Çâresizliğe dair: “Bu da geçer Yâ Hû!”

İnsan zihni göreceli çalıştığından, şu anda bulunduğumuz dönemlerin daha kötülerini de yaşamışlığımız olsa dahi o günleri unutabilir bir yapıya sahibiz. Tüm bu psikoloji karşısında aslında olması gereken tavır, “Bu da geçer” olmalıdır. Fakat buna mukabil görünen o ki, “Beterin beteri var” mottosu da hayatımızdan tamamen çıkmış durumda!

TOPLUMSAL olarak her belli dönemin kendine has bir ruhu vardır. Gerek sosyolojik, gerek ekonomik olsun, iletişim veya eğitim tabanlı olarak toplumun bir kısmının yaşadığı psikolojik durumlar mevcûttur. Yani toplumsal bazda genel olarak, “Ne yaşıyoruz, ne yapıyoruz, ne ile meşgul oluyoruz?” sorgulamasına girildiğinde, günümüzde de olduğu gibi bir çâresizlik belirtisinin ortaya çıktığı zamanlar söz konusudur.

İçinde bulunduğumuz süreçle alâkalı olarak bu durum her ne kadar sadece pandemi bağlamında bir durum gibi dursa da yaşanan şey genelde krizler, savaşlar, siyasal atraksiyonlar gibi, sonucunda her an oluşabilecek belirsizlik hâli ile özellikle 21’inci yüzyıla ait uluslararası bir sorundur. Bunun dışında ise insanlık tarihinde dönem dönem bazı yaşanmışlıklar var olagelmiştir, bundan sonrasında da var olacaktır.

Çâresizlik, özellikle bir insanın meslekî, yetisel veya herhangi bir konu hakkındaki repertuvar boşluğu ile ortaya çıkan durumdur. Kısaca, ilgili konuya dair bir bilgi sahibi olamamaktan kaynaklı, konuyla alâkalı bir sorun ortaya çıktığında elden bir şey gelmeme hâlinin sonucudur.

Günümüzde daha çok finansal hususlarda görülen belirsizlik hâli nedeniyle çâresizlik gözlemlenmekte. Ne var ki, ülke olarak toplumsal bir refah söz konusu olsa da, bireyler hâlinde insanların feryat hâlleri bir gerçekliktir. Buna ek olarak, bu durumdan nasıl çıkılacağının kaygısı, ne yapılacağına dair bir fikir yoksunluğu, bu noktada nasıl idâme edileceğinin de bilinmezliği ve (belki daha tuhafı) bu durumun herkesi etkileyen yabancı bir durum olması söz konusudur.

Günümüzde karşılaştığımız yabancı durumun yabancılığının kaynağı, aslında bizler çokluklar içerisindeyken bize gereken bilgi hiç yokluk hâlinin yaşanmışlığındandır. Çünkü hiç yokluğun karşısında hayatta kalma repertuvarı çok geniştir. Yani yaşam içerisinde en azından belli dönemlerde yokluklar görmüş insan, bu hayatta karşılaştığı zorluklara bir şekilde katlanabilir ve ona dair kendince ufak tefek de olsa çözümler üretebilir. Netîce olarak yokluk içerisinde yetişen insan, belli bir repertuvar oluşturur ki hayatta kalabilsin.

Tam bu kısımda konuyu daha da açmak gerekirse, insan açlıktan ölmez, ünsiyet alışkanlıklarından ölür!

Yani çok yemeye alışan biri, belli bir süre yemediği zaman normal insanın dayanabileceği açlık süresinin yarısı kadar dahi dayanamaz. Çünkü bedenin psikolojisinin belli bir beslenme sistemine bağlılığı vardır ve bu ortadan kalktığında, bir dağılım/dengesizlik vuku bulur. Zannımızca toplum olarak içerisinden geçtiğimiz şu günlerde herkes, bundan iki üç yıl önce aslında bayağı bolluk döneminde olduğumuzu fark etmiş ya da fark etme sürecine girmiştir. Yani bugünlere kıyasla o günlere dönmek için şimdiye kadar elde edilmiş pek çok şeyimizden dahi vazgeçebilir bir hâlin içerisindeyiz.

Oysa o zamanda da çok şeyden şikâyet edilmekteydi; belli bir kısmın feryatları söz konusuydu. Ancak insan zihni göreceli çalıştığından, şu anda bulunduğumuz dönemlerin daha kötülerini de yaşamışlığımız olsa dahi o günleri unutabilir bir yapıya sahibiz. Tüm bu psikoloji karşısında aslında olması gereken tavır, “Bu da geçer” olmalıdır.

Fakat buna mukabil görünen o ki, “Beterin beteri var” mottosu da hayatımızdan tamamen çıkmış durumda!

Çevremizi gözlemlemeye devam ettiğimizde, gerçekten kötü bir durumda oluşumuzu inkâr etmek mümkün değil. Sanki bir bayır aşağı gidişat söz konusu ama herkes bu gidişata dâhil ve bu durum sadece ülkece değil, dünyaca yaşanan bir durum. Fakat bu noktada bilmemiz gereken, bir şeyin iyiliği veya kötülüğünün bizim ona verdiğimiz reaksiyonla alâkalı olduğudur. Yani doğada iyi veya kötü yoktur; olanı bizim algısal olarak nasıl karşıladığımızdır önemli olan.

İnsanın süreç ne olursa olsun yapması gereken şey, yaşanan karşısında repertuvarına eklemeler yapabilmesi, süreci fırsata çevirebilmesidir. Bunun için de ilgilendiği şeyler dışında başka dallara da merak salıp, en azından ilgi düzeyinde yeniliklere yelken açması gerekir.

Farklı pencerelerden bakabilmeyi gerçekleştirebilirsek, o anda çâresizliğin tercihlerimizin sonucu olduğunu görmemiz mümkündür. Çâresizlik, bizim geçmiş yaşamsal tercihlerimizin sonucudur. Karar verme mekanizmamız eğer otomatiğe geçmişse ya da gelişigüzel bir yaşanmışlığımız söz konusuysa, kendimizi sık sık çâresizlik hâli içinde bulunmamız kadar doğal bir şey yoktur. Ancak belli bir süre bu hâlin devamı, deprese olmakla sonuçlanır. Akabinde hareketsizlik oluşur ki bu durum, sürekli bir şey yapma isteğinin karşılığında daha farklı sorunları doğurur. Bu sorunlar düşünememe, doğruyu yanlışı ayırt edememe ile başlar; devamında otoriter olanın yanında yer alarak yıkıcılık ve insafsızlık hâli oluşur. Nitekim en kötüsü de, zalimin zulmünün kurtarıcılık olarak kabul edildiği andır. Belki de bu durum günümüzün küresel çapta seyredilen siyâsetinin ta kendisi olarak okunabilir.

Kitlesel olarak insanlığı huzursuz ve isyankâr hâle getirmek ve kargaşa çıkarmak isterseniz, kitleler önce kaoslarla çâresiz bırakılır, sonra da bir kurtarıcı gönderilir. Toplumun, o kurtarıcının peşinden koşarak gitmesi istenir.

Çözüm noktasına gelecek olursak… Aslında sömürü düzeninin ekmeğine yağ sürme hâli olan “kâr bazlı düşünceden” çıkarak belki de “Kime nasıl faydam dokunur?” düşüncesi ile hareket etmemiz gerekmektedir. Yalnızca bu şekilde kendimizi iyi hissetmemizi sağlayabilir ve daha ziyâde bir şey üretme noktasında umudumuzu diri tutabiliriz. Nitekim çaresizlik, umudun bittiği yerde başlar. Bu sebeple sizler de, ola ki bir çâresizlik haline düşer veya çâresizlik içerisindeyseniz, çözüm için hatırlamamız gereken şey bellidir: “Bu geçer Yâ Hû!”