KİMİ der ki, “Ben
ibâdeti ve hayrı Cennet için yapmam”… Ne kadar da ulvî geliyor ilk bakışta. İlk
okuyana, “Ne takvâ ehli insan!” dedirtiyor. İşte itirazım tam da burada
başlayacak!
Cennet’e
gidip görmedik kuşkusuz. Fakat Allah’ın vaatleri ve Peygamberimizin (sav)
hadîsleri ile Cennet’ten sonsuz mutluluk dışında anladığımız başka bir şey yok
mu? Cennet’te kulun derecesi arttıkça Peygamber’e ve Allah’a yaklaşmış olmuyor
mu? İyiliği, hayrı ve ibâdeti Cennet’i kazanmak muradıyla yapmakta nasıl bir
iticilik olabilir ki bunu yok sayma derdine düşüyorlar, anlamıyorum.
Bu
daha ilk itirazım! Şimdi demeyin bana “Sen Cennet için mi yapıyorsun?” diye, çok
daha başka bir yere bağlayacağım çünkü…
“Sen
Cennet’i ister misin?” diye sorarsanız, ona net bir cevabım var: Hem de deliler
gibi isterim! Hattâ bu dünyadan geçeli çok oldu, tek isteğim, tek murâdım Cennet’tir.
Neyse,
konuya dönelim…
İbâdeti
Cennet için mi yapmalıyız?
Bir
kere dostum, her ibâdete gidişinde bir vesilen vardır. Bunların elbette ilk
sebebi iman lütfudur, Allah’ın rızâsını kazanma arzusudur. İman olduğu için
seni ibâdete götüren birtakım vesilelerle kuşatılırsın. Çünkü sen, insansın.
Yani nefsin var ve dünya var. Bu iki denklem bir araya geldiğinde, seni ibâdetten
alıkoymaya yeter de artar bile. Peki, nasıl devam edeceksin ibâdete? Allah
sevgisiyle… Âmenna, ama yetmez! Çünkü birçok beynamaz vardır ki gönülden
Allah’ı sever. Buna da yarım aklımız ve benlik duygumuzla itiraz etmek
isteyebiliriz. Ama bence pek oralara girmemeliyiz…
Bu
dünyada özlemekten yorulursun. Acılardan belin bükülür. Borç harç, yaşamak
iştihanı alır. Ailevî dertler başında döner durur. İşte bu duygular seni ibâdete
götürürse, ne âlâ! Bu sana bir lütuftur işte! O zaman sen hangi duyguyla ibâdete
gittin? Korku, endişe, hüzün… Ve pek tabiî bunlardan kurtulma ümidi…
Meselâ
bir sadaka verirsin, “Belâ kazâ uzak dursun” dersin. Bak, yine bir murâdın var.
Birine iyilik yaparsın, “Duân yeter” dersin. O duâ seni belki kabirde azaptan
kurtaracaktır, ümit edersin. Yine bir murâdın var… Yani insan hem kötülüklerden
azâde olmak ister, hem de güzelliklere erişmek ister. Ve bu iki kaçınılmaz
duygu, insanı ibâdet ve duâya götürür. Ne hoş! Yani öyle “İbâdeti Cennet için
yapmıyorum” deme! Bu birçok açıdan sakıncalı…
Bir:
Cennet, Allah’a yaklaşmanın adıdır.
İki:
Kurtulmak istediğin tüm sıkıntılardan kurtuluşu anlatır.
Üç:
Murâd ettiğin tüm güzelliklerin eş anlamlısı Cennet’tir.
Şimdi
bunları istemediğini söylediğinde, hem de imanlı bir insan olarak bunu dile
getirdiğinde, kendine yalan söylediğini unutma!
Daha
tuhaf olanı da ne, biliyor musun? Gerçekten bir ibâdete başlarken hangi
duyguyla yaptığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Gerçekten bunu
bilebileceğini zannediyor musun? “Biliyorum tabiî ki” dediğini duyar gibiyim.
Katiyen ikna olmam buna!
Bin
çeşit duyguyu bir lahzalık zaman diliminde seksen sekiz şekliyle yaşayıp tekrar
başa dönen sisteme “insan” diyorlar. İnsan daha kendini çözümleyebilen bir
yazılıma bile sahip değil. Bir an başka bir duygudasın, bir an bir başkasında…
Resûlullah’ın duâsını hatırlamalı:
“Ey kalpleri hâlden hâle çeviren
Allah’ım, kalbimi dinin üzere sâbit kıl!”
Bütün o
dünyalık duygular var ya, sen nefsini bırak da Allah’a dön diye! Hani bir derde
düşüyorsun da “Neden bu benim başıma geldi?” diyorsun ya, işte tam orada sen
ibâdete meylet diye! Dünyanın yanılsamasından sıyrıl ve özünü bul diye! Bir
korku, bir keder, bir düşüşle sen, Allah’ı bul diye!..
Neden ibâdetleri
hangi duyguyla yaptığından emin olamazsın, biliyor musun? Çünkü her seferinde
başka bir duygudasın. Bir korku düşüyor kalbine, daha fazla ibâdet etmek istiyorsun.
Sonra hasta düşüyor, çâreyi Allah’a sığınmakta buluyor ve kendini bir ibâdete
teslim ediyorsun. Bunlar olması gerekenler zaten… Ama bundan kaçmak neyine?
Meselâ hüzün,
insanı dünya sevgisinden alır, ukba hayâline ilikler. İşte bu hüzün denilen
baskın duygu-durum, seni ibâdete götürür. Sonra bir an kıyamet ya da ölüm gelir
aklına, “Bir hayır yapayım” dersin. Bazen çok mutlu olursun, bu mutluluğu kaybetme
endişesi sarar hücrelerini, gider ve duâ eder, şükredersin. Gönlünde imanın sevgisi
bazen öyle yoğunlaşır ki dolar taşar âdeta, yine kendini Allah’ın huzurunda
bulursun. Yani elbette imandır her şeyin başı…
Ama bütün
duyguların seni ibâdete götürmesinin adı “iman” zaten… İman ediyorsun orada
huzur bulacağına, iman ediyorsun derdine derman olacağına, iman ediyorsun
muhabbeti bulacağına… Hepsi insan için!
Ama sen yine
de, “Ben ibâdeti Cennet için yapmam” deme! Neden, biliyor musun?
Bu,
büyüklenmektir.
Bu, hâddi
aşmaktır.
Bu, Allah’ın
kitabında müjdelenen Cennet’i küçük görmektir.
Bu, kendine
ve nefsine tam bir hâkimiyet kurduğunu iddia etmektir.
“Peygamber’in
(sav) bile murâd ettiği Cennet, bana ne lâzım?” demektir.
Hem ne gerek
var? Sana ne sonra? Sen kalbinin sahih kalması için niyaz ile elinden
geldiğince hayır yap ve ibâdet et! Sen seni tartamazsın, zorlama! Sen sadece
daha iyi olmak için mücadele verirsin ve duâ eder, Allah’tan iyiliğini
dilersin.
Hem sahi,
Cennet’i basit mi görüyorsun?
İbâdet ve
bütün sâlih ameller elbette Allah rızâsı için yapılır. Fakat böyle iddialı
sözler de bize biraz fazla! Madem Allah ölçüyü Cennet ve Cehennem olarak
koymuş, o hâlde Cehennem’e gidip de Allah’a varmak mümkün olabilir mi? Zaten
Allah’a varabilmek için Cennetlik huylara sahip olmak gerekmiyor mu? Allah
nereye lâyık görür bizi, bilemeyiz. Fakat Cennet’i can-ı gönülden isteriz.
Peygamberler, şehitler, sıddıklar, sâlihler, nice velî kullar orada olmayacak
mı?
Bir diğer
sebep: İnsan, ölümsüzdür. Verilecek son nefesten ve çıkacak candan
bahsetmiyorum tabiî… Ama “insan”, ölümsüzdür. İnsan, sonsuz bir hayat için
yaratılmıştır ve ister inansın, ister inanmasın, Yaratan’a hep sonsuzluğun
peşinden gider.
Bütün
programımız bu yöndedir çünkü. Böyle gelişigüzel yaşayıp da günün birinde yok olup
gitmek için yaratılmadık ki bir sonun gerçekliğini kabul edelim. Tek fark;
inanmayanların ikinci, hattâ üçüncü, dördüncü kez dünyaya gelmeyi arzu
etmeleridir. Allah’a ve vaat ettiklerine inanlarsa, Cennet’te sonsuz bir
yaşamın hayâliyle ölümü kabullenebilirler. Yani insan, zaten Cennet’e aittir.
Orada yaratılmıştır.
Yerimiz,
yurdumuz, memleketimiz orasıdır. Hepimiz oralıyız. Bütün bu dünyaya
sığamamalar, insanın hayata küsmeleri, bütün bu sonu gelmeyen kederler, ait
olmadığımız bir yerde var oluşumuzdandır. İşte burada sırrı keşfetmek lâzım!
Buraya ait değiliz, doğru… Ama burada görevliyiz. Ait olduğumuz yere gidebilmek
için bu yoldan yürümekle mükellefiz. Varabilmek duâsıyla…
Cennet’i
istemenin ne kadar insana ait ve ne kadar da gerekli olduğunu gösteren birkaç
âyet ve hadîsle nokta koymalı…
Bu arada,
unutmadan, Cennet’i istemekle Allah rızâsını talep etmek birbirinden ayrı
değildir. Cennet’e gitmek demek, bu dünyada Allah’ın rızâsı için yaşayıp o
yolda çabaladığımızın mezuniyetidir. Cennet, buluşma vakti ve buluşma mekânıdır.
İnşallah!
Cennet için
bir demet
“Cennet’e
gidecek olanları haber veriyorum, dikkatli dinleyin: Zayıftır, mazlumdur,
güçleri yetmez. Bir şey için yemin ederlerse, Allah-u Teâlâ, bu Müslümanların
yeminlerini muhakkak yerine getirir. Cehennem’e gidecek olanları da
bildiriyorum: Sertlik gösterirler ve kendilerini üstün görürler.” (Tirmizi, Ebu Davud)
“Besmele
ile başlayıp güzelce aldığı abdest esnasında her uzvu yıkarken Kelime-i şahâdet
okuyana ve abdestten sonra da ‘Allahümme ec’alni minettevvabine vecalni minel
mütatahhirin’ diyene Cennet’in sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan içeri
girer.” (Müslim,Ebu
Davud, Tirmizi, Nesai, Hâkim)
“Beş vakit
namaz kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahtan
kaçınana Cennet’in bütün kapıları açılır, ‘Selâmet ve emniyet içinde gir’
denilir.” (Nesai)
Enes bin
Malik’ten (ra) rivâyet edildiğine göre, “Allah-u
Teâlâ kıyamet gününde meleklerine, ‘Kulumun
amel defterine bakın. Kimin Benden Cennet istediğini görürseniz, onu Cennet’e
sokun. Kim de Cehennem’den Bana sığınmışsa, onu ondan çevirin’ buyuracaktır”.
Ebû Hureyre’den
(ra) rivâyet: “Resûlullah (sav) buyurdu ki, ‘Cennet’i
çok isteyin, Cehennem’den de çok sığının. Çünkü o ikisi, şefaatleri makbul iki
şefaatçidirler’.”
“Gerçekleri inkâr etmiş olanlar
gruplar hâlinde Cehennem’e sevk edilecek; nihâyet oraya vardıklarında Cehennem’in
kapıları açılacak; bekçileri onlara, ‘İçinizden, size Rabbinizin âyetlerini
okuyup duyuran ve böyle bir günle karşılaşacağınızı bildirerek sizi uyaran bir
elçi gelmedi mi?’ diye soracak, onlar da ‘Evet, geldi’ diyecekler. Ama
inkârcılar için artık azap hükmü kesinleşmiştir.” (Zümer, 71)
“Rablerine karşı gelmekten
sakınanlar da gruplar hâlinde Cennet’e sevk edilecek. Nihâyet oraya
vardıklarında Cennet’in kapıları açılmış olacak; bekçileri onlara, ‘Selâm size!
Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun, girin Cennet’e’ diyecekler.” (Zümer, 73)
“Rabbine itaatsizlikten sakınanlara
vaat edilen Cennet’in temsili şudur: İçinde doğal nitelikleri bozulmamış su
ırmakları, tadı bozulmamış süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap
ırmakları, süzülmüş bal ırmakları bulunan bir bahçedir. Onlar için ayrıca orada
her meyveden mevcuttur; üstelik Rablerinden bir de bağışlama lütfu... Şimdi
bunlar, ateşte devamlı kalan, bağırsaklarını parçalayan kaynar su içirilen
kimseler gibi olur mu hiç?” (Muhammed, 15)
“O gün mümin
erkeklerin ve mümin kadınların nurlarının (kendileriyle beraber) önlerinde ve
sağ yanlarında yürümekte olduğunu görürsün. ‘Bugün size müjde var; altından
ırmaklar akan Cennetlerde ebedî kalacaksınız’ (denir). İşte en büyük murâda
ermek budur!”
(Hadid, 12)
“İman edip sâlih
ameller işleyenlere gelince -ki Biz kimseyi gücü yetmediği şeylerden sorumlu
tutmayız-, işte onlar, Cennet’in yârânı ve yoldaşlarıdır; orada sonsuzca
kalacaklardır.” (A’raf, 42)
“Biz o müminlerin
göğüslerinde diğer insanlara karşı kin, haset, suizan nâmına ne varsa hepsini
söküp çıkarırız. Altlarından da ırmaklar akar. Onlar, ‘Bizi buna eriştiren
Allah’a hamdolsun! Eğer Allah bize doğru yolu göstermeseydi biz kendiliğimizden
doğru yolu bulamazdık. Demek Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler’
derler. Onlara şöyle seslenilir: ‘Dünyada yaptığınız iyi amellere karşılık
mîrasçı olduğunuz muhteşem Cennet işte budur!’” (A’raf, 43)
“Cennet ile cehennem
arasında bir perde vardır. A’raf üzerinde de Cennetlik ve Cehennemlikleri sîmâlarından
tanıyan adamlar bulunur. Onlar Cennet ehline ‘Selâm size!’ diye seslenirler.
Kendileri ise henüz Cennet’e girmemiş, fakat oraya girmeyi şiddetle
arzulamaktadırlar.” (A’raf, 46)