Çelişen insan

Gecenin gündüze galebe çalması gibi bir son, “Buradayım” diyecek. Akreple yelkovanın zamanla oynaşması nafile olacak bundan kelli. Bu demek ki, artık sonbahar bitip kış gelecek.

Sorunumuz var

KÜRESEL kuşatma altındaki toplumlar/insanlık neden bu kadar yoğun çevrelenmeye maruz kalıyor? Tabiî ki küresel güçlerin toplumları/insanlığı yönetme arzusu... Niçin bu arzu? Güç isteği, yanılsamalı bir ruh hâli, benlik, doymazlık, aymazlık… Tokluk sendromu yaşayan güç odaklarının ahvalini de buna dâhil edebilir ve bu listeyi pekâlâ uzattıkça uzatabiliriz. Bu noktada insanın tutulduğu hastalıklar kendini ele veriyor. Hakk’ın kahrı olan ahmaklığın yurt edindiği durum da yaşanmıyor değil. Bireyselleşme ve yalnızlık dozunun gün geçtikçe arttığı günümüz dünyasında “İtaat et, kurtul” anlayışı yaygınlaşıp hayatın paylaşımcı sorumluluklardan kaçılması ise cabası... İmkândan çok huzurlu olmayı tefekkür eden insanların azalması da tuzu biberi... Bunun nedenleri de, etkenleri de bir hayli çok elbette.

Üzüm üzüme

İnsanlar ve diğer bütün canlılar için çoğu şey ebeveyn taklidiyle başlar. Ve devamında benzeme hâlinin yanı sıra rol model edinmelerle devam edegelen bir süreç yaşanır. Okumakta da, yazmakta da durum benzer değil midir? Başkalarının yazdığını okumak okuyanı fikir ortağı yapmaz ama zihin kapılarını açıp zihin odalarına yönlendiren bir itici güce sahiptir. Taklit ve benzeme isteğini besleyen çok gerekçe vardır. Hazreti Mevlâna’nın, “Bir insanı diğerine çeken, aralarındaki ruîi beraberliktir; söz vesile” deyişindeki benzeşme gerekçesi bunların en önemlilerinden biri olsa gerek.

Her benzeme isteği, taklit üzere yolunu alır. İnsanlık ehramının tepesine yol alan bir yolculuk hâli ile kendini gösterir. Nasrettin Hoca’nın bir tek üzüm tanesini eline alıp “Hepsi böyle; ha teki, ha salkımı” demesindeki gibi, benzeşme hâli, hayatın geneline sirayet eder ve “Üzüm üzüme baka baka kararır” cümlesinin içini doldurur adeta. Kulağı zor duyan birinin mecliste sarf edilen bir lâtifeye iki kez gülmesini düşünelim; ilk başta lâtifeden hiçbir şey anlamamasına rağmen herkes güldüğü için o da gülmüşken, ikinci gülüşü ise gerçek mânâdadır. 

İnsanın hayatında çok şey taklit olarak şekillenir. Şarkı söylemede, mankenin podyumda yürümesinde, adabı muaşeret uygulamalarında, yazarın boynuna fular takmasında, dergilerde yer alan şiirlerin birçoğunun birbirine benzemesinde hep bir taklit emaresi taşınmaz mı? Olumlu cihetiyle, kendinden öncekileri deneyimleme, hataya düşmeme, zaman kazanma gibi faydalarıyla insan hayatı kolaylaşacaktır. Başka bir taraftan, körü körüne taklit ile fayda ve inkişafı doğuracak benzemeyi bir tutmak olmaz elbette.

Bundan kelli

Modernitenin ve küresel baskının olumsuz etkilerini azaltmak, mücadele gardını almak ve zararlarını tanzim etmek mümkün elbette. Huzuru, mutluluğu yüreğinde biriktiren gani gönüllülüğü kim istemez ki? Bu cihette kesbî ve vehbî aklı diri ve kuvvetli tutmak en akıllıcası olsa gerek. Başka bir ifadeyle, bakmakla görmek arasında büyük farkı oluşturan uyanık olma hasletini taşımak gerekiyor. Yoksa gideceği limanı bilmeyenler için hiçbir rüzgâr hayır getirmeyecektir. Kendi kapısının önünü süpürme işi gibi... Oğuz Atay gibi düşünürsek, “sürekli başkalarının kötülüğünden söz ederek kendini iyi kılamazsın”. Bunun gibi, söz konusu durum iğne ve çuvaldız meselesini de ihtiva eder. Hep başkalarına bakarak gıpta etmek bu değil tabiî. İnsanın hoyratlığını elimine edip riyazetini aktif kılma olmalı bütün gayretler. Farklı farklı bilinç terzilerinden ilham almak ya da bilakis ilhamın kaynağı olabilmek...  İnsanın bütün kötü hâllerinin gemini sımsıkı tutarak ve hatta yaşam hakkını kısıtlamakla bazı şeyler düzene girmeye başlayacaktır muhakkak. Zeminleri sağlamlaştırma gayretinde de olmak... Galat-ı meşhur ortamlarındaki ıslah çalışmalarını da buna dâhil edebiliriz. Yani en azından tamire ve bakıma almak... Ve başkaca, “İnsan insanla seyirlenir, dost dostla değerlenir” anlayışı gibi pozitif yaklaşımları çoğaltmak... İsmet Özel’in “İhtiyaten dost olunmaz, muvakkaten dost olunmaz, idareten dost olunmaz” anlayışındaki gibi sağlam bir yol arkadaşlığı meselâ... Refik, refika, rabıta ve benzeri bütün isimlendirmeler; dost ve bayram biriktirmenin ehemmiyetini taşıyan bütün anlayışlar... En azından yaşam ustaları olarak bildiklerimizden rol kapma ve cesaret alma gücü… Yaşam perileri de olur. Ömür denen kayıkta vakitlenecektir her insan amma esfel-i safilînde şeytanın çocukları da olacaktır. Bu bilinçte hareket edip herkesin bir hesabının olduğu dünyamızda gerek tezleri, gerekse antitezleri boşa çıkartacak asıl gerçeğe gidiş olacak…

Kalmaz kimse

“Keşke” ile “Hayırlısı” arasında gelgitler hep var olacak bu hayatta. “Keşke”nin bir yanılsama ihtiva ettiği ölçüde, “hayırlısı” da o kadar tevekkeli olacak. “Ya sabır!” ile dizginlemeye çalıştığımız hayat “Neden olmasın?”ın umurunu filizleyecek. İnsan, çoraklaşmakta ve hatta çamurlaşmakta ama felâket ve fecaatle pişirilmiş olacak bir taraftan. Çok gezinilen çimenliklerin çoraklığında can suyuna kavuşacak. Büyü ve matahlık arası bir sarkaçtaki yol üzeri insanın değeri kendinden menkul olacak. Gri bir gökyüzü, koyuya çalmış akarsular ve donuklaşmış benizler olsa da yaşanan imaj ve manipülasyon arasında hep bir gelgit olacak. Gecenin gündüze galebe çalması gibi bir son, “Buradayım” diyecek. Akreple yelkovanın zamanla oynaşması nafile olacak bundan kelli. Bu demek ki, artık sonbahar bitip kış gelecek. Kaçmak ve yakalanmamak nafileyken, yeni filizleri rahminde taşıyan tohum olup çürütecek kendini. Ve seferin sonu, “Kalmaz kimseye” deyiverecek.