
BOZKIRIN ortasında, tarlalar arasında, asfaltı kendinden
geçmiş ince bir yolda, üstüne müzik aletleri yüklenmiş kırmızı bir otomobil,
toz bulutunu arkasında bırakarak ilerliyor.
O sırada bir türkü duyuyoruz:
“Çiçekler ekiliyor, güzelim haydı haydı,
Bahçaya dikiliyor, aman nidelim, nasıl edelim…
Sen orada ben burda, gözelim haydı haydı,
Böyle zor çekiliyor, aman nidelim, nasıl edelim…”
Söyleyen, Neşet Ertaş...
Polis ekibi yolu tutmuş, gelen arabayı kenara
alıyorlar.
İçinde altı kişi var.
Biri sitem ediyor:
“Sana demedim mi burdan gelmeyelim diye?”
Direksiyondaki kendini savunma ihtiyacında:
“Didin, didin ya, işte burası biraz yakın didik.”
Polis yaklaşıp siyah gözlüklerinin arkasından içeri
bakıyor.
“Hayırlı günler…”
“Merhaba memur bey. Bilmeyerek bir hata mı işledik?”
“Hayırdır, göçüyor musunuz?”
Şoförün yanında oturan cevap veriyor:
“Yok efendim, Horasan’dan beri çok göçtük. Düğünden
geliyoruz. Yorgun argın evimize gidiyoruz memur bey.”
“Dört kişilik arabaya altı kişi binmişsiniz. Arabaya
yük yüklemişsiniz.”
“Olanağımız bu kadar efendim, garibanık.”
“Muayenesi var mı bu arabanın?”
“Valla biz gendimizi muayene yaptıramıyoruk efendim,
arabayı nereden muayene yaptıracağız? Olanağımız yok efendim. Bizi bırakın,
gidelim ağam.”
Polis, prosedürü uygulamaya niyetli:
“Şu ehliyeti, ruhsatı ver bakayım.”
Direksiyondaki şaşkınlıkla soruyor:
“Geçen ay size vermiştim, siz de mi kaybettiniz?”
“Seksen, yüz altmış, dört yüz doksan, cezanız ağır…”
“Aboo…”
“İki bin liradan fazla cezanız var.”
Arabanın içinde bulunanların hepsi cezanın büyüklüğünü
duyunca hep birden konuşuyorsa da şoförün yanındaki talebini açıkça söylüyor:
“Mümkünü yok, biz bu cezayı ödeyemeyiz memur bey.”
Ötekiler lafa karışıyor:
“Bir hâl çaresine bakalım yav…”
“Gönderin bizi de gidelim ağam, biz bu cezayı
ödeyemeyiz.”
“Ocağımızı batırın bizim. Arabayı sana bırakıp gidelim
o zaman.”
“İki kuruşluk kazancımız var efendim, iki kuruşluk
kazancımız var. Tövbe billah ödeyemeyiz. Zaten kazandığımız üç kuruş efendim.”
Polis hâllerine acıyıp çözüm üretmekten yana olduğunu
ortaya koyuyor ve şöyle söylüyor:
“Size kolay bir soru soracağım. Beni iyi dinleyin.
Bilirseniz de sizi göndereceğim…”
Hepsini bir telaştır alıyor. Birbirlerine
bakınıyorlar. “İçinizde okur yazarlığı olan var mı?” diye soruyor
direksiyondaki arkadaşlarına dönerek.
Çetin bir soruyla karşılaşacaklarını düşünüyorlar.
Sağ öndeki, “Ben bir buçuk ay kadar okudum, buyur…
Sorun efendim” diyor.
Soru geliyor:
“İstiklâl Marşı’nı kim yazdı?”
Hepsi birden “Aboo” çektikten sonra endişeyle
düşünüyorlar.
“İstiklâl Marşı, İstiklâl Marşı… Şu bizim İstiklâl
Marşı… Siz biliyor musunuz uşaklar?”
Bilen yok. Dönüp diyorlar ki öndekine, “Bilsen bilsen
sen bilin”.
Direksiyondaki de aynı görüşte: “Bunu sen bilin Ali abi.”
Ali abi tahmin yürütüyor.
“Muharrem Ertaş emmim yazdı desem, okumuşluğu yoğudu.
Hacı Taşan emmim yazsa, gırtlağı böyle şiirlere uygun değildi. Çekiç Ali emmim
yazsa, ben yakın komşusuyum, bilir, duyardım. Bunu yine Neşet Ertaş yazmıştır.”
Bu cevap, polisin pek hoşuna gidiyor.
“Bildiniz, haydi yolunuza!”
Hepsi ter içinde kalmış vaziyetteler. Polisin “Bildiniz”
demesi üzerine sevinç içinde el çırpıyorlar.
Alkışlar polis memuruna mı, soruyu bilen Ali ağabeye
mi, yoksa Neşet Ertaş’a mı, belli değil.
“Allah razı olsun. Sağ ol, sağ ol” deyip marşa basıyor
ve polise teşekkür ediyorlar.
“Haydi kendine iyi bak. Teşekkür ederiz. Kulaklarından
neyinden öperiz” diyen Ali abi, arkadaşlarına fırçayı basıyor:
“Tahsilsiz kültürsüz herifler. Hep davul zurna
çalmakla olur mu bu iş? Biraz kültür, tahsil… Kendinize gelin. Ben ölürsem ne
yapacaksınız? Trafik arabayı alacaktı elinizden.”
*
At Yapım tarafından hazırlanan “Ah Yalan Dünya’da”
adlı Neşet Ertaş belgeselinden bir sahne bu.
Çok sevildi, milyonlarca defa izlendi.
Ayrıntısıyla anlattıysak, bilinmeme ihtimâlinden
değil, bir de bu şekilde kayda geçsin niyetiyledir.
Burada geçen isimler bizim nesil için tanıdık.
Peki, gençler için?
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali…
Çoğu bu isimlerin yabancısı.
Hepsini geçtik, Neşet Ertaş’ın adını sorunca
“Duymuşluğum var” deyip orada kalanları gördüm yakın zaman önce.
Daha ilerisini bilen pek az.
Halk müziğine ilgi duyan, saz çalıp türkü söyleyen
gençler de var elbette.
Eskiden elinde sazla dolaşanları pek görmezdik. Şimdi
rastlıyoruz ve seviniyoruz. Ama epeyce az.
Arabadaki Ali abinin son söyledikleri sadece o eski
arabanın içinde bulunanlara mı?
Bu isimlere tamamen yabancı olanların da bir payı olsa
gerek o sitemde.
Az buçuk mürekkep yalamış herkesin, “Muharrem Ertaş”
denilince en azından hakkında birkaç cümle edebilmesi gerekir.
“Bozlağın en başta gelen ismidir Muharrem Usta”
diyebilmeli insan.
Abdallık geleneğinin en önemli temsilcilerinden
olduğunu bilmeli.
“Kalktı göç eyledi Avşar elleri” diyerek çalıp
söylemeye başladığı zaman dağların bile titrediğini idrak etmeli.
Hacı Taşan ve Neşet Ertaş’ın ustası olduğunu da…
*
Keskin türkülerinin babası Hacı Taşan’dan
bahsedilince, eserleri hatırlanmalı.
“Allı Durnam Bizim Ele Varırsan”
“Bugün Ayın Işığı”
“Değirmenin Bendine”
“Gelmemiş Dünyaya Sen Gibi Taze”
“Giden Ay Dutulur mu”
“Mavilim Mavişelim”
“Ne Güzel Yakışmış Allar Ayşe’ye”
“Sürüler İçinde Sürmeli Koyun”
“Yaylalar İçinde Erzurum Yayla”
“Yüce Dağ Başına Yağan Kar İdim” gibi eserlerin Hacı
Taşan’ın elinden çıktığını bilmek gerekir. 53 yaşında göçtüğü de akla gelmeli.
*
Çekiç Ali ise, ondan daha erken hayata veda etmiş. 1973’te
son nefesini verdiğinde 40 veya 41 yaşındaymış.
“Acem Kızı”
“Biter Kırşehir’in Gülleri Biter”
“Dostlarınan Bozuk Gitti Aramız”
“Everek Dağı”
“Anam Ağlar İçin İçin”
“Yoruldum Yol Üstüne Oturdum”
“Nerde Kaldı Vatanımız Elimiz”
“Şad Olup Gülmüyor Kalbi Yaslıdır”
“Sarı Yazma Yakışmaz Mı Güzele”
“Geleli Gülmedim Ben Bu Cihana”
“İrafa Koydum Narı”
“Irast Geldim Bir Kaşları Kemana” ve daha pek çok
eserin sahibidir Çekiç Ali.
*
Küçük yaşta babasının yanında düğünlerde çalmaya
başlayan Neşet Ertaş ise yaşı ilerleyince bu meydanın en başköşesinde kendine
yer buldu.
Aynı zamanda halkımızın gönlündeki yerini de öyle
tarif edebiliriz.
Onun türküleri, varsayalım, bir an için çıkartılacak,
yok sayılacak olsa, ülkemizin müzik kültürü çok büyük bir yara almış,
fakirleşmiş olur.
Neşet Ertaş türküleri alınmadan, radyoda veya
televizyonda bir türkü programı yapmak zordur.
Hakkında kitaplar yazıldı, programlar hazırlandı,
belgeseller çekildi.
Yine de onun adı sorulduğunda, “Kimdi?” diye
duraksayanlar, eserlerini bilmeyenler, hayata dair ne biliyor, merak etmeye
değer.
Öğrenmek isteyenlere, Neşet Ertaş hakkında kitaplar
yazan, belgeseller çeken ve ülkemize dönmeye ikna ederek bize o büyük üstadı
yeniden kazandıran Bayram Bilge Tokel’in eserlerini tavsiye ederiz.
Neşet Ertaş’ın türkülerini tek tek saymak zor. Uzun
bir liste tutar. Akla gelen on türkü varsa, en az üçü dördü ona aittir.
Eserlerinin her biri, belli bir yaşanmışlığa dayanır.
Masa başı ürünler değildir onlar.
“Biz çekmediğimiz acının türküsünü yakmadık” demesini
delil olarak hatırlatmak yeter.
O yüzden, polislerin durdurup ehliyet sorduğu
Kırşehirli saz ekibi “İstiklâl Marşı’nı olsa olsa Neşet Ertaş yazmıştır”
demektedir. O hikâyenin en önemli ayrıntısı ise, onun da gerçek hayattan alınma
olmasıdır!
Vesselâm…