“YAZABİLDİĞİNİZ
kadar çok yazın! Parmaklarınız kırılana dek yazın, yazın, yazın!”
1886 yılında Marya
Miselyova’ya yazdığı mektupta bunları yazmıştı Anton Çehov. Bu tavsiye bize
abartılı gelse de kendisi böyle yazmıştı. Aksi hâlde kırk dört yıllık ömrüne bu
kadar eseri nasıl sığdırabilirdi? Bu mektubu yazdığında yirmi altı yaşındaydı;
o güne kadar dergi ve gazetelerde dört yüz civarında yazısı çıkmış, iki hikâye
kitabı yayımlanmıştı. Tek perdelik oyunlar da kaleme almıştı. Yazı hayatının en
verimli yıllarını yaşamıştı.
Onun yazı hayatı, 1879’da
Moskova’ya geldikten sonra başlar. Kardeşinin anlattığına göre Anton Çehov,
Moskova’ya geldikten kısa süre sonra bulabildiği bütün dergileri satın almış,
okuyup incelemiş, hangi dergiye nasıl yazılar yazılması gerektiğine karar
vermiş ve aşkla, şevkle yazı çalışmalarına başlamıştır. Yazdıklarından para
kazanmaya başlayınca, içindeki “başarılı olma isteği” daha da kamçılanmıştır.
Kuzenine yazdığı mektupta , “Servet sahibi olacağım… İki kere iki nasıl dört
ederse, o kadar eminim bundan!” demesi, kendine olan güven duygusunun
yüksekliğini göstermektedir.
Çehov yazı yazma işini,
çabucak para kazanmanın kolay bir yolu olarak görmüştür. Bir bakıma o da
haklıdır. Ailenin durumu içler acısıdır, acil olarak paraya ihtiyaçları vardır.
Bu bakımdan yazabildiği kadar çok yazmıştır. İlk yıllarda para kazanmak için
yazdığı eserlerinde edebî bir kaygı içinde değildir. O da bu döneme ait yazı ve
hikâyelerini beğenmemiş olmalı ki yıllar sonra kendisinin hazırladığı on
ciltlik Toplu Eserler’ine ilk yıllarda yazdığı hikâyelerini almamıştır.
Onun küçük hikâyeleri ve
yazıları, Moskova ve St. Petersburg’un popüler dergilerinde yayımlanmıştır.
Rusya’daki sansür uygulamasının da etkisiyle yazılarında kendi ismini değil,
takma isimler kullanmıştır: Antoşa, Antoşa Ç., erkek kardeşimin kardeşi, iyi
huylu adam, Çekonte vb.
Ülke genelinde uygulanan
katı sansür kurallarına takılmamak için özen göstermesine rağmen, yine de bazı
yazıları yayın için gerekli izni alamamıştır.
1884 yılına kadar hem tıp
fakültesinde okumuş, hem de yazmış, yazmış, yazmıştır. Dönemin önde gelen
dergilerinden “Yeni Zaman”ın yönetmeniyle tanışmış, onun isteği üzerine takma
isimler kullanmaktan vazgeçerek kendi adıyla yazmaya başlamıştır.
Doktor ve ödüllü
1884’te Moskova Tıp
Fakültesi’ni bitirerek doktor oldu. O yıla kadar yazdıklarından bir kısmını
“Melpomene Hikâyeleri” adıyla yayımladı. Çehov’un yazarlığında hekimliğinden
izler görünür. Çarlık dönemi Rusya’sının hastalıklı yönlerini iyi teşhis
etmiştir.
1887’de “Alacakaranlıkta”
adlı hikâye kitabıyla Rus Akademisi tarafından verilen “Puşkin Ödülü”nü
kazanmıştır. Bu ödülle birlikte yıldızı parlamış ve ünü memleketin her yanına
yayılmıştır. Aynı yıl ilk büyük tiyatro oyunu olan “İvanov”, Moskova’daki
Korsch Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir. Çehov, İvanov oyunuyla ilgili olarak 12
Ekim 1887’de kardeşine şunları yazmıştır: “Her perdeyi öykülerimdeki gibi
bitiriyorum. Bütün sahneler tatlı tatlı, dingin dingin geçiyor ama sonunda
seyirciyi çarpılmışa döndürüyorum.”
Puşkin Ödülü’nü aldıktan
sonra oldukça alçakgönüllülükle şu satırları yazmıştır: “Bütün yayınladıklarım
ve bana bu ödülü kazandıran her şey, insanların belleğinde on yıl sürmez,
yaşamaz.” Bu tahmini tutmamıştır Çehov’un. Unutulmak şöyle dursun, (ölümünden
bu yana yüz yıldan fazla zaman geçmesine rağmen) eserlerinin önemi her geçen
gün daha iyi anlaşılmakta, hâlâ hakkında araştırma ve incelemeler yapılmakta,
kitaplar yayımlanmaktadır.
Çehov, 1890’da bir tutuklu
ve sürgün yeri olan Sahalin adasına gitti. İncelemeler yaptı. Döndükten sonra
izlenimlerini “Sahalin Adası” adıyla yayımladı. Bu kitabın yayımlanmasından
sonra hapishane yönetmeliği değiştirilerek bazı iyileştirmeler yapılmıştır.
1891’de Avrupa gezisine
çıkan yazar, Rusya’ya döndükten sonra “6 Numaralı Koğuş” adlı eserini yazdı.
Özgürlükçü düşünceleri savunduğu bu kitabı, 1892 yılında yayımlandı.
1895’te “Martı” adlı ünlü
oyununun ilk versiyonunu yazdı. Eser 1896’da, St. Petersburg’da sahnelendi.
İzleyicilerin alışık olmadığı türden bir oyun olduğu için beğenilmedi. 1897’de “Köylüler”
adlı uzun hikâyesi yayımlandı. 1898’de, ünlü oyun yönetmeni Konstantin
Stanislavski, “Martı” adlı oyunu Moskova Sanat Tiyatrosu’nda yepyeni bir
anlayışla sahneye koydu. Bu kez oyun çok beğenildi.
1899’da “Vanya Dayı”nın
ilk gösterimi yapıldı. Toplu Eserler’in ilk cildi yayımlandı. Çar’ın da
onayıyla Rusya Akademisi üyeliğine seçildi. 1901’de “Üç Kız Kardeş” adlı eseri
sahnelendi. 1902’de Akademi üyeliğinden istifa etti. 1903’te “Vişne Bahçesi”
adlı oyunu yazdı. Eser 1904’te, Moskova’da sahnelendi. İlk gösterimini
izleyenler arasında Anton Çehov da vardı.
1904 yılında hastalığı iyice şiddetlenince tedavi için Almanya’ya gitti ve orada vefat etti. Cenazesi Moskova’ya getirilen Çehov, ölümünden bir hafta sonra defnedildi (9 Temmuz 1904).
Edebiyat duayeni
Dünya edebiyatında modern
hikâyeciliğin kurucusu olarak kabul edilen Anton Pavloviç Çehov, Rus
edebiyatının Dostoyevski, Turganyev ve Tolstoy gibi büyük romancılarıyla aynı
dönemde yaşamıştır. Fransa’dan Emile Zola ve Guy de Maupassant, İngiltere’den
Bernard Shaw ve Oscar Wilde, ABD’den Henry James ve Mark Twain gibi yazarlarla
da aynı yüzyılda yaşamıştır.
Rusya’nın bu en büyük
yazarları, rejimin en sıkıntılı yıllarında köhneleşmiş düzeni değiştirmek için
“Gerçekçi Edebiyat” akımını başlattılar. Hayatın gerçeklerini romana, hikâyeye
ve tiyatroya taşımayı gaye edindiler. Bunu gerçekleştirmek için açık, yalın ve
duru bir anlatımı seçtiler. Anton Çehov da toplumda gördüğü aksaklıkları
pürüzsüz ve duru anlatımıyla dile getirerek bu akıma mührünü vuran yazarlardan
biri olmuştur.
Çehov’un yaşadığı yıllarda
Rusya’da toplumsal yapı oldukça bozulmuştu. İnsanlar arasındaki sınıf farkı,
gelir adaletsizliği ve sorunlar yumağının bir türlü çözümlenememesi, ülke
insanlarını karamsar, güvensiz ve gelecekten umutsuz hâle getirmişti. Çehov da,
sanatçı olmanın yüklediği sorumluluk duygusuyla çevresinde gördüğü
haksızlıklara duyarsız kalamamış, ince bir mizahî üslûpla sorunları gözler
önüne sermiştir.
Çehov’un sistemli ve
düzenli bir politik görüşü yoktu. Haksızlıklara, dalkavukluğa, ikiyüzlülüğe
düşmandı. İçinde yaşadığı toplumun insanlarını; yoksulluklarını, üzüntülerini,
sevinçlerini bilgiçlik taslamadan, iyi-kötü diye damgalamadan bütün
gerçekliğiyle anlatmıştır. Onun hikâyelerinde Çarlık Rusya’sının çöküş
dönemlerinden tablolar bulmak mümkündür.
Çehov bütün dünyada
hikâyeci kimliğiyle tanınır, fakat o aynı zamanda başarılı bir tiyatro
yazarıdır. Çehov’daki tiyatro sevgisi daha çocukluk yıllarında izleyici olarak
başladı. Tıp fakültesinde okurken adına “vodvil” denilen tek perdelik oyunlar
yazdı. İlk büyük oyunu İvanov ve daha sonraki eseri “Orman Cini”, dört perdelik
oyunlardır.
Vodvilleri taşra
şehirlerinde başarıyla sahnelendi. Ardından “İvanov Moskova’da” beğeni kazandı.
Orman Cini başarısız olunca, Çehov’un morali bozuldu ve bir süre oyun yazmadı.
Martı’nın ilk gösterimi de beğenilmeyince tiyatro eseri yazma işinden iyice
soğudu. Bir dostuna yazdığı mektupta şu karamsar ifadeleri kullandı: “Yedi yüz
yıl yaşasam bir piyes yazmam. Nesine isterseniz bahse girerim!”
İçindeki tiyatro aşkı
galip geldi ve verdiği sözü tutamayarak yeniden eserler yazdı. Vanya Dayı
beğenildi. Martı’nın yeni versiyonu da büyük başarı kazandı. Daha sonra “Üç Kız
Kardeş” ve “Vişne Bahçesi” adlı eserleri yazdı ve bunlar da izleyiciler ve
eleştirmenler tarafından büyük beğeni kazandı. Bu eserler, insan tabiatının iç
gerçekliğini dile getiren, bu nedenle de tiyatro sanatında yeni bir çığır açan
eserlerdir.
Çehov’un hikâyelerinde
olduğu gibi oyunlarında da Çarlık dönemi Rusya’sının son dönemlerine ait
belirgin izler vardır: Yok olmaya yüz tutmuş değerler, toplumdaki köhnemişlik
ve karamsarlık, aydın insanların gittikçe azalması ve toplumsal katmanların
laçkalaşması, ince bir mizah üslûbuyla bezenerek işlenmiştir. Oyunlarında Rus
toplumunun tüm katmanlarından tipler görülür. Fedakârlık, sabır, çalışkanlık
gibi konuları da sıkça işlemiştir. Dikkat çeken bir nokta da, oyunlarında yer
verdiği gençleri dinamik, dürüst ve uyumlu; yaşlıları ise uyumsuz, inatçı ve
kaprisli insanlar olarak anlatmasıdır. Anlaşılan o ki, toplumun değişmesi ve
düzelmesi için o da umudunu gençlere bağlamıştır.
Çehov’un oyun yazarlığında
dikkate aldığı unsurlardan biri de doğallığa dayanan işlevselliktir. Ona göre, oyunun başında sahnede bir tüfek
varsa, o tüfek oyunun herhangi bir yerinde mutlaka patlamalıdır. Eserlerinde,
hayatı (olduğu gibi) bütün çıplaklığıyla ve doğal olarak anlatabilmeyi
arzulamıştır.
Çehov, yazdığı mektuplarda
mütevazılığından mıdır bilinmez, hikâyelerini ciddîye almamış, onları “ıvır
zıvır, bilinçsizce yazılmış yazılar” olarak değerlendirmiştir. Espriyle, yer
içer gibi, doğaçlama yazdığını söylemiştir. “Tıp mesleğinde yükselmek için
parayı yeterince sevmiyorum; edebiyat için de yeterince tutkum yani yeteneğim
yok” diyerek kendi yazdıklarıyla âdeta dalga geçmiştir. Oysa onu tanıyanlar,
tam aksine, onun çok çalışkan ve titiz bir yazar olduğunu belirtmişlerdir. Onun
çalışmalarında ne denli titiz olduğunu kendisi gibi yazar olan ağabeyine yazdığı
şu öğütlerden anlıyoruz: “Tabiat tasvirlerinde en küçük ayrıntılara yapışmalı
ve onları öyle bir araya getirmeli ki okunduktan sonra insan gözünü kapayınca
bir tablo oluştursun… Her şeyden önemlisi, dikkatini dağıtma, çevreni sürekli
gözlemle, ofla pufla, her şeyi beş kere yeniden yaz, kısalt, oyna vs. Bütün
Petersburg’un Çehov kardeşlerin yazdıklarını adım adım izlediğini unutma!”
İki büyük yazarın onun
hakkındaki izlenimini aktarmak istiyorum:
“Sanırım Anton Çehov’la
karşılaşan herkes, içinde ister istemez daha yalın, daha doğru, daha kendisi
olma isteği duyardı. Çehov, hayatı boyunca hep kendi ruhsal bütünlüğü içinde
yaşadı; her zaman kendisi olmayı, iç özgürlüğünü korumayı başardı.
Başkalarının, özellikle de daha kaba insanların Anton Çehov’dan beklediklerine
hiç aldırmadı. Bu güzel yalnızlığı içinde, kendisi de yalın, gerçek ve içten
olan her şeyi sevdi ve kendine özgü bir güçle başkalarına da yalın olmayı
öğretti.” (Maksim Gorki)
“Çehov bir sanatçı olarak,
önceki Rus yazarlarıyla, Turganyev, Dostoyevski veya benimle mukayese bile
edilemez. Çehov’un kendi biçimi var empresyonistler gibi. Bakarsanız, adam
hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu
boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip
baktınız mı, şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır.”
(Tolstoy)
Sever dergisinin editörü
Çehov’dan fotoğraflı bir biyografi istediğinde, ona şu cevabı vermiştir: “Benim
biyografimi mi istiyorsun, işte burada! 1891 yılında Avrupa turu yaptım, çok
hoş şaraplar içtim, istiridye yedim. On üç yaşında aşkın sırlarını keşfettim.
Doktor ve yazar arkadaşlarımla hoş anlar yaşadım. Yazarlardan en çok Tolstoy’u
severim.”
Thomas Mann, Anton
Çehov’un alçakgönüllülüğü hakkında şunları yazmıştır: “Çehov’un Avrupa’nın yanı
sıra Rusya’da da büyük ölçüde hak ettiği değeri görmemiş olmasının nedeni
alçakgönüllülüğüdür. Alçakgönüllülük hoş bir özelliktir ama bu dünyada
alçakgönüllüler saygı görmez, takdir edilmezler.”
Anton Çehov, hikâye sanatında geliştirdiği yeni tarz ile bütün dünyada kendisinden sonra gelen birçok yazarı etkilemiştir. Bizim edebiyatımızda da başta Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal olmak üzere birçok yazar, Çehov tarzına uygun hikâyeler yazmıştır.