Cazgırın aygırı epten aykırı gidiy

“Ulan ben ortaokul mezunuyum… Belediye başkanı oluyorum, yetmiyor, milletvekili oluyorum… O da yetmiyor, bakan oluyorum da, o çocuk benden üç sene fazla okumuş, alnının akıyla liseyi bitirmiş. Niye lâyık değilmiş o göreve?”

BİZİM Doktor Hüseyin, mesaj göndermiş: “Bu akşam Ali Baba’nın çay bahçesinde buluşalım.”

Kalp kalbe karşı. Aklımdan geçen oydu. Cevap yazdım:

“Ali Baba candır… Ali Babacan değildir.”

Öyle ya… Biri, Kırk Haramiler’e taş söktüren adaşı gibi uğraşıp didiniyor; diğeri ise kendi bacağına kurşun sıkıyor.

Şecaat arz ederken, nasıl yediği çanağı pislediğini, içerideyken dışarıya çalıştığını anlatıyor.

Gaydırı guppak dilli.

Sonra boş yere istikbâl umuduna kapılıyor.

Ah be babasının yiğidi, sen bu yapıyla, istikbâli ancak mobilya mağazasında bulursun.

Yüzde bir bile alamadıktan sonra, ne yapsan boş!

Bütün illerde ve ilçelerde en gösterişli binayı tutup parti merkezi yapsan bile, bu millet teveccüh göstermez.

*

Öte yanda bir akıllı çıktı, Sabiha Gökçen’de yapılan tünelleri eleştirdi.

Dünyadan haberi yok.

Sabiha’nın kapasitesinden haberi yok.

Ama dili bir karış.

“Dağ olmayan yere tünel yapıyorlar”mış.

“Maksat, birilerine durup dururken para kazandırmak”mış.

Ulancık, ne zahmet edip kafa yoruyorsun?

O narin kafana yazık değil mi?

Belli ki dağı daha sonra yapacaklar.

Hem de ihale büyük olacakmış ha!

*

Yazdıklarından ziyâde, yazmadıklarından para kazanan büyük kasteci yazarlar da böyle şeyler duydukları zaman, hemen balıklama atlıyorlar.

Misâl, kayıp silahlar konusu…

(Kafa üstü çakılma riskini hesap etmedikleri belli.)

Gerçek büyükler ise bu saçma sapan iddianın arkasında ciddî bir hesap olabileceğine dikkat çekiyor.

Bir hazırlık belki… Bir şeye zemin döşemesi…

Herhâlde yetkili ve etkili olanlar, o çekilen dikkati görmüş, anlamıştır.

Gereği de düşünülür artık.

*

Bu arada gözden kaçmasın…

Yeni bir boya çıkmış.

Reklâmında “Darbelere dayanıklı” diyorlar üstüne basa basa.

Bakın, bu önemli bir ayrıntı!

Ondan her yere lâzım.

Biraz daha çalışsalar, işgale dayanıklısını da yaparlar.

*

Kemal Amcamız, işsizliğe çâre olarak, boşta gezen üniversite mezunlarını muhtarların yanına danışman atamayı vaat ediyor.

Böylece ortalıkta işsizlik kalmayacakmış.

İyi de, kaç milyon işsiz var?

Ülkede kaç muhtar var?

Her muhtara üniversite mezunu birer danışman verince çözülmez ki…

O zaman birer daha gönderirsin.

Yetmedi mi?

Devam…

Bitene kadar…

Hesap uzmanı ya… Otursun, hesap yapsın, bir muhtara kaç danışman verilirse işsizlik biter?

1+1+1+1… formülü diyebiliriz.

Birlerin ve artıların nereye kadar uzayacağını hesap uzmanı bilir.

Ayrıca bir de şu husus var:

Muhtarların bir kısmı ortaokul, bir kısmı lise mezunu. Yüksek tahsilli olanı pek azdır.

Danışmanlar atanınca, arada maraza çıkmaz mı?

*

Aklıma rahmetli Ali Rıza Septioğlu geldi.

Palu’da Belediye Başkanıydı. Sonra milletvekili oldu. Beş dönem yaptı galiba. Bir ara da Devlet Bakanı oldu.

Bakanlığı sırasında bir hemşerisi iş ister.

Bakan Bey emir verir.

Ancak bakanlıktakiler bir süre sonra gelerek Bakan Bey’e durumu açıklamak zorunda kalırlar.

“Efendim, o kişinin dediğiniz göreve atanması mümkün değil.”

“Neden?”

“Arkadaş lise mezunu. Atama yapılması için üniversite bitirmiş olması gerekiyor.”

Bakan kızmış tabiî…

Aynı zamanda şaşırmış.

“Ulan ben ortaokul mezunuyum… Belediye başkanı oluyorum, yetmiyor, milletvekili oluyorum… O da yetmiyor, bakan oluyorum da, o çocuk benden üç sene fazla okumuş, alnının akıyla liseyi bitirmiş. Niye lâyık değilmiş o göreve?”

Atamanın akıbeti hakkında bilgi sahibi değiliz.