Cem evleri

Osmanlı’yı tasfiye ederek yeni bir mutlakıyet idaresi ile kurulan Cumhuriyet döneminde Alevîleri yok sayan anlayış devam etmiştir. Türk büyükleri arasında Şah İsmail benzeri isimlere yer verilmemiştir. “Cumhurbaşkanlığı forsu” diye icat edilen garip şeklin arasında da Safavi Devleti yoktur. Oysa Cumhuriyet mutlakıyeti, Osmanlıları Türklerin tamamını kuşatmamakla kıyasıya eleştirmiştir. Cumhuriyet mutlakıyeti, Osmanlıları düşman gördüğü gibi Sümerlere ve Hititlere ayırdığı zamanın ve paranın zekâtı kadarını Azerbaycan Türklerine, Safavilere ve Alevîlerin tarihine ayırmamıştır.

TÜRKLERİN arasında Alevî-Sünnî ayrılması beş yüzyıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Bu ayrılığın temelinde Güney Azerbaycan Erdebil merkezli Safavi tarikatı lideri Şeyh Cüneyd (Ö. 1460) bulunmaktadır. 

Cüneyd zamanına kadar Safavi tarikatı kendini Sünnî ilkelerine bağlı saymış ve Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler içinde olmuştur. Cüneyd ise Sünnîlik ilkelerini bırakarak Şiiliği tercih etmiştir. Cüneyd, bağlılarının çokluğundan, büyük siyâsî hedefler peşine düşmüştür. Ne var ki, amcası ile rekabeti yüzünden girdiği savaşta öldürülmesi, onun hayâllerini yarıda bırakmıştır.

Uzun bir mücadelenin sonunda Cüneyd’in torunu Şah İsmail (1502’de) Tebriz’i ele geçirerek dedesinin hayâli olan Safavi Devleti’ni kurmuştur. Osmanlı Devleti’ne karşı Şah İsmail girdiği mücadeleyi kaybetmiş, böylece Anadolu’nun doğu kesimindeki bağlıları ile ilişkisi fiilen kopmuştur. 

Azerbaycan ve İran’ı baştan başa barbarlıkla Şiileştiren Şah İsmail’in Anadolu’daki bağlılarının Şiileşmesi tamamlanamamıştır. Azerbaycan ve İran’ın Şiileşmesini büyük katliamların yanı sıra Irak ile Lübnan’dan getirdiği Şii mollalar ile tamamlayan Şah İsmail, benzeri işleri Anadolu’da yapamamıştır.

Azerbaycan’dan Halep, Antalya ve Sivas’a kadar uzanan geniş alanda Safavi tarikatı bağlıları zaman içinde peyderpey Şiiliğe benzer bir din anlayışını, Alevîliği benimsemiştir. Ancak bu tarikatın bağlıları büyük ölçüde göçebe Türkmenlerden oluşmuştur. Yazılı, kitabî geleneği olmayan göçebe Türkmenlerin Alevîlik anlayışı, yerleşik ve medreseli gelenek sahibi olanlardan farklılaşmıştır. Bu yüzden Türkiye’deki Alevîlerin din anlayışı ile Şiilerin din anlayışı arasında bazı benzerlikler olsa bile farklılıklar daha çoktur. 

Türkiye’deki Alevîler, Ehl-i Beyt’in dışında, kendileri için “yedi ulu ozan” adını verdikleri şahısları önder kabul etmişlerdir. Yedi Ulu Ozan’ın ilki Nesimi (Ö. 1417), sonuncusu ise 17’nci yüzyılın başında ölen Virani’dir. Böylece Alevîlik zaman olarak 16’ncı yüzyılda bugünkü hâlini almıştır. 

Alevîliğin teşekkülünde Şah İsmail, diğer ozanlara göre daha çok etkili olmuştur. Alevîliğin özellikle siyâsî kısmı Şah İsmail ile yenilenmiştir.

Şah İsmail söz konusu olunca, Osmanlı-Safavi ya da Yavuz Selim ile Şah İsmail arasındaki rekabetin unsurları da kaçınılmaz olarak Alevîliği önemli ölçüde etkilemiştir. Bu rekabet Türkiye Türklerini çok derinden sarsmış, Alevî-Sünnî blokunu kitlesel hâle getirdiği gibi Azerbaycan ve Türkiye Türklerini de aynı şekilde önemli ölçüde farklılaştırmıştır. Türkiye ve Azerbaycan Türklerini Şah İsmail ayrıştırdığı gibi, Batı Türkleri (Azerbaycan-Türkiye) ile Doğu Türkleri (Türkistan-Hazar ötesi) arasında da derin bir ayrılık teşekkül ettirmiştir.

Türkiye’nin siyâsî şartları, tarih olaylarını tarihte kalmış olaylar olarak görmek yerine günlük tartışmaların merkezi hâline getirmiştir. Yavuz Selim ve Şah İsmail dönemi tekrarlanıyormuş gibi siyâsî olay ve görüşleri değerlendirmek her iki taraf için de büyük bir yanlış ve kayıptır. Beş yüzyıl öncesinin olaylarını “bir tarih olayı” sınırları içinde görmek aklın ve mantığın icabıdır.

Ancak teslim edilmelidir ki, hem Alevî, hem de Sünnî kesim bu anlayıştan henüz uzaktır. Sünnîlerin en büyük eksiği, Türkiye’yi kendilerinden ibaret bilmeleri ve Alevî kesimini yok saymalarıdır. Sünnî kesim için olumlu bir karşılığı olmasa da Şah İsmail, Alevî kesim için oldukça önemlidir ve yedi ulu ozan içinde en çok etkili olanıdır. Şah İsmail adına bu yüzden Türkiye’de bir ayrıcalık tanımak beş yüzyıldan beri süregelen bu ayrılığın temelli çözümüne katkıda bulunabilirdi. Büyük bir baraja, köprüye, üniversiteye “Şah İsmail” adı verilebilirdi. Şah İsmail sadece Türkiye Alevîleri için değil, Azerbaycan Türkleri için de “bilge, millî bir kahramandır”. Bu adımı AK Parti’nin yapması daha uygun olurdu.

***

Alevî kesim, Cumhuriyet dönemine kadar temel haklarının engellendiği görüşündedir. Bu görüşte hem haklılık, hem haksızlık vardır. Çünkü Osmanlı Devleti, gayrimüslimlere gösterdiği hoşgörüye denk bir tutumu Alevîlerden esirgemiştir. Osmanlı’nın bu tutumunda Safavi Devleti ile giriştiği rekabet etkili olduğu gibi, bazı şehirlerde zaman zaman ortaya çıkan Safavi taraftarı Alevî isyanları da bu tutumu körüklemiştir.

Osmanlı’yı tasfiye ederek yeni bir mutlakıyet idaresi ile kurulan Cumhuriyet döneminde Alevîleri yok sayan anlayış devam etmiştir. Türk büyükleri arasında Şah İsmail benzeri isimlere yer verilmemiştir. “Cumhurbaşkanlığı forsu” diye icat edilen garip şeklin arasında da Safavi Devleti yoktur. Oysa Cumhuriyet mutlakıyeti, Osmanlıları Türklerin tamamını kuşatmamakla kıyasıya eleştirmiştir. Cumhuriyet mutlakıyeti, Osmanlıları düşman gördüğü gibi Sümerlere ve Hititlere ayırdığı zamanın ve paranın zekâtı kadarını Azerbaycan Türklerine, Safavilere ve Alevîlerin tarihine ayırmamıştır. 

Alevî kesim işin bu tarafını görmek istemezken, Cumhuriyet mutlakıyeti ile temel haklarına ulaştıklarını iddia etmektedir. Oysa Alevî önderleri, haklı haksız Osmanlıları ve Sünnîleri eleştirdiğinin küçük bir kısmını da Alevîlerin bu tutumu için yapmış olsalardı bu tutum daha gerçekçi ve bilimsel olurdu.

***

Alevîlerin din anlayışının temelinde dedelik kurumu vardır. Bu dedeliği Osmanlılar görmezlikten gelip resmî bir kurum hâline getirmemiştir. Dedeliği görmezlikten gelip yok saymıştır. Buna karşılık Cumhuriyet mutlakiyetinde ise 1925’te “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması” adını taşıyan 677 sayılı kanunu ile birlikte dedelik, çelebilik gibi sıfatlar da yasaklanmıştır. Bu kanun Anayasa’nın 177’nci maddesi ile “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez inkılap kanunları” arasında sayılmıştır. Bu yasakçı kanun, tarihin akışına paralel olarak Alevîliği tarikat kapsamında ele almıştır.

Alevîlik anlayışı için yapılan cem törenleri (bazıları ayin-i cem demektedir), tarikatların zikir törenlerinden başka bir şey değildir. Pir Sultan Abdal örneğinde olduğu gibi, Alevî önderleri “pir” (şeyhin Türkçesi), o pirin bağlıları “talip” (“mürid” kelimesinin Türkçedeki karşılığı) diye anılmıştır. Devrim kanunu diye anılan bu kanun, hayatın akışı içinde işlevsiz hâle gelmiştir. 1990’lara kadar hiç duyulmamış olan “cem evi” adlandırması ile birlikte Türkiye’nin her tarafında, doğal olarak Alevî nüfusun yerleşik olduğu yerlerde cem evleri yapılmıştır. Alevî önderleri kabul etmek istemeseler de 20 yıllık AK Parti döneminde cem evlerinin yapımına, AK Parti hükûmetlerinin ve belediyelerinin katkısı, umulanın çok üstünde olmuştur. Ancak 677 Sayılı İnkılap Kanunu’na göre cem evleri yasa dışıdır. Oralarda yapılan her türlü tören de tarikat merkezlerinde yapılan törenler gibi yasa dışıdır ve suçtur.

O hâlde fiilî durum ile inkılap kanunlarının suç saydığı törenler nasıl bir arada olabilecektir? Bunun çaresi, “inkılap kanunlarını” iptal etmektir. Alevî kesimin ezici çoğunluğu, inkılap kanunlarının Alevîlikle ilgili hükümlerinin yok sayılarak Sünnî kesim aleyhine işletilmesinden yanadır. Bu bir çelişkidir. Sünnîlerin, Alevîlerin aleyhine olan düzenlemeleri kendileri için kazanç saymaları ne kadar haksız ve yanlış ise, benzeri bir tutum içindeki Alevîlerin bu tutumları da haksız ve yanlıştır.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Ekim 2022’de bir kanun ile Kültür Bakanlığı bünyesinde Alevî Bektaşi Kültür ve Cem Evleri Başkanlığı kurulacağını ilân etti. Böyle bir başkanlığın neden DİB içinde değil de Kültür Bakanlığı bünyesine alınacağı sorusu önemlidir. Ancak bazı Alevî önderlerinin böyle bir istekte bulunduğu iddiaları önemlidir. “Bu Alevîlerin kendilerinin bileceği iştir” denilebilir. Yine bu tutum Alevîliği dinî bir çerçeve yerine kültürel bir çerçeve içinde görmektedir. Bu tutumun isabeti şüphelidir. Elbette Alevîliğin kültürel tarafı vardır ama dinî tarafı da vardır. Zaten her dinin, her dinî anlayışın kültürel bir tarafının olması kaçınılmazdır.

AK Parti’nin 677 gibi inkılap kanunlarını iptal etmek yerine Alevî Bektaşî Kültür ve Cem Evleri Kanunu çıkarıp cem evlerine yasal bir statü kazandırmaya çalışması hem yanlıştır, hem yetersizdir. Oysa aynı AK Parti, muhalefete çağrıda bulunarak 677 gibi kanunların iptali için girişimlerde bulunsa daha gerçekçi olurdu. Türk halkına büyük bir iyilikte de bulunmuş olurdu. Böyle bir girişim Alevî kesimi üzerinde tekel kurmuş olan CHP için de iyi bir sınav örneği olurdu. 

Türkiye’de adları çok duyulmasına karşılık önemli bir Bektaşî nüfusu yoktur. Belki Alevîlerin onda biri kadardır. Ancak her nedense Alevîlik söz konusu olduğunda herkesin aklına öncelikle Bektaşîler gelmektedir.

Alevî Bektaşî Kültür ve Cem Evleri Kanunu ile cem evlerine yasal statü verilmesini “cem evlerine kayyum” sayan görüşler bir şamata hâlinde sağda solda duyulmaktadır. Bu şamatacılar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ile Sünnî kesim üzerinde asıl kayyum uygulamasının yapıldığı gerçeğini görmüyorlar. Doğru çözüm, cem evlerinin bağlandığı başkanlığın da, Diyanet’in de idarî, malî ve akademik özerkliğe sahip olmasıdır. Ancak bu özerklik, hiç kimseyi yapıp ettiğinden hesap verme zorunluluğundan kurtarmamalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti’yi “Muhafazakâr-Devrimci” diye tarif etmiştir. Bu iki kavramı yan yana getirmek oldukça zordur. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan madem böyle bir tarifi gerekli görmüştür, 677 sayılı kanunun iptali ile devrimci ve köklü bir değişime öncülük edebilirdi. Büyük bir ihtimâlle Alevî kesiminin bazı öncüleri, 677 sayılı kanunun iptal edilmesi girişimine şiddetle muhalefet ederlerdi. Zannedildiğinin aksine, Alevî kesimin önemli bir bölümü devrimci değişimlere karşıdır. CHP’nin yanında saf tutmaları da bu tutumun bir sonucu olmalıdır.