Çay

Çay, bizim için sadece kültürel bir değer olmanın ötesinde, yaralarımıza uzanan elleri naifçe uzaklaştırma, söylenmemiş kelimeleri usulca yutma yöntemidir. Tadında hayat bulmasak da muhabbetinin sıcaklığında ısınırız çayın. Ve belki de sadece avuturuz tatlı tatlı ağrıyan yüreklerimizi çayla, çay miktarınca, çay tadında…

“YALNIZCA birkaç şey okumuş olan Leo Tse, her şeyi okumuş olan bizlerden daha safdil değildir. Derinlik, bilgiden bağımsızdır” diyor Cioran “Çürümenin Kitabı”nda.

Okurken bu sözler bana, doğup büyüdüğümüz coğrafya itibariyle Âşık Veysel’i, onun anlatılmaz derinliğini hatırlattı. “Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında/ Çay var içersen/ Ben var seversen/ Yol var gidersen” demiş ya hani zât-ı muhterem…

Öğrenme yolculuğumuza çayla devam etmeye ne dersiniz?

Sıcacık bir yol arkadaşı… Özgürlüğü yudum yudum içmek basit yanında hayatın… Buluşmak özleminde yalnızlığın bir kuru kalabalıkta… Anlar arası yolculuktan yorgun dönmüş bedenin insanla karışık inzivası… Duyguları anlamın sonsuzluğuna taşımak… Kırgınlıkları çay kaşığı darbelerinde örselemek ya da izlemek yalnızca; hafifçe boğazı yakarak geçen çayda, acıdan kalan eser miktarda tadın dağılarak kayboluşunu…

Çaya söylemek kalanları yutulamayan ne varsa... Çaya bırakmak sonunu bitmeyen işlerin ve bahane etmek çayı o iş olmayınca… Sonra karışmak zamanın sonsuzluğunu duraklatan âna çayla, çay miktarınca, çay tadında…

Çayın tarihi

Yüzyıllardır içilmekte olan çaya, tarihte ilk olarak Çin mitlerinde rastlanır. Çin geleneklerine göre çay, Milât’tan önce 2737’de kazayla kaynar suya düşen çay yapraklarıyla birlikte hayatımıza girmiştir. Çayı bilinen hâliyle içen ilk insan, Çin İmparatoru Şen Nong olmuştur.

Çayı Çin’den alan ve seremonilerine de yazımızda yer vereceğimiz Japonların geleneğinde çayın serüveni ise, 519 yılında uykudan kurtulmak isteyen Keşiş Darma ile başlar. Efsaneye göre Darma, uykudan kaçtığı günlerden bir gün uyuyakalır. Bu duruma çok sinirlenen Darma, göz kapaklarını keser atar. Bunun üzerine göz kapaklarında çay bitkisi biter. Keşiş, bu bitkinin yapraklarını yiyince uykusunun açıldığını görür.

Çay Venedik’e 1559, İngiltere’ye 1598, Portekiz’e 1600 yılında gelmiştir. Hollandalılar ise çayı ilk kez 1610’da görmüşlerdir. Düzenli çay ithalatı 1637’de başlar. Çayı ilk kez paket hâlinde satan kişi, Sir Thomas Lipton’dur.

Boston Çay Partisi eylemi

Çayın ticarî pazarda yerini bulması, rekabet ilişkilerini de beraberinde getirir. 1973’te İngiliz Hükûmeti tarafından İngiltere Parlamentosu’nun Amerika kolonilerinden elde ettiği geliri arttırmak ve İngiltere’deki vergi yükünü hafifletmek amacıyla Townshend Vergi Yasaları çıkarılır. Bu yasayla çayı finanse etmek ve Doğu Hindistan Kumpanyası’nı kurtarmak amaçlanır.

İngiliz-Hint çayının Amerika’da kaçak ticareti yapılan Hollanda çayından daha ucuza satılması, yasanın yaptırımlarından biridir. Bu duruma tepkiler gecikmez. 16 Aralık 1773 akşamı (Boston, Massachusetts) yaklaşık 100 kolonici, Amerikan yerlileri gibi giyinip Doğu Hindistan Şirketi’ne ait olan 342 sandık çayı (bugünün değeriyle yaklaşık olarak 1 milyon dolar) denize boşaltır. Sonraları Boston Çay Partisi olarak adlandırılan bu olay, 2 yıl sonra başlayacak olan Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın simgelerinden biri olmuştur.

Çayın Türkiye serüveni

Evliya Çelebi, Türkiye’de çay içildiğinin en eski tanıklarından biridir. Ayrıca 1857’de Ahmet Ebü’l-Hayr, “Risale-i Çay” adlı kitabında çayın yararlarından dem vurmuştur. Yine de 1900’lü yıllara kadar Türkiye’de çay pek bilinmez.

Türkiye’de çayın yaygınlaşması, ancak 1947’de Rize’de açılan ilk çay fabrikası ve o dönemlerde yaygınlaşan kahvehane kültürüyle mümkün olur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk çay üretimi, Bursa Valisi İsmail Hakkı Paşa tarafından 1878’de Japonya’dan getirilen çay tohumlarının Bursa’da dikilmesiyle başladıysa da ekolojik koşulların uygun olmaması nedeniyle sonuç beklendiği gibi olmaz.

1917’ye gelindiğinde, Gürcistan’ın Batum kentinde incelemeler yapmak üzere, bölgeye, aralarında Halkalı Ziraat Mektebi Müdür Vekili Ali Rıza Erten’in de yer aldığı bir heyet gönderilir. Yapılan inceleme sonucu hazırlanan raporda, Batum ile benzer iklime sahip Rize’de çay ve narenciye bitkilerinin yetiştirilebileceği belirlenir, ancak ilk çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanır.

1923 yılında Rize’deki ekonomik problemler gözetilerek, Zihni Derin’in girişimleriyle Batum’dan çay tohumları getirilmiş, ancak 1925’ten itibaren beklenen ilgiyi görmeyen bu teşebbüs yarım bırakılmıştır. Yıllar sonra Zihni Derin tekrar bir girişimde bulunur. Bu kez bilimsel ve teknik donanım sağlam yapılmış, üstelik 1940 yılında Rize’de çay üretimine geçilmesi için gerekli ekonomik programı düzenleyen bir kanun bile çıkarılmıştır. Ancak İkinci Dünya Savaşı nedeniyle çay karneye bağlanır ve iki aylık tüketim 20 gram olarak belirlenir. İthalat sorunları nedeniyle 1942’de çay alım satımı Tekel kapsamına dâhil edilir.

1947 yılına gelindiğinde Rize Çay Fabrikası üretime geçer ve aynı yıl 20 ton ihracat yapılır. Türkiye, çay üretimine geçeli henüz 71 yıl olmasına rağmen, güncel verilere göre dünyanın en çok çay tüketilen ülkesidir.

Dünya çay tüketiminde siyah çay daha çok Batı ülkelerinde, Ortadoğu ve Avrupa’da, yeşil çay ise Çin ve Japonya gibi Asya ülkelerinde görülür. Dünya çay tüketiminde Çin yüzde 36’lık oran ve 1,8 milyon ton tüketimle lider olsa da yıllık kişi başı tüketimi 0,75 kilogramdır. Yıllık kişi başı tüketimde Türkiye, 3 buçuk kilogramla birinci sırada yer alıyor. Türkiye’yi 2,44 kilogram ile Afganistan takip ederken 2,19 kilogramla Libya, onun ardında 1,8 kilogramla Katar ve de 1,7 kilogramlık tüketimiyle İngiltere izliyor.

Dünyadan çay seremonisi örnekleri


Çin çay seremonisi

“Çay” sözcüğü Farsçadan dilimize geçmiş olsa da bu kelimenin Çince “ça” sözcüğünden türediği bilinmektedir. Çay içmek Uzakdoğu ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde bir seremoni olarak gelenekselleştirilmiştir. Çin, bu ülkelerin başında gelir. Çin’deki çay seremonisi, "cha dao" (çayın yolu) olarak bilinir. Bu seremoniyle ilgili elimize ulaşan en eski açıklamalar, Tang Hanedanı (618-907) zamanına aittir. Gong-Fu (diğer adıyla “Kung-Fu”) seremonilerinde geleneksel olarak ev sahibinin konuklarına ve doğaya olan saygısı ifade edilir.

Çin çay seremonisi barış, huzur, keyif ve gerçeğin bulunduğu yer olarak tanımlanır. Seremonide, dökme çaylardan yeşil, oolong veya siyah çay geleneksel olarak kullanılır. Bu çaylar yi-xing veya gaiwan adı verilen çeşitli demleme aparatlarının yanında çeşitli küçük çay kapları ile özel ızgaralı bambu tepsiler üzerinde, zorlu artistik ve sanatsal hareketler sergilenerek misafirlere ikram edilir.

Japon çay seremonisi

Kökenleri 400 yıl kadar önceye dayanan Japon çay seremonisinin Zen Budizmine dayanan felsefî bir altyapısı bulunmaktadır. Japon çay seremonisine “sadou-chadou” (çaya giden yol) adı verilir. Sadou yani çay, özel olarak tasarlanmış “chasitsu” adı verilen odalarda hazırlanır. Bu çay odaları eskiden eve uzak, yeşillikler içindeki küçük evlerde bulunurmuş. Japonya’da hâlâ ziyaretçilere açık böyle evler mevcut.

Japon çay seremonileri, uzun soluklu eğitim gerektiren zorlu bir sürecin sonunda, sunumundan içilmesine kadar kuralları olan ritüellerden oluşuyor. Öyle ki, Japonya’da bu işi iyi seviyede öğreten pek çok farklı okul, günümüzde hâlâ eğitim veriyor. Her mevsim için farklı ve özel kapları olan seremoniler, aşılamak istediği fikirler itibariyle bir çeşit ibadeti andırıyor.

Çay odaları, “insanların dünyevî sorunlardan uzaklaştığı, dünya zenginliğinden tevazua geçişi simgeleyen yer” olarak görüldüğü için, oldukça sade bir şekilde tasarlanmışlar. Çay töreninde ise kişinin doğasına yaklaşması ve değerlerinin farkına varması amaçlanıyor.

Korelilerin daryası

Kore’de “darya” olarak adlandırılan çay seremonisi, Japon çay seremonisinde olduğu gibi Zen Budizminden beslenir. Koreliler bu seremoniyi günlük hayatlarında sakinleşmek ve zihinlerini rahatlatmak düşüncesiyle benimsemişlerdir.

“Cha-ya” ya da bildiğimiz “chai tea”

“Cha-ya”; Hindistan’da tren istasyonlarından restoranlara kadar her yerde satılan geleneksel bir çaydır ve siyah çayın baharatlar, şeker ve süt ile hazırlanmasıyla elde edilir.

Bizim “chai tea” olarak bildiğimiz bu çay, Hindistan’da, sadece bir kere kullanılıp kırılan, içi cilalı minik toprak bardaklarda servis edilir.

Bir İngiliz geleneği: Beş çayı

1800’lü yıllarda İngiltere’de sabah ve akşam olmak üzere iki öğün yemek yenirmiş. Ancak Yedinci Bedford Düşesi Anna, iki öğün arasındaki uzun vakitlerde ikindi vakti bitkin düşmeye, zaman zaman baygınlık geçirmeye başlamış. Bu sebeple ikindi vakti çay ve yanında atıştırmalık kurabiye ve bisküvi tarzı yiyecekler hazırlatmaya başlamış. Bu, zamanla Anna’nın arkadaşlarının da katıldığı bir geleneğe dönüşmüş. Günümüzde “beş çayı” olarak bilinen İngiliz geleneği bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Rus semaveri

Ruslar çay demlerken, dünyada Tibet usûlü olarak bilinen sıcak su ve demlenecek çay için iki ayrı parçadan oluşan semaveri kullanırlar. Eski Rus evlerinde, evin ortasına kurulan semaverde tüm gün boyunca çay demlenir ve demlenen çay şeker, bal ve reçel eşliğinde misafirlere ikram edilirmiş.

Rus buluşu olan semaver, “Semâya yükselir dûd-u siyahı/ Semaverle yapılır çay padişahı” beytiyle Osmanlı döneminde övülmüştür. Ancak o dönemde semaver kullanımı elit tabaka ile sınırlı kalmıştır.

“Çay” deyince…

Gönül çayı demlenmeyen bir ev, istenildiği kadar ısıtılsın, ne kadar sıcak olabilir ki? Koyu bir muhabbetin olmazsa olmazıdır çoğu insan için çay. Bir şeylerin yanında içilir aslında, rehaveti alır, ama “Çayın yanında…” denilir. Ki bu da çayın kıymetini anlamak için tek başına yeterli!

“Çay” deyince dostluk, muhabbet, samimiyet geliyor çoğumuzun aklına. Ama dedelerimizin hatırına başka şeyler de geliyor olmalı. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz hâliyle çayı karneyle aldıkları ve ilerleyen tarihlerde Çernobil faciasının etkisiyle Türkiye’nin ihracata kapalı hâle geldiği günler, yakın tarihimizden kareler...

26 Nisan 1986 günü SSCB’nin Pripyat kentinde, Dinyeper nehri kenarındaki Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen reaktör patlaması sonucu santralin çatısı havaya uçar ve çıkan yangının da etkisiyle radyoaktif elementler çok hızlı bir şekilde atmosfere karışmaya başlar. Yangın 3 buçuk saat sonra söndürülür, ancak çatıdan yükselen sızıntı ancak 10’uncu gün durdurulabilir. Bu durum, çok büyük miktarda radyasyon bulutları oluşmasına sebep olur. Zehirli gaz dolu bulutlar, rüzgârın etkisiyle önce Belarus, Polonya ve İskandinavya üzerinden Avrupa’ya, daha sonra Balkanlar üzerinden Türkiye’ye ulaşır.

Ancak asıl tehlikeli bulutlar, 7-9 Mayıs tarihlerinde Kırım üzerinden esen rüzgârlar ile doğrudan Karadeniz kıyılarına ulaşır. Yağmurlarla yeryüzüne inen radyoaktif maddeler, mevcut bitki örtüsünü, özellikle çay ve fındık bahçelerini olumsuz etkiler. 30 Aralık 1986’da Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, 58 bin ton radyoaktif (12 bin 500-89 bin bq/kg) çayın gömülerek yok edilmesine karar verir. İlerleyen yıllarda da önlem olarak tonlarca çay, Çay-Kur’a ait fabrikaların yakınlarında açılan beton çukurların içine gömülür.

O dönemde gıda sektöründe (özellikle çay ve süt ürünleri) çalışan işçilerde yapılan sağlık ölçümlerine göre, ortalama olarak Doğu Karadeniz’de 2 bin 800 bekerel, Edirne’de bin 400 bekerel, Kayseri’de 900 bekerel radyoaktif madde tespit edilmiştir.

Günümüzde çayla ilgili başka sorunlar da var. Bugüne dek daha çok üretmek için hiç gerek olmadığı hâlde kimyasal gübre kullanılması ve yalnızca Türkiye’ye has makas kullanma tekniği yüzünden üçüncü sınıf çay içmek durumunda kalmamız gibi rahatsız edici durumlarla karşı karşıyayız. En azından 2018’den itibaren temel ihracat kaynaklarımızdan çayın, sağlık ve gelir elde etme gerekliliği gibi önemli konular nedeniyle doğal üretime geçiliyor olması sevindirici.

Onca sorunu unutturacak çayın damakta bıraktığı lezzet ise hiçbir şeye değişilmez. İyiyle yetinen, daha iyiye talip olmaz belki, ama bizler, içtiğimiz çayın kıymetini dost elinden bildiğimiz sürece ağrılarımızı dindiren, derdimize ortak olan kadim yol arkadaşımıza lâf söyletmeyiz gibi görünüyor.

Çay, bizim için sadece kültürel bir değer olmanın ötesinde, yaralarımıza uzanan elleri naifçe uzaklaştırma, söylenmemiş kelimeleri usulca yutma yöntemidir. Tadında hayat bulmasak da muhabbetinin sıcaklığında ısınırız çayın. Ve belki de sadece avuturuz tatlı tatlı ağrıyan yüreklerimizi çayla, çay miktarınca, çay tadında…

 

Kaynakça

“Çay” yazısı için bkz. https://140journos.com/cay-e3f8f5491c9

“Dünya Çay Seremonileri” için bkz. https://chado.com.tr/dunya-cey-seremonileri/

“Japon Çay Seremonisi” için bkz. https://chado.com.tr/japon-cay-seremonisi/

“Boston Çay Partisi” için bkz. http://www.gazetebilkent.com/2017/06/18/bagimsizliga-giden-yolun-baslangici-boston-cay-partisi/

“İngiliz Geleneği Olarak Beş Çayı” https://gaiadergi.com/bir-ingiliz-gelenegi-olarak-bes-cayi/

“Dünya’da En Çok Çay Tüketen Ülkeler” haberi için bkz.“http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/706444/Dunyada_en_cok_cay_tuketen_ulkeler_aciklandi__Turkiye_bakin_kacinci_sirada.html

“Çay” kelimesinin etimolojisi için bkz. https://www.etimolojiturkce.com/kelime/%C3%A7ay1

“Japon Çay Seremonisi” https://www.asialogy.com/japon-cay-seremonisi-sadouchadou-%E8%8C%B6%E9%81%93/

https://www.lipton.com/tr/%C3%A7ay-k%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC/%C3%A7in-%C3%A7ay-seremonisi-nas%C4%B1l-d%C3%BCzenlenir.html

Gündelik Hayatımızın Tarihi/Kudret Emiroğlu/Türkiye İş Bankası Yayınları

“Çay: İçtiğimiz Çayı Ne Kadar Tanıyoruz?” belgeseli için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=p3SOeo8G4gY