denilen baskın duygu-durum, seni ibâdete götürür. Sonra bir an kıyamet ya da ölüm gelir aklına, “Bir hayır yapayım” dersin. Bazen çok mutlu olursun, bu mutluluğu kaybetme endişesi sarar hücrelerini, gider ve duâ eder, şükredersin. Gönlünde imanın sevgisi bazen öyle yoğunlaşır ki dolar taşar âdeta, yine kendini Allah’ın huzurunda bulursun. Yani elbette imandır her şeyin başı…

Ama bütün duyguların seni ibâdete götürmesinin adı “iman” zaten… İman ediyorsun orada huzur bulacağına, iman ediyorsun derdine derman olacağına, iman ediyorsun muhabbeti bulacağına… Hepsi insan için!

Ama sen yine de, “Ben ibâdeti Cennet için yapmam” deme! Neden, biliyor musun?

Bu, büyüklenmektir.

Bu, hâddi aşmaktır.

Bu, Allah’ın kitabında müjdelenen Cennet’i küçük görmektir.

Bu, kendine ve nefsine tam bir hâkimiyet kurduğunu iddia etmektir.

“Peygamber’in (sav) bile murâd ettiği Cennet, bana ne lâzım?” demektir.

Hem ne gerek var? Sana ne sonra? Sen kalbinin sahih kalması için niyaz ile elinden geldiğince hayır yap ve ibâdet et! Sen seni tartamazsın, zorlama! Sen sadece daha iyi olmak için mücadele verirsin ve duâ eder, Allah’tan iyiliğini dilersin.

Hem sahi, Cennet’i basit mi görüyorsun?

İbâdet ve bütün sâlih ameller elbette Allah rızâsı için yapılır. Fakat böyle iddialı sözler de bize biraz fazla! Madem Allah ölçüyü Cennet ve Cehennem olarak koymuş, o hâlde Cehennem’e gidip de Allah’a varmak mümkün olabilir mi? Zaten Allah’a varabilmek için Cennetlik huylara sahip olmak gerekmiyor mu? Allah nereye lâyık görür bizi, bilemeyiz. Fakat Cennet’i can-ı gönülden isteriz. Peygamberler, şehitler, sıddıklar, sâlihler, nice velî kullar orada olmayacak mı?

Bir diğer sebep: İnsan, ölümsüzdür. Verilecek son nefesten ve çıkacak candan bahsetmiyorum tabiî… Ama “insan”, ölümsüzdür. İnsan, sonsuz bir hayat için yaratılmıştır ve ister inansın, ister inanmasın, Yaratan’a hep sonsuzluğun peşinden gider.

Bütün programımız bu yöndedir çünkü. Böyle gelişigüzel yaşayıp da günün birinde yok olup gitmek için yaratılmadık ki bir sonun gerçekliğini kabul edelim. Tek fark; inanmayanların ikinci, hattâ üçüncü, dördüncü kez dünyaya gelmeyi arzu etmeleridir. Allah’a ve vaat ettiklerine inanlarsa, Cennet’te sonsuz bir yaşamın hayâliyle ölümü kabullenebilirler. Yani insan, zaten Cennet’e aittir. Orada yaratılmıştır.

Yerimiz, yurdumuz, memleketimiz orasıdır. Hepimiz oralıyız. Bütün bu dünyaya sığamamalar, insanın hayata küsmeleri, bütün bu sonu gelmeyen kederler, ait olmadığımız bir yerde var oluşumuzdandır. İşte burada sırrı keşfetmek lâzım! Buraya ait değiliz, doğru… Ama burada görevliyiz. Ait olduğumuz yere gidebilmek için bu yoldan yürümekle mükellefiz. Varabilmek duâsıyla…

Cennet’i istemenin ne kadar insana ait ve ne kadar da gerekli olduğunu gösteren birkaç âyet ve hadîsle nokta koymalı…

Bu arada, unutmadan, Cennet’i istemekle Allah rızâsını talep etmek birbirinden ayrı değildir. Cennet’e gitmek demek, bu dünyada Allah’ın rızâsı için yaşayıp o yolda çabaladığımızın mezuniyetidir. Cennet, buluşma vakti ve buluşma mekânıdır. İnşallah!

Cennet için bir demet

“Cennet’e gidecek olanları haber veriyorum, dikkatli dinleyin: Zayıftır, mazlumdur, güçleri yetmez. Bir şey için yemin ederlerse, Allah-u Teâlâ, bu Müslümanların yeminlerini muhakkak yerine getirir. Cehennem’e gidecek olanları da bildiriyorum: Sertlik gösterirler ve kendilerini üstün görürler.” (Tirmizi, Ebu Davud)

“Besmele ile başlayıp güzelce aldığı abdest esnasında her uzvu yıkarken Kelime-i şahâdet okuyana ve abdestten sonra da ‘Allahümme ec’alni minettevvabine vecalni minel mütatahhirin’ diyene Cennet’in sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan içeri girer.” (Müslim,Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, Hâkim)

“Beş vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahtan kaçınana Cennet’in bütün kapıları açılır, ‘Selâmet ve emniyet içinde gir’ denilir. (Nesai)

Enes bin Malik’ten (ra) rivâyet edildiğine göre, “Allah-u Teâlâ kıyamet gününde meleklerine, ‘Kulumun amel defterine bakın. Kimin Benden Cennet istediğini görürseniz, onu Cennet’e sokun. Kim de Cehennem’den Bana sığınmışsa, onu ondan çevirin’ buyuracaktır”.

Ebû Hureyre’den (ra) rivâyet: “Resûlullah (sav) buyurdu ki, ‘Cennet’i çok isteyin, Cehennem’den de çok sığının. Çünkü o ikisi, şefaatleri makbul iki şefaatçidirler’.

“Gerçekleri inkâr etmiş olanlar gruplar hâlinde Cehennem’e sevk edilecek; nihâyet oraya vardıklarında Cehennem’in kapıları açılacak; bekçileri onlara, ‘İçinizden, size Rabbinizin âyetlerini okuyup duyuran ve böyle bir günle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran bir elçi gelmedi mi?’ diye soracak, onlar da ‘Evet, geldi’ diyecekler. Ama inkârcılar için artık azap hükmü kesinleşmiştir.” (Zümer, 71)

“Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da gruplar hâlinde Cennet’e sevk edilecek. Nihâyet oraya vardıklarında Cennet’in kapıları açılmış olacak; bekçileri onlara, ‘Selâm size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun, girin Cennet’e’ diyecekler.” (Zümer, 73)

“Rabbine itaatsizlikten sakınanlara vaat edilen Cennet’in temsili şudur: İçinde doğal nitelikleri bozulmamış su ırmakları, tadı bozulmamış süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları, süzülmüş bal ırmakları bulunan bir bahçedir. Onlar için ayrıca orada her meyveden mevcuttur; üstelik Rablerinden bir de bağışlama lütfu... Şimdi bunlar, ateşte devamlı kalan, bağırsaklarını parçalayan kaynar su içirilen kimseler gibi olur mu hiç?” (Muhammed, 15)

“O gün mümin erkeklerin ve mümin kadınların nurlarının (kendileriyle beraber) önlerinde ve sağ yanlarında yürümekte olduğunu görürsün. ‘Bugün size müjde var; altından ırmaklar akan Cennetlerde ebedî kalacaksınız’ (denir). İşte en büyük murâda ermek budur!” (Hadid, 12)

“İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince -ki Biz kimseyi gücü yetmediği şeylerden sorumlu tutmayız-, işte onlar, Cennet’in yârânı ve yoldaşlarıdır; orada sonsuzca kalacaklardır.” (A’raf, 42)

“Biz o müminlerin göğüslerinde diğer insanlara karşı kin, haset, suizan nâmına ne varsa hepsini söküp çıkarırız. Altlarından da ırmaklar akar. Onlar, ‘Bizi buna eriştiren Allah’a hamdolsun! Eğer Allah bize doğru yolu göstermeseydi biz kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Demek Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler’ derler. Onlara şöyle seslenilir: ‘Dünyada yaptığınız iyi amellere karşılık mîrasçı olduğunuz muhteşem Cennet işte budur!’” (A’raf, 43)

“Cennet ile cehennem arasında bir perde vardır. A’raf üzerinde de Cennetlik ve Cehennemlikleri sîmâlarından tanıyan adamlar bulunur. Onlar Cennet ehline ‘Selâm size!’ diye seslenirler. Kendileri ise henüz Cennet’e girmemiş, fakat oraya girmeyi şiddetle arzulamaktadırlar.” (A’raf, 46)