Çehov’un edebî kişiliği

1887’de “Alacakaranlıkta” adlı hikâye kitabıyla Rus Akademisi tarafından verilen “Puşkin Ödülü”nü kazanmıştır. Bu ödülle birlikte yıldızı parlamış ve ünü memleketin her yanına yayılmıştır. Aynı yıl ilk büyük tiyatro oyunu olan “İvanov”, Moskova’daki Korsch Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir. Çehov, İvanov oyunuyla ilgili olarak 12 Ekim 1887’de kardeşine şunları yazmıştır: “Her perdeyi öykülerimdeki gibi bitiriyorum. Bütün sahneler tatlı tatlı, dingin dingin geçiyor ama sonunda seyirciyi çarpılmışa döndürüyorum.”

“YAZABİLDİĞİNİZ kadar çok yazın! Parmaklarınız kırılana dek yazın, yazın, yazın!”

1886 yılında Marya Miselyova’ya yazdığı mektupta bunları yazmıştı Anton Çehov. Bu tavsiye bize abartılı gelse de kendisi böyle yazmıştı. Aksi hâlde kırk dört yıllık ömrüne bu kadar eseri nasıl sığdırabilirdi? Bu mektubu yazdığında yirmi altı yaşındaydı; o güne kadar dergi ve gazetelerde dört yüz civarında yazısı çıkmış, iki hikâye kitabı yayımlanmıştı. Tek perdelik oyunlar da kaleme almıştı. Yazı hayatının en verimli yıllarını yaşamıştı.

Onun yazı hayatı, 1879’da Moskova’ya geldikten sonra başlar. Kardeşinin anlattığına göre Anton Çehov, Moskova’ya geldikten kısa süre sonra bulabildiği bütün dergileri satın almış, okuyup incelemiş, hangi dergiye nasıl yazılar yazılması gerektiğine karar vermiş ve aşkla, şevkle yazı çalışmalarına başlamıştır. Yazdıklarından para kazanmaya başlayınca, içindeki “başarılı olma isteği” daha da kamçılanmıştır. Kuzenine yazdığı mektupta , “Servet sahibi olacağım… İki kere iki nasıl dört ederse, o kadar eminim bundan!” demesi, kendine olan güven duygusunun yüksekliğini göstermektedir.

Çehov yazı yazma işini, çabucak para kazanmanın kolay bir yolu olarak görmüştür. Bir bakıma o da haklıdır. Ailenin durumu içler acısıdır, acil olarak paraya ihtiyaçları vardır. Bu bakımdan yazabildiği kadar çok yazmıştır. İlk yıllarda para kazanmak için yazdığı eserlerinde edebî bir kaygı içinde değildir. O da bu döneme ait yazı ve hikâyelerini beğenmemiş olmalı ki yıllar sonra kendisinin hazırladığı on ciltlik Toplu Eserler’ine ilk yıllarda yazdığı hikâyelerini almamıştır.

Onun küçük hikâyeleri ve yazıları, Moskova ve St. Petersburg’un popüler dergilerinde yayımlanmıştır. Rusya’daki sansür uygulamasının da etkisiyle yazılarında kendi ismini değil, takma isimler kullanmıştır: Antoşa, Antoşa Ç., erkek kardeşimin kardeşi, iyi huylu adam, Çekonte vb.

Ülke genelinde uygulanan katı sansür kurallarına takılmamak için özen göstermesine rağmen, yine de bazı yazıları yayın için gerekli izni alamamıştır.

1884 yılına kadar hem tıp fakültesinde okumuş, hem de yazmış, yazmış, yazmıştır. Dönemin önde gelen dergilerinden “Yeni Zaman”ın yönetmeniyle tanışmış, onun isteği üzerine takma isimler kullanmaktan vazgeçerek kendi adıyla yazmaya başlamıştır.

Doktor ve ödüllü

1884’te Moskova Tıp Fakültesi’ni bitirerek doktor oldu. O yıla kadar yazdıklarından bir kısmını “Melpomene Hikâyeleri” adıyla yayımladı. Çehov’un yazarlığında hekimliğinden izler görünür. Çarlık dönemi Rusya’sının hastalıklı yönlerini iyi teşhis etmiştir.

1887’de “Alacakaranlıkta” adlı hikâye kitabıyla Rus Akademisi tarafından verilen “Puşkin Ödülü”nü kazanmıştır. Bu ödülle birlikte yıldızı parlamış ve ünü memleketin her yanına yayılmıştır. Aynı yıl ilk büyük tiyatro oyunu olan “İvanov”, Moskova’daki Korsch Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir. Çehov, İvanov oyunuyla ilgili olarak 12 Ekim 1887’de kardeşine şunları yazmıştır: “Her perdeyi öykülerimdeki gibi bitiriyorum. Bütün sahneler tatlı tatlı, dingin dingin geçiyor ama sonunda seyirciyi çarpılmışa döndürüyorum.”

Puşkin Ödülü’nü aldıktan sonra oldukça alçakgönüllülükle şu satırları yazmıştır: “Bütün yayınladıklarım ve bana bu ödülü kazandıran her şey, insanların belleğinde on yıl sürmez, yaşamaz.” Bu tahmini tutmamıştır Çehov’un. Unutulmak şöyle dursun, (ölümünden bu yana yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen) eserlerinin önemi her geçen gün daha iyi anlaşılmakta, hâlâ hakkında araştırma ve incelemeler yapılmakta, kitaplar yayımlanmaktadır.

Çehov, 1890’da bir tutuklu ve sürgün yeri olan Sahalin adasına gitti. İncelemeler yaptı. Döndükten sonra izlenimlerini “Sahalin Adası” adıyla yayımladı. Bu kitabın yayımlanmasından sonra hapishane yönetmeliği değiştirilerek bazı iyileştirmeler yapılmıştır.

1891’de Avrupa gezisine çıkan yazar, Rusya’ya döndükten sonra “6 Numaralı Koğuş” adlı eserini yazdı. Özgürlükçü düşünceleri savunduğu bu kitabı, 1892 yılında yayımlandı.

1895’te “Martı” adlı ünlü oyununun ilk versiyonunu yazdı. Eser 1896’da, St. Petersburg’da sahnelendi. İzleyicilerin alışık olmadığı türden bir oyun olduğu için beğenilmedi. 1897’de “Köylüler” adlı uzun hikâyesi yayımlandı. 1898’de, ünlü oyun yönetmeni Konstantin Stanislavski, “Martı” adlı oyunu Moskova Sanat Tiyatrosu’nda yepyeni bir anlayışla sahneye koydu. Bu kez oyun çok beğenildi.

1899’da “Vanya Dayı”nın ilk gösterimi yapıldı. Toplu Eserler’in ilk cildi yayımlandı. Çar’ın da onayıyla Rusya Akademisi üyeliğine seçildi. 1901’de “Üç Kız Kardeş” adlı eseri sahnelendi. 1902’de Akademi üyeliğinden istifa etti. 1903’te “Vişne Bahçesi” adlı oyunu yazdı. Eser 1904’te, Moskova’da sahnelendi. İlk gösterimini izleyenler arasında Anton Çehov da vardı.

1904 yılında hastalığı iyice şiddetlenince tedavi için Almanya’ya gitti ve orada vefat etti. Cenazesi Moskova’ya getirilen Çehov, ölümünden bir hafta sonra defnedildi (9 Temmuz 1904).


Edebiyat duayeni

Dünya edebiyatında modern hikâyeciliğin kurucusu olarak kabul edilen Anton Pavloviç Çehov, Rus edebiyatının Dostoyevski, Turganyev ve Tolstoy gibi büyük romancılarıyla aynı dönemde yaşamıştır. Fransa’dan Emile Zola ve Guy de Maupassant, İngiltere’den Bernard Shaw ve Oscar Wilde, ABD’den Henry James ve Mark Twain gibi yazarlarla da aynı yüzyılda yaşamıştır.

Rusya’nın bu en büyük yazarları, rejimin en sıkıntılı yıllarında köhneleşmiş düzeni değiştirmek için “Gerçekçi Edebiyat” akımını başlattılar. Hayatın gerçeklerini romana, hikâyeye ve tiyatroya taşımayı gaye edindiler. Bunu gerçekleştirmek için açık, yalın ve duru bir anlatımı seçtiler. Anton Çehov da toplumda gördüğü aksaklıkları pürüzsüz ve duru anlatımıyla dile getirerek bu akıma mührünü vuran yazarlardan biri olmuştur.

Çehov’un yaşadığı yıllarda Rusya’da toplumsal yapı oldukça bozulmuştu. İnsanlar arasındaki sınıf farkı, gelir adaletsizliği ve sorunlar yumağının bir türlü çözümlenememesi, ülke insanlarını karamsar, güvensiz ve gelecekten umutsuz hâle getirmişti. Çehov da, sanatçı olmanın yüklediği sorumluluk duygusuyla çevresinde gördüğü haksızlıklara duyarsız kalamamış, ince bir mizahî üslûpla sorunları gözler önüne sermiştir.

Çehov’un sistemli ve düzenli bir politik görüşü yoktu. Haksızlıklara, dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe düşmandı. İçinde yaşadığı toplumun insanlarını; yoksulluklarını, üzüntülerini, sevinçlerini bilgiçlik taslamadan, iyi-kötü diye damgalamadan bütün gerçekliğiyle anlatmıştır. Onun hikâyelerinde Çarlık Rusya’sının çöküş dönemlerinden tablolar bulmak mümkündür.

Çehov bütün dünyada hikâyeci kimliğiyle tanınır, fakat o aynı zamanda başarılı bir tiyatro yazarıdır. Çehov’daki tiyatro sevgisi daha çocukluk yıllarında izleyici olarak başladı. Tıp fakültesinde okurken adına “vodvil” denilen tek perdelik oyunlar yazdı. İlk büyük oyunu İvanov ve daha sonraki eseri “Orman Cini”, dört perdelik oyunlardır.

Vodvilleri taşra şehirlerinde başarıyla sahnelendi. Ardından “İvanov Moskova’da” beğeni kazandı. Orman Cini başarısız olunca, Çehov’un morali bozuldu ve bir süre oyun yazmadı. Martı’nın ilk gösterimi de beğenilmeyince tiyatro eseri yazma işinden iyice soğudu. Bir dostuna yazdığı mektupta şu karamsar ifadeleri kullandı: “Yedi yüz yıl yaşasam bir piyes yazmam. Nesine isterseniz bahse girerim!”

İçindeki tiyatro aşkı galip geldi ve verdiği sözü tutamayarak yeniden eserler yazdı. Vanya Dayı beğenildi. Martı’nın yeni versiyonu da büyük başarı kazandı. Daha sonra “Üç Kız Kardeş” ve “Vişne Bahçesi” adlı eserleri yazdı ve bunlar da izleyiciler ve eleştirmenler tarafından büyük beğeni kazandı. Bu eserler, insan tabiatının iç gerçekliğini dile getiren, bu nedenle de tiyatro sanatında yeni bir çığır açan eserlerdir.

Çehov’un hikâyelerinde olduğu gibi oyunlarında da Çarlık dönemi Rusya’sının son dönemlerine ait belirgin izler vardır: Yok olmaya yüz tutmuş değerler, toplumdaki köhnemişlik ve karamsarlık, aydın insanların gittikçe azalması ve toplumsal katmanların laçkalaşması, ince bir mizah üslûbuyla bezenerek işlenmiştir. Oyunlarında Rus toplumunun tüm katmanlarından tipler görülür. Fedakârlık, sabır, çalışkanlık gibi konuları da sıkça işlemiştir. Dikkat çeken bir nokta da, oyunlarında yer verdiği gençleri dinamik, dürüst ve uyumlu; yaşlıları ise uyumsuz, inatçı ve kaprisli insanlar olarak anlatmasıdır. Anlaşılan o ki, toplumun değişmesi ve düzelmesi için o da umudunu gençlere bağlamıştır.

Çehov’un oyun yazarlığında dikkate aldığı unsurlardan biri de doğallığa dayanan işlevselliktir.  Ona göre, oyunun başında sahnede bir tüfek varsa, o tüfek oyunun herhangi bir yerinde mutlaka patlamalıdır. Eserlerinde, hayatı (olduğu gibi) bütün çıplaklığıyla ve doğal olarak anlatabilmeyi arzulamıştır.

Çehov, yazdığı mektuplarda mütevazılığından mıdır bilinmez, hikâyelerini ciddîye almamış, onları “ıvır zıvır, bilinçsizce yazılmış yazılar” olarak değerlendirmiştir. Espriyle, yer içer gibi, doğaçlama yazdığını söylemiştir. “Tıp mesleğinde yükselmek için parayı yeterince sevmiyorum; edebiyat için de yeterince tutkum yani yeteneğim yok” diyerek kendi yazdıklarıyla âdeta dalga geçmiştir. Oysa onu tanıyanlar, tam aksine, onun çok çalışkan ve titiz bir yazar olduğunu belirtmişlerdir. Onun çalışmalarında ne denli titiz olduğunu kendisi gibi yazar olan ağabeyine yazdığı şu öğütlerden anlıyoruz: “Tabiat tasvirlerinde en küçük ayrıntılara yapışmalı ve onları öyle bir araya getirmeli ki okunduktan sonra insan gözünü kapayınca bir tablo oluştursun… Her şeyden önemlisi, dikkatini dağıtma, çevreni sürekli gözlemle, ofla pufla, her şeyi beş kere yeniden yaz, kısalt, oyna vs. Bütün Petersburg’un Çehov kardeşlerin yazdıklarını adım adım izlediğini unutma!”

İki büyük yazarın onun hakkındaki izlenimini aktarmak istiyorum:

“Sanırım Anton Çehov’la karşılaşan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi olma isteği duyardı. Çehov, hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlüğünü korumayı başardı. Başkalarının, özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov’dan beklediklerine hiç aldırmadı. Bu güzel yalnızlığı içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkalarına da yalın olmayı öğretti.” (Maksim Gorki)

“Çehov bir sanatçı olarak, önceki Rus yazarlarıyla, Turganyev, Dostoyevski veya benimle mukayese bile edilemez. Çehov’un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız, adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktınız mı, şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır.” (Tolstoy)

Sever dergisinin editörü Çehov’dan fotoğraflı bir biyografi istediğinde, ona şu cevabı vermiştir: “Benim biyografimi mi istiyorsun, işte burada! 1891 yılında Avrupa turu yaptım, çok hoş şaraplar içtim, istiridye yedim. On üç yaşında aşkın sırlarını keşfettim. Doktor ve yazar arkadaşlarımla hoş anlar yaşadım. Yazarlardan en çok Tolstoy’u severim.”

Thomas Mann, Anton Çehov’un alçakgönüllülüğü hakkında şunları yazmıştır: “Çehov’un Avrupa’nın yanı sıra Rusya’da da büyük ölçüde hak ettiği değeri görmemiş olmasının nedeni alçakgönüllülüğüdür. Alçakgönüllülük hoş bir özelliktir ama bu dünyada alçakgönüllüler saygı görmez, takdir edilmezler.”

Anton Çehov, hikâye sanatında geliştirdiği yeni tarz ile bütün dünyada kendisinden sonra gelen birçok yazarı etkilemiştir. Bizim edebiyatımızda da başta Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal olmak üzere birçok yazar, Çehov tarzına uygun hikâyeler yazmıştır.